6 Aralık 2010 Pazartesi

Fikrimiz Kim, Biz Kimiz? II

....


Öyle ya madem insanoğlunun akıl yürütmeleri onu mutsuz edecek şeyler de üretebiliyor neden onun aklına güvenelim ki?

İşte bu noktada, modern dinciliğin, totaliter yönetimlerin temel dayanağına ulaşmış bulunuyoruz. Dikkat edilirse, din adına hükmedilen bütün devletler ve seküler totaliter yönetimler, daima “tanrısal” bir otorite tesis etmekle işe başlar.

Tanrısal otoritelerin işi, ferdin elinden düşünmek işini devralmaktır. Bu otoriteler ferde,“Bize teslim oluncaya kadar düşündün, artık seni bu zahmetten kurtarıyoruz!” derler. “Canım iman edenin düşünmeye ne ihtiyacı vardır ki?” diye soracak pek çok insan vardır…

Sorun şudur: İnsanların iman ettiği varlık Tanrıdır! Bu söz iki anlama gelir. Birincisi insanlar Tanrı’ya iman eder, yani göremedikleri, doğrudan iletişim kuramadıkları ama akıllarının bir ucuyla idrak ettikleri ve takdirine boyun eğildiğinde insanı huzura götüren yaratıcıya…

Bu sözün ikinci anlamı da insanlar Tanrı’ya gösterdikleri kayıtsız şartsız teslimiyeti ondan başkasına gösterdiklerinde , o başkası, onlar için artık Tanrı halini alır!

Tanrı’ya imanın özelliği, onun takdirinin sorgulanamazlığıdır. Ona olan imandır ki onun takdirinin sorgulanamazlığı ile insanda bir huzur ve sükûn tesis eder. Biliriz ki aklımız ilahî hikmeti “henüz” idrak edememektedir. Ama gene biliriz ki ilâhî hikmet muhakkak günü geldiğinde sebep-sonuç ilişkisini bize açıklayacaktır. Allah’ın “saati” bizimkinden farklı çalışır. Bu yüzdendir ki “ Etme bulma dünyası”, “ Gün ola harman ola” gibi sözler ederiz. Bu sözler, bilgimizin yetmediği ama günü geldiğinde kavranacak bir aşkın hikmetin hakimiyetine işaret eder.

Oysa Tanrılaştırılan kişi veya kurumların takdirlerinin böyle bir özelliği yoktur. Onlara ne kadar ilâhî bir hikmet izafe edersek edelim, gene de yaptıklarının sebep-sonuç ilişkilerinin bize açılmayacağını biliriz ve bu yüzden Tanrı olmayanlara kayıtsız şartsız teslimiyet, bizi ancak huzursuzluğa, endişeye sevk eder…

İşte Tanrı önünde sınırlı kalan aklımızı, kendi iktidarları için de sınırlı addeden insanlar kendilerini Tanrılaştıran insanlardır. O, Tanrı’nın, bütün aczimize rağmen bize bağışladığı akletme kabiliyetimizi, elimizden almak isterler.

Düşünme işini herhangi bir otoriteye veya iktidara devrettiğinizde artık onu sorgulayamadığınız ve tanrılaştırdığınız için Tanrı’ya, yalnıza Tanrı’ya izafe etmeniz gereken gücü de ona devretmiş olursunuz… Bu durumda size, ailenize, milletinize zor kullanıldığında buna direnmek hakkınızdan da feragat etmiş olursunuz.

Dikkat edilirse aklınız, bilginiz ve iradeniz ile ilgili ne düşünüyorsanız ona göre eyleme geçer veya durursunuz. Eyleme geçmek ve durmak arasındaki farkı yaratan sizin akletme şekliniz veya akletmekten vazgeçmenizdir.

Tanrı’ya iman ettiğinizde aklınız sizi, sadece artık çözümleyemediği bir sınırda durmanız için uyarır.

Tanrılaştırdığınız yani Tanrı olmaksızın sorgulanamaz kıldığınız insanlarla ilişkilerinizde ise aklınız sizi, sorgulayabildiğiniz her şeyi görmezden gelmeniz için sizi uyarır. Çünkü görünmez bir Tanrı’nın sizi dövmeyeceğini ama Tanrılaştırdığınız insanın her an dövebileceğini size fısıldar. İşte güce tapmak budur.

İnsanı tanrılaştıran bir “ideoloji” ki buna çeşitli imamları, siyasetçileri vs sorgulanamaz sayan modern dincilik de dahildir, Tanrı’yı “intikamcı”, “kahredici”, “nefret dolu”, “huzursuz” ve “tatmin edilemez” bir tür çok büyük insan olarak telâkki eder ve ondan da aynen imamlarından veya siyasetçilerinden korktuğu gibi korkar.

“Neden böyle olmak mecburiyetinde ki?” diye soracaklara kısaca tekrar izah edelim:

Tanrı’ya iman edenlerin aklı şunu söyler: “ Onun dışında sorgulanamaz bir güç olamaz!”
İnsanları tanrılaştıran akıl ise şunu der: “ Onun/onların yaptıklarını sorgulamaya gücümüz yetmez!”

Görüldüğü gibi aklı kullanmakla onu kullanmaktan vazgeçmek bizi bambaşka yerlere götürüyor.
İşte bizi aklımızı kullanmaya sevk eden fikirlerle, onu kullanmaktan men eden fikirlerdir ki bizim kimliğimizi belirler, çünkü davranışlarımızı yönlendirir ve bizi bu davranışların ilgili sonuçlarına sürükler!

Bu yüzdendir ki fikrimizin sadece etiketi ile ne biz bir yere varabiliriz ne de karşımızdakini yargılayabiliriz. Önemli olan, o etiketin gereğine göre davranılıp davranılmadığıdır.

O yüzden meselâ adı “Saflık, saflaşmak” anlamına gelen bir sermaye grubu ülkemizde sırf etiketine duyulan güven yüzünden binlerce insanımızı mağdur edebilmiştir ki bunun örnekleri çoktur…

O yüzdendir ki “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” demiştir, Merhum Ziya Paşa…

O yüzdendir ki İslâm’ı, “saflaşmış” dolandırıcılara bakarak yargılamak yanlıştır!

O yüzdendir ki dillerinden “Müslümanlar” lâfını düşürmeyenlerin “Dinde zorlama yoktur.” ayetine ve “ Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiz” hadisine aykırı davranmalarına rağmen hâlâ muteber sayılması yanlıştır!

O yüzdendir ki “barış” kelimesini ağzından düşürmeyenlerin, çocuklarımızı yakıp, parçalayan adamları bize akıl hocası tayin etmesine itiraz etmeliyiz!

O yüzdendir ki “insan haklarından bahseden” sözde liberallerin, haklarında masumiyet karinesine aykırı işlem yapılan masumlara gösterdikleri nefreti kınamalıyız! Liberalizmin idealize ettiği hukuk devletinde mahkûmiyeti kesinleşmemiş insanların masumiyetini lekelemek ahlâksızlıksa, bunu yapanların liberal etiketi taşıması liberalizmin kabahati değildir!

O yüzdendir ki “barış”, “ özgürlük”, “eşitlik” ( ama asla adalet değil, dikkat!) diyen bazılarının, sendika zorbalığını, işçi terörünü, ÇEKA zihniyetini, adam öldürerek siyaset yapmak sapıklığını meşrulaştıran ideolojileriyle bu kelimelerin itibarını düşürmesine mutlaka itiraz edilmelidir!

Velhasıl-ı kelâm: İnsan fikirlerine göre yaşar. Akletmeden, düşünmeden harekete geçmez. Akletmeden hareket edenler ya delilerdir veya akıllarını tapındıkları kişilere teslim edenlerdir. Fikirler bizi ya akletmeye veya güce tapınmaya götürür. Bizi güce tapınmaya götüren fikirler de sonuçları itibariyle varoluşumuza aykırıdır! O yüzdendir ki akletmeye yönelik fikirlerin sahipleri fikirlerine aykırı davrandıklarında fikirleri zarar görmez… Ama akletmeye düşman olan fikirlerin sahiplerinin hiçbir eylemi, fikirlerini aklamaya, anlaşılır, muteber kılmaya yetmez! Bugün Türkiye, akletmeye düşman bir fikirler grubunun egemenliği altındadır ve Türk Milleti, gücüne tapınılan böyle bir grubun işlerinden bir hikmet beklemekle zaman kaybetmektedir.

Demokrasi bize akıl kazandırmaz. Demokrasiyi, aklımızı susturarak kullanmaya kalktığımızda kendi yapıp kendi taptığımız putların esiri haline geliriz! Ya akla saygılı fikirlere bağlanarak yürüyeceğiz veya akla düşman fikirlerle körce ilerledikten sonra uçurumdan düştüğümüzde aptallığımızı Tanrı’ya yükleyeceğiz. Siyasi dinciliğin yaptığı ikincisidir. Önümüzdeki tercihler bundan ibarettir.

Hiç yorum yok: