25 Ocak 2015 Pazar

Ahlâkı Yok Eden Din


Dindarın “ daha ahlâklı” olması gerektiğine dair kabulümüz  geleneksel bir içgüdü olarak içimize o kadar yerleşmiştir ki bunu tartışmak ciddi çatışmalara yol açabiliyor.

Günümüzde dinci siyasette, Müslümanlar arasındaki şiddet vakaları ve ahlâkî yozlaşma,   artık sorunun, dinin uygulanmas
ındaki yerindelik tartışmasının ötesine geçtiğini gösteriyor.

Sorun ahlâkın anlaşılmaması olduğu kadar aynı zamanda din kurumunun ahlâkla yaşadığı varoluşsal  çelişkiye dayanıyor.

Oysa hepimiz dini, ahlâkın kaynaklarından biri hatta birincisi saymaz mıyız?

Belki de ahlâkın tanımından başlasak sorunu daha kolay çözeriz. Çünkü aslolan ahlâklı davranmaktır. Bütün öğretiler, ahlâklı davranmanın psikolojik güdülenmesini sağlamaya çalışır.

O halde ahlâk nedir? Ahlâk , zarar vermemek iradesidir.

Zarar vermemek de diğer bireylerin hayat, mülkiyet ve hürriyet  temel haklarını ihlâl etmemekten ibarettir. Yani ahlâk verili bir emir değildir. Ahlâk  bireye ait  bir seçimdir. Bunun yanı sıra ahlâk, yapmaktan ziyade yapmamayı tercih etmeye dayalı “negatif emir kategorisinde” bir koddur.

Nitekim kadim Ortadoğu inançların temelinde, altı üstü on tane “negatif emir” vardır.

Tanrı inançlarının temelinde, varoluşun nihaî gerçekliği Tanrı’dır.  O iyiliğin  ve varoluşun kaynağıdır. O sonsuz merhametli yaratıcıdır. Ve bizim ona inanmamızı, varoluşu idrak etmemiz için ister. O sonsuz merhametinin bizim tercihimizde tecelli etmesini ister. Böylece  onun varlığı sadece emrindeki canlılarda değil, kendisininkine benzer bir iradeye sahip olan tek canlıda da yani insanda da tecelli edecektir.

Böylece ahlâk inanç veçhesinden varoluşa uygunlukla  özdeşleşir. Diğer taraftan ahlâk, insan varoluşunun fiziksel şartları olan temel hakların korunması açısından da “varoluşa uygunluk” ile özdeşleştirilebilir.
Peki ama din kurumunun bütün bunlarla ne ilgisi vardır? Din maalesef bu konularla ilgilenmez.

Din kurumu için ahlâk, ancak  din   otoritelerince belirlenmiş belli şekil şartlarına ve hikmetinden sual olunmaz  “pozitif/belirleyici” emirlere uymaktan ibarettir. Din, bu emirlerin gerçek mahiyetleriyle de varoluşa uygun olup olmadıklarıyla da ve gerçekten temel hakları koruyup korumadıklarıyla da ilgilenmez.

Neden böyledir? Çünkü din,  bireylerin Tanrı’yı idrak etmek için kabul ettikleri inanç temellerinin ötesinde, Tanrı ile onlar arasında aracı olmaya soyunanların yorumlarıyla şekillendirdikleri yapay bir kurumdur da ondan. İnanç ne kadar sade ve “negatif sınırlayıcıysa” din tam tersi o kadar çetrefilli ve “pozitif/buyurgan ve belirleyicidir”.

Din, inancı  kendi iktidarlarına yıkılmaz, tartışılmaz bir dayanak  yapmak isteyenlerin icat ettikleri bir kurum. Nitekim peygamberlerin  din  olarak vaz ettikleri  inançların, onların ölümünden hemen sonra  yıkıcı ve kahredici birer şeriat rejimine dönüşmesi bunun kanıtıdır. Nitekim örtünme emirlerinden, cinsellikle ilgili kılı kırk yaran içtihatlara kadar din profesyonellerinin uğraştığı sayısız konunun,  ahlâkın kendisiyle hiçbir ilgisi yok. Bu yüzdendir ki kadınlara baş örttürüp onları parası ya da bileği kuvvetli olanların cinsel iştahlarına meze eden insanların temel hakların din ile ihlal edilmesine kalp huzuru ile sessiz kalması da bu yüzden.


Din ayrıca  vaz ettiği “ahlâkla” ikiyüzlülüğü ve gösterişi teşvik ediyor. Din nazarında “ahlâklı” görünmek ahlâklı olmaktan daha makbul. Çünkü artık dine mensubiyet başlı başına bir erdem kabul ediliyor ve bunu göstermekse itibar edinmenin en güvenceli yolu oluyor. Yaptıkları  yardımları siyaset için reklâm eden dinciler, bunu kişisel ahlâksızlıklarından dolayı yapmıyorlar. Din kurumunun bizatihi âmir/ buyurgan emirler kategorisine uydukları için iyilikle gösteriş yapmakta beis görmüyorlar.

Artık açıkça görünüyor ki dinin,  müminlere ahlâk olarak verecek hiçbir şeyi yok. Çünkü din ve din profesyonelleri artık  ne müminlerin inancını ne de o inancın zarar vermemek iradesi olarak ahlâkla ilgisini umursuyor. Din ancak  ve yalnız kendisine kayıtsız şartsız bir itaati hedefliyor ki bunun “iman” olarak  adlandırılmasının cezasını hepimiz çekiyoruz.







6 yorum:

selcen dedi ki...

Artık açıkça görünüyor ki dinin, müminlere ahlâk olarak verecek hiçbir şeyi yok. Çünkü din ve din profesyonelleri artık ne müminlerin inancını ne de o inancın zarar vermemek iradesi olarak ahlâkla ilgisini umursuyor. Din ancak ve yalnız kendisine kayıtsız şartsız bir itaati hedefliyor ki bunun “iman” olarak adlandırılmasının cezasını hepimiz çekiyoruz.
Görülüyor ki iman denilen şey,kesin itaattir.Bu da beynin az kullanılması sonucunu doğurmuyor mu?

Afşar Çelik dedi ki...

Aynen efendim! Çünkü itaat ilişkisi aklın susturulmasını şart koşar.

Allah'a itaat konusunda herkes müttefik kalabilir. Sorun itaat ettiğimizin sadece Allah'a itaat edip etmediğimizdir.

Aklınıza, elinize sağlık! her zaman bekliyoruz!

ergün tutuş dedi ki...

bir toplumda yarısı sürekli baskı altında tutulup, boyun eğmeye zorlandığı ve diğer yarısı da kendilerini hükümdarı olarak gördüğü sürece, o toplumda özgür kurumların oluşup, özgürce işlemesini beklemek aptallık olur.Din ve onu çekip çeviren, din hususunda söz söyleme yetkisini ellerine geçirenler, dinletilerinin takipçilerince sorgulanamaz olduğunu ve sen bana biat et, boyun eğki, bende seni korumam altına alayım mesajı ile dinleyenlerin temiz duyularının istismarıyla, güya asırlardır sırları çözülememiş metinler üzerinden kendileri bu dünyadaki yaşamlarını, dinleyenlerin ve biat edenlerin öteki dünyalarını garanti altına almaktadırlar...iyi zenaat vesselam...saygılar...Sn. çelik...

ergün tutuş dedi ki...

Unutulmamalıdır ki birey, topluma uyum çabası gösterdiğinde, toplumun ben merkeziliği, bozulmamış insan'ların yaşamını sahteleştirir.Kişi kendisi olmayıp, toplumun dejenere olmuş değerlerine maske takarak, topluma uyum uğruna kendi kişiliğini bir başka kişiliğe çevirirse, selin önüne kattığı çöp misali savrulur. Selin bittiği yerde kendisi de biter...

Afşar Çelik dedi ki...

Ergün Bey ,

Özenli okumalarınız için teşekkürler.

Birey toplumdan o kadar soyut mudur?Yani birey topluma belli bir zaman sonra mı dahil olur?

Acaba bireyin başlı başına bir değer sayıldığı toplumlarda bu düşündüklerimiz geçerli midir? Bir de bu açıdan bakalım mı?

Yorumlarınız ve dikkatiniz için sonsuz teşekkürler. Her zaman bekliyorum.

Afşar Çelik dedi ki...

Ergün Bey,

Şöyle bir yanlış anlama olmasın: Toplum bir "otomatizm" değil. Bir şekiilde kurulduğunda hep aynı şekilde davranan bir robot değil. Toplumda bilgilenmeyi ve özgürlüğü arttırırsanız bahsedilen biat kültürünün gelişmesinin önüne geçebilirsiniz. Ayrıca insanlarda genel bir öğrenme aşkı ve özgürlük tutkusu meydana getirilirse ki bu da örnek bireylerin bunu sürekli hatırlatmasıyla başlar, dinin toplumsal baskısı azalır.

Batı bunu laiklikle resmi olarak mühürlemiştir. Biz de cumhuriyetle yapmıştık ama gelin görün ki cehalet hastalıklı bir cerahat gibi içimizde büyümüş. Bir zaman sonra da patladı.

Her zaman bekliyorum, çok teşekkürler!