Aynı malın "soyut emekten" ve "sonut emekten" kaynaklanan değişim ve kullanım değerlerinin var olduğunu söylemek bal gibi metafiziktir ama kimin umurunda? |
Marx mübadelede bir “değer
eşitliği” durumunu öngörmüş/şart koşmuştur. Buna göre “Değişim/mübadele
değerleri eşitlenmiş mallar birbirleriyle mübadele edilebilir.”
Bu düşünüş doğru mudur?
Bu düşünüş, “değerin değişimden
önce var olduğunu” kabul eder. Öyle ki zaten maddede içkin halde bulunan “değer”,
bir şekilde ortaya çıkar ve o ortaya
çıktığında da insanlar hangi malların mübadeleye gireceğine, “değerlerin
denkliğine göre” karar verir.
Dikkat edilirse bu açıklamada
malları üreten ve sonra mübadele eden insanların bütün yaptıkları, “Zaten var
olan bir mübadele emrini yerine getirmeleridir.”
Emek değer hipotezinin aritmetik
temelini teşkil eden hesaplamada emeğe biçilen fiyatı esas alır ve sonra
üretilen malın satış fiyatı ile yaptığı mukayeseden, emeğin sömürüldüğü
sonucunu çıkarır.
Burada emek fiyatıyla mal fiyatı
arasında daima sabit bir oran olacağını düşünür. Aksi takdirde anlık
fiyatlandırmalarla bu tip bir sömürü çıkarsamasına gitmesi mümkün değildir.
Yanlışlığın başlangıcı, bir üretim faktörü olan emeğin esas aldığı
fiyatının zaten eleştirdiği mübadele sitemince belirlenmesidir. Marx emeğin fiyatından hareket ederken onun zamanla
değişebilen bir değere sahip olabileceğini hiç düşünmez. “Nitelikli emek” düzeltmesi
dahi bunu karşılamaktan, açıklamaktan uzaktır. Çünkü bugün “arzu edilir bir
nitelikle” donanmış emeğin gelecekte
aynı fiyattan alıcı bulup
bulamayacağını düşünmemiştir.
Bunun önemi nedir? Bunun önemi
şudur ki emekte fiyatlandırmanın, diğer mallara göre daha yavaş işlediğini
anlayamamasıdır. Bu da şu anlama gelir:
Bir işçi bir haftalık toplam
üretimi için belirli bir ücret alıp
üreticiye, kapitaliste bir risk
stoğu yüklerken üretilen malların satışında risk stoklanmaz, ya gerçekleşir ya
da gerçekleşmez. Risk stoğu nedir? İşçinin, kapitalist tarafından alınan
emeğinin ancak ücret dönemlerinde ortaya çıkan kâr-zarar muhasebeleştirilmesi durumudur.
İşçi çalıştıktan sonra ücretini haftalık
olarak alır.
Kapitalist, normal bir üretim
hızıyla çalışan işçiye ancak malların üretimi gerçekleştikten sonra emeğinin karşılığını verir.
Sorun şudur ki işçinin sözleşmeyle belirlenmiş ücreti üretimi gerçekleştirdiği için mutlaka ödenmelidir.( Sözleşme ihlallerini sui
misal olarak göreceğimizden aksi örnek saymamız mümkün değildir.) Peki ama işçiden emeğini satın alan
kapitalistin satmaya çalıştığı malın talep görüp görmeyeceğini kim söyleyebilir?
Bunu hiç kimse söyleyemez. Kapitalist/işveren kendince bir tahminle bir üretim
bandı oluşturarak emekten yana belli bir
tercih kullanmıştır.
Marx bu tercihi yaparken kapitalistin,
mal içindeki “saklı emekten”
yararlandığını söylemektedir. Sorun şudur ki kapitalistin malı alıcı
bulamayabilir de. Bu durumda “malın
içindeki emeğe” ne olmaktadır? Hiçbir şey olmamaktadır. Çünkü onun bedeli
sözleşme gereği ya önceden ya da haftanın sonunda mutlaka ödenmiş olmaktadır.
Bu bize neyi gösterir?
Herhangi iki malın üretim
zamanlarına bağlı objektif değer
eşitliğini tespit edebilseniz dahi bunun mübadelede hiçbir önemi olmayacaktır.
Bir kilo bulgurun, emek değer hesabıyla iki yüz elli gram kahveye eşit olduğunu
söylemenizin kahve ve bulgur takası yapacaklar açısından anlık bir önemi
olabilir ama hiçbir müşteri kahve veya bulgur alırken sizin uzun uğraşlar
sonunda keşfettiğiniz bu sözde eşitliği umursamayacaktır. En nihayetinde
kendisine adeta tapılan “emekçinin” bu
iki metanın üretiminde ücretlendirilmesi da farklı olacaktır.
Bu durumda mallar mübadeleye
birbirlerine karşı takaslanmak üzere girmezler. Çünkü böyle girerlerse belki
kendilerine göre eşit miktarlarda takas edilebilirler ama bedeli parayla
hesaplanan ücretin karşılığının hesaplanması imkânsız hale gelir.
Marx burada iki şeyi atlamıştır:
Birincisi para iktisadının mal değerleri arasındaki standart değer etkisini tam anlayamamıştır.
Emeği paraya göre fiyatlandırıp “mübadele değerlerini” üretim zamanlarına bağlı olarak birbirlerine
göre “değerlendirmesi” elmayla armudu toplamak demektir. Ne emek, fiyatı kapitalistin tek yönlü
dayattığı bir üretim faktörüdür ne de
fiyatlar malların içlerinden çıkıveren “doğal
ve verili” ölçülerdir.
İkinci olarak da herkesin, hem
üretici hem tüketici olduğunu anlayamamıştır. Bu da herkesin almak veya satmak
istediği mallarda, başkalarının fayda
sıralamalarıyla kaçınılmaz şekilde bağımlı olmasıdır.
Emek kapitalistçe alınırken diğer mallar
müşterilerce alınır. Bir mal özelliği taşımasıyla emek de arz ve talebe göre
değerlenir. Emeğin her zaman, ihtiyaçtan fazla olacağı kehaneti bu açıdan tam
bir saçmalıktır. Çünkü insanlar fişe takıldıklarında, her işi aynı verimle
yapabilecek robotlar değildir. İnsanların çocuklarını en nitelikli ve az
bulunur mesleklere yönlendirmeleri emeğin arz ve talebe göre değerlenmesinin en
büyük kanıtıdır.
Meselâ hiç kimse bir doktor emeğinin yüz şoför
emeğine denk olduğunu falan iddia etmez. Oysa Marx’a göre emek tipleri arasında da bu tip “değerlemeler
veya mukayeseler” yapılabilmelidir.
Marx emeği kutsarken işin
içindeki insanı ıskalamış bir idealisttir. En büyük zararı da problem
hakkındaki bu insansız ve yanlış akıl
yürütmesinin idealaştırılmış olmasıdır.
2 yorum:
Marx emeği kutsarken işin içindeki insanı ıskalamış bir idealisttir. En büyük zararı da problem hakkındaki bu insansız ve yanlış akıl yürütmesinin idealaştırılmış olmasıdır.
Bence önemli olan budur.
Akılda kalabilecek bir özet sunabiliyorsak ne âlâ.
Çok teşekkürler. Sağlıcakla.
Saygılar.
Yorum Gönder