25 Ocak 2015 Pazar

Marx’ın İnsansız Değer Eşitliğine Naif Bir Bakış

Aynı malın "soyut emekten" ve  "sonut emekten" kaynaklanan
 değişim ve kullanım değerlerinin var olduğunu söylemek
bal gibi metafiziktir ama kimin umurunda?


Marx mübadelede bir “değer eşitliği” durumunu öngörmüş/şart koşmuştur. Buna göre “Değişim/mübadele değerleri eşitlenmiş mallar birbirleriyle mübadele edilebilir.”

Bu düşünüş doğru mudur?

Bu düşünüş, “değerin değişimden önce var olduğunu” kabul eder. Öyle ki zaten maddede içkin halde bulunan “değer”,  bir şekilde ortaya çıkar ve o ortaya çıktığında da insanlar hangi malların mübadeleye gireceğine, “değerlerin denkliğine göre” karar verir.

Dikkat edilirse bu açıklamada malları üreten ve sonra mübadele eden insanların bütün yaptıkları, “Zaten var olan bir mübadele emrini yerine getirmeleridir.”

Emek değer hipotezinin aritmetik temelini teşkil eden hesaplamada emeğe biçilen fiyatı esas alır ve sonra üretilen malın satış fiyatı ile yaptığı mukayeseden, emeğin sömürüldüğü sonucunu çıkarır.

Burada emek fiyatıyla mal fiyatı arasında daima sabit bir oran olacağını düşünür. Aksi takdirde anlık fiyatlandırmalarla bu tip bir sömürü çıkarsamasına gitmesi mümkün değildir.

Yanlışlığın başlangıcı,  bir üretim faktörü olan emeğin esas aldığı fiyatının zaten eleştirdiği mübadele sitemince belirlenmesidir. Marx  emeğin fiyatından hareket ederken onun zamanla değişebilen bir değere sahip olabileceğini hiç düşünmez. “Nitelikli emek” düzeltmesi dahi bunu karşılamaktan, açıklamaktan uzaktır. Çünkü bugün “arzu edilir bir nitelikle” donanmış emeğin gelecekte  aynı  fiyattan alıcı bulup bulamayacağını düşünmemiştir.

Bunun önemi nedir? Bunun önemi şudur ki emekte fiyatlandırmanın, diğer mallara göre daha yavaş işlediğini anlayamamasıdır. Bu da şu anlama gelir:

Bir işçi bir haftalık toplam üretimi için belirli bir ücret alıp  üreticiye, kapitaliste   bir risk stoğu yüklerken üretilen malların satışında risk stoklanmaz, ya gerçekleşir ya da gerçekleşmez. Risk stoğu nedir? İşçinin, kapitalist tarafından alınan emeğinin ancak ücret dönemlerinde ortaya çıkan kâr-zarar muhasebeleştirilmesi durumudur.  İşçi çalıştıktan sonra ücretini haftalık olarak alır.

Kapitalist, normal bir üretim hızıyla çalışan işçiye ancak malların üretimi gerçekleştikten sonra  emeğinin karşılığını verir.

Sorun  şudur ki işçinin sözleşmeyle belirlenmiş  ücreti üretimi  gerçekleştirdiği için  mutlaka ödenmelidir.( Sözleşme ihlallerini sui misal olarak göreceğimizden aksi örnek saymamız mümkün değildir.)  Peki ama işçiden emeğini satın alan kapitalistin satmaya çalıştığı malın talep görüp görmeyeceğini kim söyleyebilir? Bunu hiç kimse söyleyemez. Kapitalist/işveren kendince bir tahminle bir üretim bandı oluşturarak  emekten yana belli bir tercih  kullanmıştır.

Marx bu tercihi yaparken kapitalistin, mal  içindeki “saklı emekten” yararlandığını söylemektedir. Sorun şudur ki kapitalistin malı alıcı bulamayabilir de.  Bu durumda “malın içindeki emeğe” ne olmaktadır? Hiçbir şey olmamaktadır. Çünkü onun bedeli sözleşme gereği ya önceden ya da haftanın sonunda mutlaka ödenmiş olmaktadır.

Bu bize neyi gösterir?

Herhangi iki malın üretim zamanlarına bağlı objektif  değer eşitliğini tespit edebilseniz dahi bunun mübadelede hiçbir önemi olmayacaktır. Bir kilo bulgurun, emek değer hesabıyla iki yüz elli gram kahveye eşit olduğunu söylemenizin kahve ve bulgur takası yapacaklar açısından anlık bir önemi olabilir ama hiçbir müşteri kahve veya bulgur alırken sizin uzun uğraşlar sonunda keşfettiğiniz bu sözde eşitliği umursamayacaktır. En nihayetinde kendisine adeta tapılan “emekçinin”  bu iki metanın üretiminde ücretlendirilmesi da farklı olacaktır.

Bu durumda mallar mübadeleye birbirlerine karşı takaslanmak üzere girmezler. Çünkü böyle girerlerse belki kendilerine göre eşit miktarlarda takas edilebilirler ama bedeli parayla hesaplanan ücretin karşılığının hesaplanması imkânsız hale gelir.

Marx burada iki şeyi atlamıştır:

Birincisi para iktisadının  mal değerleri arasındaki  standart değer etkisini tam anlayamamıştır.

 Emeği paraya göre fiyatlandırıp “mübadele değerlerini”   üretim zamanlarına bağlı olarak birbirlerine göre “değerlendirmesi” elmayla armudu toplamak demektir.  Ne emek, fiyatı kapitalistin tek yönlü dayattığı  bir üretim faktörüdür ne de fiyatlar malların içlerinden çıkıveren  “doğal ve verili” ölçülerdir.

İkinci olarak da herkesin, hem üretici hem tüketici olduğunu anlayamamıştır. Bu da herkesin almak veya satmak istediği mallarda, başkalarının  fayda sıralamalarıyla kaçınılmaz şekilde  bağımlı olmasıdır.

Emek  kapitalistçe alınırken diğer mallar müşterilerce alınır. Bir mal özelliği taşımasıyla emek de arz ve talebe göre değerlenir. Emeğin her zaman, ihtiyaçtan fazla olacağı kehaneti bu açıdan tam bir saçmalıktır. Çünkü insanlar fişe takıldıklarında, her işi aynı verimle yapabilecek robotlar değildir. İnsanların çocuklarını en nitelikli ve az bulunur mesleklere yönlendirmeleri emeğin arz ve talebe göre değerlenmesinin en büyük kanıtıdır.

 Meselâ hiç kimse bir doktor emeğinin yüz şoför emeğine denk olduğunu falan iddia etmez. Oysa Marx’a göre  emek tipleri arasında da bu tip “değerlemeler veya mukayeseler” yapılabilmelidir.

Marx emeği kutsarken işin içindeki insanı ıskalamış bir idealisttir. En büyük zararı da problem hakkındaki  bu insansız ve yanlış akıl yürütmesinin idealaştırılmış olmasıdır.



2 yorum:

selcen dedi ki...

Marx emeği kutsarken işin içindeki insanı ıskalamış bir idealisttir. En büyük zararı da problem hakkındaki bu insansız ve yanlış akıl yürütmesinin idealaştırılmış olmasıdır.
Bence önemli olan budur.

Afşar Çelik dedi ki...

Akılda kalabilecek bir özet sunabiliyorsak ne âlâ.

Çok teşekkürler. Sağlıcakla.

Saygılar.