1 Aralık 2010 Çarşamba

Din, Mutluluk ve Çikolata III



....


İşte bu sebeptendir ki ülkemizde din artık insanlara bir anlam dağarcığı sunamamaktadır. Ülkemizin diğer ülkelerden farkı, Türk örfünden kaynaklanan yüksek bir ahlâkî şuurun hâlâ dinin istismarına karşı güçlü bir uyarıcı olmasıdır. Ülkemizde “yeni çağ” uygulamalarının bir tehdit olduğundan yakınan Diyanet İşleri insanlara mutlu olmanın anlamıyla ilgili bir şeyler söylemek, dinin var oluşumuzda ne gibi bir yeri olduğunu izah etmek yerine, artık örneklerine internetten sınırsızca ulaşılabilen ilmihal bilgilerini güncellemek dışında hiçbir iş yapmamaktadır. Bu noktada eski Diyanet İşleri Başkanının baş örtüsü konusunda siyasî sorumluluğu kabul etmemesi belki de tarihte eşine rastlanmayacak bir örnekti…

Mutluluk hayatın anlamına dair bir duyulan sevinçtir. Hayatın anlamına dair hiçbir bilgisi olmayan canlıların “mutluluk” kavramı da yoktur. Dolayısıyla ferdin kafasında hayatının anlamına dair nirengiler teşekkül etmemişse, bu anlama dair güven verici telkinler almamışsa, mutluluğun hazdan ibaret bir tür şartlı refleks olduğuna dair bütün telkinleriniz tesirsiz kalacaktır.

Bugün insanlar sadece, bu dünyada iktidardan veya iman müfettişi din otoritelerinden, öbür dünyada da cehennemden korktukları için cemaatlere girmektedir. Kolektivist dindarlığın temeli sevgi ve mutluluk arayışı değil korku ve sığınma ihtiyacıdır. Bu, hayatın anlamının, din adına yok edilmesinden doğan boşluğun, sürü mensubiyetinden edinilecek emniyet hissiyle doldurulması çabasından başka bir şey değildir. Bu, mutluluk duygusu ile ferdin aklının bağının koparılmasından doğan korkunun giderilmesi gayretidir.
Bugün artık “Müslüman’da stres, depresyon olmaz!” diyerek insanları İslâm’a davet etmeniz veya Müslüman’ların, bütün dünyanın içine yuvarlandığı krizlerden yarasız beresiz çıkmasın sağlamanız mümkün değildir.

Müslüman’ın neden depresyona karşı kuvvetli olduğunun hayatın manasına dayanan bir izahı yapılmadıkça hiç kimseyi beş vakit namaz kılmanın insanı nereye götüreceğine veya orucun hikmetlerine ikna edemezsiniz. Aksi takdirde insanlarda şöyle bir algı meydana getirirsiniz: “Madem bir Müslüman olarak depresyona girmemi engelleyemiyorum o zaman İslam bana çare değil.. Veya ben Müslüman olmayı beceremiyorum…”

Yoksa insanlara niye öyle oldukları belli olmayan, sadece Arapça bildikleri için kendilerinden üstün oldukları söylenen bazı insanların din adına emir ve yasaklarını uygulatarak kimseyi kendiliğinden mutlu edemezsiniz! Eğer amacınız insanların mutluluğu değil de her ne şekilde olursa olsun birilerinin yorumlarını zorla insanlara uygulatmaksa o zaman dinden bahsetmeyi bırakmalısınız. Sözlerinin kendisine mi Allah’a mı ait olduğu sorgulanmış bir peygamberin dininde kimseyi Tanrılaştırıp sorgulanamaz kılarak insanlara mutluluk vaat edemezsiniz. Hele takvaya veya malumata dayanan bir üstünlük kabulüyle kimseye mutlu olmayı emredemezsiniz.

Din felsefesi, kelâm, insanın özü, varoluş, mutluluk ve hayatın anlamları üzerinde şekilcilikten ve Arapçılıktan uzak, ciddi ve vicdanlı bir çalışmaya başlamadıkça hiç kimseyi ilahiyatın malumat yığını ve seçkincilik iddialarıyla ikna edemezsiniz. Bu durumda terörizmin, intihar bombacılığının neden Müslüman toplumların tek ifade aracı haline geldiğine şaşmamalısınız.

Belki El kaide’ye bomba atmak yerine çikolata yollamalıyız? Diyet falan hikâye; acele çikolata yemem lâzım!
BİTTİ.

Hiç yorum yok: