25 Aralık 2010 Cumartesi

Etnik Irkçılığın Maymunlar Cehennemi Rüyası


Bizim ortanca kız, şimdilerde bizim evin demirbaşı olan tombilik teyze kızıyla bazen didişiyor. En küçük kardeşlerini uyandıracak olmasalar belki işlerine karışmam… Ama en nihayetinde gelip benim hakemliğime müracaat ediyorlar. Nedir peki dertleri? Çocuklar arasındaki tipik oyuncak kavgası! Biri diğerinin oyuncağı ile izinsiz oynadığında kıyamet kopuyor! Elbette bütün çocuklar oyuncakları seviyor. Ama yeğenimiz, her istediğinde, başkasının oyuncağı ile istediği gibi oynayacağını sandığında önüne bir engel çıkıyor.

Bu şüphesiz yeğenimiz için tatsız bir durum. Onun zevk aldığı bir durumun başkasının iznine bağlı olmasını kabul etmesi zor. Ama ne yapalım ki hayat böyle! Eğer şimdi, her istediğini, bir başkasının onayı olmaksızın derhal elde edebileceğine dair bir fikre kapılırsa; bu gelecekte onun için hiç iyi olmayacaktır. O halde oyuncakla oynayabilmenin yani ondan bir fayda sağlamanın şartları konusunda şimdiden sıkı sıkı eğitilmeli…

Herhangi bir işte sonuçları kabul edilebilir kılan iki şey vardır: Birincisi sonucun faydalı olup olmamasıdır. İkincisi ise sonuca ulaşmamızı sağlayan anlam dağarcığımızı.

Bu ikisinden ikincisi aslında birinci derecede önemlidir.

Yani?

Bir işin kötü bir anlama dayanarak yürütüyorsak o işin sonucunun faydasından bahsetmemiz söz konusu değildir.

Neden böyledir? Çünkü “faydayı” arzu edilir kılan, neye iyi neye kötü dediğimizdir. Bu da anlam dağarcığımızla belirlenir.

Bir sonuç başkası için faydalı iken bizim için faydasızsa, bu, iki tarafın da “faydadan” farklı şeyler anladığı anlamına gelir.

Komşumuz kendisine bir araba almayı faydalı bulabilir. Oysa bizim arabalara bir ilgimiz yoksa bunun onun için ne ifade ettiği bizi ilgilendirmez. Araba almayı faydalı bulan biri, araba satmayı kendi faydası için vasıta bilen biriyle bir araya gelir ve karşılıklı fayda vasıtaları mübadelesi ile istediklerine ulaşırlar.

O halde bu basit iktisadî analize göre mesela fuhuş veya uyuşturucu sektörleri de kendilerince, birilerine fayda sağlamaktadır…

Mesele şu ki birilerinin bir şeyleri “fayda” olarak telâkki etmesi, toplumsal yapımızı oluşturan kurallara ve o kuralların temelindeki “zarar vermemek iradesine” yani ahlâka aykırı olduğu takdirde bu fayda mülâhazasına itibar edilemez.

Dolayısıyla herhangi bir anlaşmazlık halinde, ilk olarak tarafların hedefledikleri faydaların ne olduğu ortaya konur, sonra bu faydaların makbul olup olmadığına bakılır. Bir adamın amcasının mirasından faydalanması için onu öldürmesi sonuçta şüphesiz ona bir fayda sağlayacaktır Ama bu faydanın elde ediliş şeklinin bizim için önemli olması, faydaya giden yolların yargılanması gerekliliğine işaret eder. Yani bir adamın ispatlanamamış bir cinayet vasıtasıyla elde ettiği bir maddî kazanç veya herhangi bir faydanın, geçerli olmaması, hepimizin “zarar vermemek irademizi” kullanarak vardığımızı büyük mutabakatın sonucudur.

Hal böyle olunca ülkemizdeki etnik ırkçılık probleminde fayda mülâhazalarını kıyaslamak, sorunun tek çözüm yoludur. Çünkü bir çatışma durumu varsa, muhakkak taraflardan birinin talepleri ve fayda mülâhazası, meşruiyet sınırlarını aşmaktadır.

O halde Türk Milleti ve etnik ırkçı Kürt’lerin ( dikkat edilire burada bazı Kürtleri kast ediyoruz, hepsini değil…) neleri arzuladığını ve bu faya telâkkilerinden hangisinin meşru olduğuna kısaca bakalım.

Etnik ırkçılar iki ayrı resmî dil, iki ayrı resmî toplum, iki ayrı resmî idare bölgesi arzuluyorlar. Bu hedefler onların “fayda” olarak kabul ettiği şeyler…

Ya Türk Milleti ne istiyor? Kendi meşru vatanında, millî bütünlüğünü koruyarak ilelebet yaşamak… Bu da milletimizin fayda kabulü…

Şimdi bu iki talebin haklık iddialarını mukayese edelim.

Etnik ırkçı Kürtçü’lere göre Kürt diye ayrı bir ırk var ve bundan dolayı bu ırk, kendi “bölgesinde” kendi kararlarını verip kendi hayatını yaşayabilmeli…

Her şeyden önce artık insan topluluklarının ırksal farklılığına vurgu yapmak meşru değildir. Çünkü bu tip doğuştan gelen özelliklerin herhangi bir hak kaynağı olmadığı uzun zaman önce anlaşılmıştır. Nasıl beyaz doğan bir insanın Güney Afrika’da herhangi bir ırksal üstünlüğü kalmamışsa, sırf siyah oldukları için AfroAmerikalı vatandaşlarına ABD’nin bir imtiyaz sunması mümkün değildir.

Dolayısıyla “Her şeyden önce insanım!” diyen birinin ırka dayalı bir farklılığı vurgulaması ahlâksızca bir çelişkidir. Peki Türkiye’de durum nedir? diye Milletimizin bir parçası olan bir kabile toplumu, Türkiye’de kendilerine ait yerel dilleri ve ırkî farklılık iddiaları dışında hiçbir şekilde ayrıştırılamamakta ve sadece bu iki fark ile bizim meşru egemenlik hakkımıza karşı isyan edilmektedir.

Burada etnikçiliğin ırkçı temeline ne kadar dikkat çeksek azdır. Çünkü kendi kendisini ancak aşiretinin fiziksel yakınlığıyla tanımlayabilen insanların siyasi kabulleri kaçınılmaz olarak ırkçıdır. Çünkü fiziksel yakınlık, akrabalık, genetik türdeşlik kabile yaşantısının tek ve nihaî erdemidir.

Peki sırf birbirlerini tanıyan insanlardan oluşan bir kabile var diye, siyasî yapının bu kabilenin arzularına, genetik yakınlık, akrabalık, ırkî türdeşlik algısına göre değiştirilmesi mümkün müdür? Bundan da öte meşru mudur? Elbette böyle bir arzunun gerçekleştirilmesi ne meşrudur ne de mümkündür.

Türk Milleti, kendi milletleşme macerasında tek bir devleti, pek çok hanedanla yönetmiş, kadim bir millettir. Milletleşme macerasında, bünyesine sayısız kabileyi, kavmi katmıştır.

Bunu da sağladığı hukuk biriliği ile gerçekleştirmiştir. Eğer böyle olmasaydı, kabilelerin, kavimlerin mensubiyet şuurlarını aşan bir beraberlik kuramazdı.

Dolayısıyla Türk Milleti’nin milletleşme macerası, onun devlet tecrübesiyle mütemmim cüzdür. Devlet tecrübesinin hukuk sağlayıcılığı ile tanımlanmasından dolayı da Türk milletleşmesi, Kürt kabilesinin genetik yakınlık algısının çok ötesinde bir soyut mutabakata dayanmaktadır. Dolayısıyla kuruluşu, teşekkülü, rızaya ve mutabakata dayalı bir yapının fayda mülâhazaları ile ırkçı beraberliğin imtiyaz taleplerini bir kefeye koymamız mümkün değildir.

Gene bundan dolayıdır ki etnik ırkçı Kürtçülüğün kendisi, taleplerinden de öte başlı başına insanlık dışı bir siyasî tavırdır.

Etnik ırkçılar, bir şeyleri elde etmenin yolunu, yordamını bilmeyen çocuklar veya zekâ özürlüler gibidirler. Kendilerini aileden sayanları, ailenin anlamını bilmeksizin inkâr ederek, onlardan bir şeyler talep edebileceklerini sanmaktadırlar.

Fayda talebi, ancak, ortak fayda algısı, kabulü sağlandığında meşrudur. Bu da aynı anlam dünyasını benimsemeyi gerektirir. Eğer biriyle aynı şeyleri anlamlı bulmuyorsanız sizin için faydalı olanı anlamasını beklememelisiniz. Hele talepleriniz onun varlığına saygısızlığa varıyorsa sorun sizin taleplerinizden ibarettir. Dolayısıyla elinize sopa alıp da bir insana veya gruba, gayri meşru, ilkel ve ahlâksız taleplerinizi , fayda mülâhazalarınızı kabul ettirmeye çalışırsanız, çözüm, bu algınızın kabul edilmesi değil, sizin engellenmeniz olacaktır.

Demokrasi, kabilelerin ilkelliklerini, oy sayısıyla dayatabilmeleri anlamına gelmez. Demokrasiden bunu anlayanlar, demokrasinin hukukla sınırlandığını, sınırlanması gerektiğini ve ancak bu şekilde anlamlı olduğunu anlayamayacak kadar ilkel adamlardır. Dolayısıyla insan hayatlarını, inanlığın ilkel dönemlerine ve hayvansal orijine daha yakın bir takım adamların şiddet tehditlerinin insafına terk edemeyiz.

İnsanlığınızı korumak istiyorsanız kabile ilkelliğinin, akrabalık saplantısının, ırksal türdeşlik hırsının, sahip olduğunuz soyut değerlerinizi , siyaset yoluyla yıpratmasına izin vermemelisiniz. Aksi takdirde “Ben sadece insanım!” deyip sessiz kaldığınızda sizi insanlık ailesine katan milletinizi de kaybedersiniz. Bundan dolayıdır ki etnikçiliğin siyaset arenasında temsil edilmesi kesinlikle engellenmelidir.

Türkiye’yi bir maymunlar cehennemine çevirmemek için etnik ırkçılığa, etnik ayrılıkçılığa ve etnik teröre kararlılıkla“Hayır!” demeliyiz.

Hiç yorum yok: