Şehirleşme, ulusal
kozmopolitizmdir.
Bu, beklentileri, menfaatleri,
inançları çok farklı bireylerin
aynı işbölümü altında yaşadıkları büyük
yerleşim yerlerinde, emniyetin ve adaletin tek bir toplumsal kimlik ile sağlanması
demektir.
Gelişmiş batı ülkelerinde “multikültüralizm”/kültürel
çoğulculuk denen şey tam olarak aslında budur. Gelişmiş batı ülkeleri, size
kapitalizmin gelişmiş işbölümü, hızlı ve çeşitli üretim imkânlarını,
ırkınızdan, inancınızdan, milliyetinizden bağımsız olarak sunan büyük şehirlere
sahiptir.
Burada önemli olan nokta, bu şehirlerin size nihaî güç kullanıcının kim
olacağını seçmek hakkı vermesidir. Nihaî güç kullanıcı ve adalet sağlayıcı
daima o “Pazar yerini” size temine den
ulusun kimliğini taşımalıdır. Kendinizi egemen ulusa mensup hissetmemeniz
önemli değildir. Önemli olan egemen ulusun kurallarına uymaya mecbur
olmanızdır.
Gelişmiş bir batı ülkesinin
pazarında kendinizi emniyette ve özgür hissettiren, ülkenizde dininizin
egemenliği için mücadele edip de gene de bir batı ülkesine iltica etmeyi size
düşündüren de tam olarak budur.
“Şehirleşme” nihaî güç kullanıcı
tekelin kimliği hakkındaki sağlam bir uzlaşma dışında hiçbir konuda aynılaşmayı
gerektirmeyen bir, “bir arada olmak” bilincidir.
Şehirleşme nasıl oluşur?
Şehirleşme, insanların
hayatlarının, mülkiyetlerinin ve hürriyetlerinin, bütün farklılıkların
gerilimlerinden korunabildiği bir
yerleşim politikasının sonucudur.
Bu yüzden şehirleşme asla
sonradan ve âniden meydana gelmemiştir. Batı şehirleşmesinin “şehir devletlerinden”
gelen kökenlerine dikkat etmeksizin
şehirleşmeyi anlayabilmek mümkün değildir.
Daha güncel bir mukayese belki
bunu anlamak için faydalı olabilir ki o da Türkiye’de İstanbul ve kısmen İzmir dışındaki “şehir” denen yerleşim yerlerindeki yaşantının,
bahsettiğimiz ölçülere uyup uymadığına bakılarak yapılabilir.
Şehirleşme Türkiye Türk
toplumunda şehir devletlerinden köken almamıştır. Dolayısıyla bizde kapitalizme
temele teşkil edecek bir işbölümü ve iş birliği teşekkül edememiştir.
Batı ülkelerinde şehirler,
yüzlerce yıllık şirketlerle, mağazalarla doluyken bizim “şehirlerimizde”
varlığı on yıl devam eden herhangi bir
işyeri bulmanın çok zor olmasının da sebebi budur.
Cumhuriyetin ilânı ve lâikliğin
kabulü, uluslaşmanın siyasal veçhelerini belirlerken Ankara’nın başkent olması
da bu yüzden bir “ulusal şehirleşme” veya “ulusal kozmpolitizm” arzusunu ifade eder. Ankara, kasaba
kökeninden çıkarılıp içinde her kökenden
insanın, uluslaşmanın siyasal ve hukuksal birliği içinde kendisini emniyette
hissedeceği bir şehir olarak yaratılmıştır.
Böylece Atatürk Türk ulusunun medeniyetinin
köklülüğüne, yaratıcılığına dikkat çekmek istemiştir.
Oysa Türkiye’de “şehirler”,
taşranın, tarikatlerin veya etnik
bilinçli aşiretlerin/kabilelerin kendi cemaat odaklarını oluşturdukları kenar mahalle öbeklerinin, iş
bölümünü sömürdükleri yığışmalardan öteye gidememiştir. Bu toplumsal yapının
içinden de maalesef ilkeli siyasî
yapılar çıkmamıştır. Bu yapı içinde siyaset “menfaat dağıtıcı” iktidarların kullandığı bir dehşet dengesi
haline getirilmiştir.
Bu dehşet dengesinin en güncel
hali de toplumsal yapının en ilkel ve hayvansı ölçülerde siyaset eliyle
ayrıştırılması olarak ortaya çıkmıştır.
Bu yüzden Türkiye, artık bireylerin birbirlerinin inançlarına
karışmadığı ve etnik kümelenmelerle şiddet odağı yaratmaktan caydırıldıkları ,
özgürlükçü, lâik ve uygar bir şehirleşmeye kavuşturulmalıdır. Hukuk devletinin egemen olmadığı bir ortamda şehirler, ilkel canlıların, basit bir oy verme refleksiyle insan
avlayabildikleri av sahalarına dönmüşlerdir.
Uluslaşma süreci, şehirleşmenin
önemini iyice ortaya çıkarmıştır.
6 yorum:
Şehirleşme, ulusal kozmopolitizmdir.
Yazının özü bu bence.
Teşekkürler Selcen Hanım.
Nefis bir analiz! Pekiyi, hukuk devleti için kriteler ne olmalıdır? Sorusu elde bir... Ikinci soru, şehirleşmenin önündeki engeller neler? Ilk aklıma gelen şu , Şehirli olduğunu düşündüğümüz insanlar hukuk devletini öncelikli talep olarak sık sık dillendirmeli belki...
Aslında soruyu siz cevaplamışsınız sayın yazarımız. Aklınıza, elinize sağlık.
Gecekondululara uyarak hukuk devleti kurulamaz. Gecekondululara, etnik ve dini tutuculara uluslaşmanın penceresinden bakan ve farkla kör bir adalet sistemini kabul ettirmemiz gerekiyor.
Eğer kapalı toplumlar buna uydurulamazlarsa onlar mutlaka bir yerden hukuk devletini kemirir yok ederler; bugün olduğu gibi...
Devlet toplum etkileşmesine kapı aralayan cevabınız bence nefis.
Şehir, karmaşanın sistemidir. Şehir yaşamsal alanı “karışma”nın yaşamsal alanıdır. Asıl olan daima insan ise bu karışımsal yaşam alanını kullanacak “human” nereden gelecek?
İnsanın bir, toplumun bir olduğu anlayışıyla bu karışımsal alanı kullanacak insanların düzenli bir şehir toplumu oluşturması nasıl gerçekleşebilir?
Şehir insanı dediğimiz varlık toplumsal yaşamın gereğini kavramsal olarak dahi bilmiyorsa, üretim araçlarının çeşitliliğinin, üretim yapan iş gücünün farklılığının, ayrı yeteneklerle, her yeteneğin bir diğerinin faydasına sunulmasının gerekliliğini anlamakta zorlanıyorsa, “neden benden farklı olsun ki?” sorusunu sadece maddi kazanç noktasında bir eşitlik gereği olarak soruyor ve gayet anlamlı ve mantıklı buluyorsa nasıl farlılıkların- “karmaşa”nın düzenini kurabilecektir ki?
Siyasal yöneticinin “hemşeri”cilik yapmasının bir anlamının kalmadığı yer şehir, bir anlamının olduğu yer köy-kasaba olacaktır ki şu durumda neredeyse en büyük metropolümüz dahi köy-kasaba durumundadır.
İkiyüzbin Gürcü vatandaşımızdan biri en büyük şehrimizin başındadır. Bu şehrin meclisinde temsil durumu içler acısı. Bizim şehirlerde dahi bırakamadığımız minimize etnik milliyetçiliğimiz ulusal bir sorun olmuş çok mu…
En yüksek öğretim kurumu olan üniversiteler şehirlerde olur, olmalıdır. Taşradan çıkıp gelen genç kardeşimiz okurken, ufkunu genişletecek, hukukun anlamını bulacak, “diğer insan” olan kendinden farklı olan ile hukukunu geliştirecek, her tür bilgiyi alabilecek üniversal alanın özgürlüğünü tadacaktır,yaşayacaktır ki şehirleşsin…
Ama oda ne! bizim memlekette “bizde üniversite isteriz” diyen siyasetçiler sayesinde her yere üniversite açılmış, yüksek okul denen “şey” pıtırak gibi çoğalmış, bir bakmışız ki üniversal dan taşraya üniversite(!) okumaya gelen gençlerle ortalık dolmuş.
“Şehirleşme mi” dediniz üstadım! Olur inşallah…
İKNA üstadım, hoş gelmişsiniz!
Siz dükkâna uğrar mıydınız?
Eksik olmayın, başlı başına bir yazı yetkinliğindeki yorumunuzu zevkle okuduk. Aklınıza , elinize sağlık.
Nefis bir sosyo-ekonomik tahlil. Ben de yorumunuzdaki derinlik için teşekkürlerimi sunuyor ve dileklerinizi paylaşıyorum.
Her zaman bekliyoruz.
Saygılar.
Yorum Gönder