2 Aralık 2010 Perşembe

Eşkıyanın Yatağı Masumlarınkinden Kabarıktır


Bugün iki olay özellikle içimi sızlattı.


Birincisi Ergenekon davası sanıklarından ödüllü bir akademisyenin odasının, hastane kayıtlarının aranmasıydı. “Ne var bunda? Ceza davalarında her delil dosyaya girer… İster ödüllü olsun, ister olmasın, sanıkların her şeyi de araştırılır!” denebilir. Şunu akılda tutmalıyız ki Ergenekon sanıklarının hasta yataklarından, yakınlarının evlerine kadar her yer didik didik arandı bu güne kadar. “Sana mı düştü çetecileri darbecileri savunmak, sana ne? İş yargıya intikal etmiş, bak karşında koskoca hükümet var, kaşınıyor musun?” diye soranlar da olabilir.

İkinci olay da ulaşım ücretlerine zamları protesto eden öğrencilerin göz altına alınmasıdır.

Karşımızdakinin gücü söylemi, içinde bir nebze Allah korkusu taşıyanlar için palavradan ibarettir. Bizi asıl ilgilendiren bir Alman çiftçisinin, yanılmıyorsam, III. Frederich’e, koskoca Alman imparatoruna “Berlin’de hâkimler var!” diyebilmesini sağlayan “hukuk kurumunun” bizde var olup olmadığıdır.

Şüphesiz hukuk kurumu olarak yargı da yanlış karar verebilir ama bizi ilgilendiren şey hakikatin eninde sonunda tecelli etmesini sağlayacak yerin, makamın, mahkemeler olduğudur.

Aslında burada birer insan olarak mahkeme üyelerinin melekliğinden de medet ummayız, sadece söz var oldukça, kuralın da bakî kalacağından yana bir ümidimiz vardır. Çünkü insanlar ölür ama kurallar yaşar!

Şimdi bu iki olay neden içimi sızlatmıştır? Memleketimizde artık neredeyse haberleri yasaklansa da her gün şehit cenazeleri kalkarken insan “darbeci” bir profesör ve iki tane “zibidi öğrenciye” mi üzülür?

Kazın ayağı öyle değil…

İlk olarak üç yıldır sürmekte olan bir davada henüz karara varılmamış ve sanıkların mahkûmiyeti kesinleşmemiştir. Dolayısıyla yataklarının altından, sürgülerine kadar her yerleri didik didik edilen masum insanların halinden bahsettiğimizi hatırımızda tutmalıyız.

İkincisi, bir memlekette vatandaşların en tabii haklarından birinin, yanlış buldukları politikaları şiddete müracaat etmeksizin protesto etmek olduğunu da utmamalıyız.

Eğer bu iki temel hak ve değer bir anlam ifade etmiyor ise o zaman zaten o memlekette hayat bitmiş demektir. Ama eğer bütün bunlar hâlâ hukuk devletinin var olduğu iddiasıyla yapılıyorsa…
Bir masumun suçluluğunu ispatlamak için akla gelmedik her yöntemi kullanacak kadar “âdil” iseniz…

Memleketinizde binlerce kişinin katlinden, vatanınıza ihanet etmesinden, vatanınıza, milletinize karşı suç işlemekten, sizi alaya almasından ve daha pek çok insanlık dışı eyleminden dolayı hem de iki defa mahkûm edilmiş bir suçlu, insanlık dışı bir yaratık varken…

Memleketinizin her köşesi etnik ırkçılığın köpekleri tarafından cayır cayır yakılır, molotoflanırken..” Hayatınızı cehenneme çevireceğiz!” “Bombalar savaşın bir parçası!” deyip de Serapları yakmayı, Buseleri şarapnellerle parçalamayı bize kabul ettirmeye çalışanlar bir de bütün ulusal televizyonların önünde başbakanınıza alenen küfredebiliyorsa…

İnsan ister istemez düşünüyor… İnsanlık dışı bir yaratık, “ağırlaştırılmış müebbet hapisle” insanlarla ilişkisi kesilerek yaşamaya mahkûm edildiği halde alenen bir örgütü yönetebiliyorken odasının kaç defa arandığını? İlişki kurduğu ve yönettiği insanların hayat ve siyaset mahallerinin kaç defa arandığını? Mahkûm bir yaratığın bir suç örgütü yönetmesine aracılık eden insanların neden aylardır kollarından tutulup da sorguya götürülemediğini? Meclis kürsüsünde bağlılık yemini ettikleri anayasaya karşı suç işleyenlerin hangi hakla hâlâ mecliste barınabildiklerini?

Askerimize, polisimize öldürmek ve yaralamak kastıyla saldıranlara “çocuk” muamelesi yapılıp neredeyse suç işlemedikleri söylenebilecek hale gelirken, en meşru haklarını kullanan üniversite öğrencilerinin mahkûm edilmesi için nasıl uğraşıldığını?

İktidar partisinin kendisine soru sorulmasından hoşlanmadığı ortada… Ama vatan haini eşkıyaların cirit atıp da “vatan” diyen herkesin “ıkçı” diye yaftalanıp itibarsızlaştırıldığı bir memlekette yaşayınca doğru dürüst insanların önünde iki seçenek kalıyor: Ya tariz edilmemek için susmak veya eşkıyalara katılıp herkesi sindirmek…

Şimdi bütün kabahatlerimize rağmen vicdanları hâlâ yaşayan insanlar olarak bu iki seçeneğin “millî iradeyle”, “demokrasiyle”, “cumhuriyetle” bağdaşıp bağdaşmadığını düşünelim ve sonra…


Hiç yorum yok: