Dindarın “ daha ahlâklı” olması
gerektiğine dair kabulümüz geleneksel
bir içgüdü olarak içimize o kadar yerleşmiştir ki bunu tartışmak ciddi
çatışmalara yol açabiliyor.
Günümüzde dinci siyasette,
Müslümanlar arasındaki şiddet vakaları ve ahlâkî yozlaşma, artık sorunun, dinin uygulanmas
ındaki yerindelik
tartışmasının ötesine geçtiğini gösteriyor.
Sorun ahlâkın anlaşılmaması
olduğu kadar aynı zamanda din kurumunun ahlâkla yaşadığı varoluşsal çelişkiye dayanıyor.
Oysa hepimiz dini, ahlâkın
kaynaklarından biri hatta birincisi saymaz mıyız?
Belki de ahlâkın tanımından
başlasak sorunu daha kolay çözeriz. Çünkü aslolan ahlâklı davranmaktır. Bütün
öğretiler, ahlâklı davranmanın psikolojik güdülenmesini sağlamaya çalışır.
O halde ahlâk nedir? Ahlâk ,
zarar vermemek iradesidir.
Zarar vermemek de diğer
bireylerin hayat, mülkiyet ve hürriyet temel haklarını ihlâl etmemekten ibarettir.
Yani ahlâk verili bir emir değildir. Ahlâk
bireye ait bir seçimdir. Bunun yanı
sıra ahlâk, yapmaktan ziyade yapmamayı tercih etmeye dayalı “negatif emir
kategorisinde” bir koddur.
Nitekim kadim Ortadoğu inançların
temelinde, altı üstü on tane “negatif emir” vardır.
Tanrı inançlarının temelinde,
varoluşun nihaî gerçekliği Tanrı’dır. O
iyiliğin ve varoluşun kaynağıdır. O
sonsuz merhametli yaratıcıdır. Ve bizim ona inanmamızı, varoluşu idrak etmemiz
için ister. O sonsuz merhametinin bizim tercihimizde tecelli etmesini ister.
Böylece onun varlığı sadece emrindeki
canlılarda değil, kendisininkine benzer bir iradeye sahip olan tek canlıda da
yani insanda da tecelli edecektir.
Böylece ahlâk inanç veçhesinden
varoluşa uygunlukla özdeşleşir. Diğer taraftan
ahlâk, insan varoluşunun fiziksel şartları olan temel hakların korunması
açısından da “varoluşa uygunluk” ile özdeşleştirilebilir.
Peki ama din kurumunun bütün
bunlarla ne ilgisi vardır? Din maalesef bu konularla ilgilenmez.
Din kurumu için ahlâk, ancak din
otoritelerince belirlenmiş belli şekil şartlarına ve hikmetinden sual
olunmaz “pozitif/belirleyici” emirlere
uymaktan ibarettir. Din, bu emirlerin gerçek mahiyetleriyle de varoluşa uygun
olup olmadıklarıyla da ve gerçekten temel hakları koruyup korumadıklarıyla da
ilgilenmez.
Neden böyledir? Çünkü din, bireylerin Tanrı’yı idrak etmek için kabul
ettikleri inanç temellerinin ötesinde, Tanrı ile onlar arasında aracı olmaya
soyunanların yorumlarıyla şekillendirdikleri yapay bir kurumdur da ondan. İnanç
ne kadar sade ve “negatif sınırlayıcıysa” din tam tersi o kadar çetrefilli ve “pozitif/buyurgan
ve belirleyicidir”.
Din, inancı kendi iktidarlarına yıkılmaz, tartışılmaz bir
dayanak yapmak isteyenlerin icat
ettikleri bir kurum. Nitekim peygamberlerin
din olarak vaz ettikleri inançların, onların ölümünden hemen
sonra yıkıcı ve kahredici birer şeriat
rejimine dönüşmesi bunun kanıtıdır. Nitekim örtünme emirlerinden, cinsellikle
ilgili kılı kırk yaran içtihatlara kadar din profesyonellerinin uğraştığı
sayısız konunun, ahlâkın kendisiyle hiçbir
ilgisi yok. Bu yüzdendir ki kadınlara baş örttürüp onları parası ya da bileği
kuvvetli olanların cinsel iştahlarına meze eden insanların temel hakların din
ile ihlal edilmesine kalp huzuru ile sessiz kalması da bu yüzden.
Din ayrıca vaz ettiği “ahlâkla” ikiyüzlülüğü ve
gösterişi teşvik ediyor. Din nazarında “ahlâklı” görünmek ahlâklı olmaktan daha
makbul. Çünkü artık dine mensubiyet başlı başına bir erdem kabul ediliyor ve
bunu göstermekse itibar edinmenin en güvenceli yolu oluyor. Yaptıkları yardımları siyaset için reklâm eden dinciler,
bunu kişisel ahlâksızlıklarından dolayı yapmıyorlar. Din kurumunun bizatihi
âmir/ buyurgan emirler kategorisine uydukları için iyilikle gösteriş yapmakta
beis görmüyorlar.
Artık açıkça görünüyor ki
dinin, müminlere ahlâk olarak verecek hiçbir
şeyi yok. Çünkü din ve din profesyonelleri artık ne müminlerin inancını ne de o inancın zarar
vermemek iradesi olarak ahlâkla ilgisini umursuyor. Din ancak ve yalnız kendisine kayıtsız şartsız bir
itaati hedefliyor ki bunun “iman” olarak
adlandırılmasının cezasını hepimiz çekiyoruz.
6 yorum:
Artık açıkça görünüyor ki dinin, müminlere ahlâk olarak verecek hiçbir şeyi yok. Çünkü din ve din profesyonelleri artık ne müminlerin inancını ne de o inancın zarar vermemek iradesi olarak ahlâkla ilgisini umursuyor. Din ancak ve yalnız kendisine kayıtsız şartsız bir itaati hedefliyor ki bunun “iman” olarak adlandırılmasının cezasını hepimiz çekiyoruz.
Görülüyor ki iman denilen şey,kesin itaattir.Bu da beynin az kullanılması sonucunu doğurmuyor mu?
Aynen efendim! Çünkü itaat ilişkisi aklın susturulmasını şart koşar.
Allah'a itaat konusunda herkes müttefik kalabilir. Sorun itaat ettiğimizin sadece Allah'a itaat edip etmediğimizdir.
Aklınıza, elinize sağlık! her zaman bekliyoruz!
bir toplumda yarısı sürekli baskı altında tutulup, boyun eğmeye zorlandığı ve diğer yarısı da kendilerini hükümdarı olarak gördüğü sürece, o toplumda özgür kurumların oluşup, özgürce işlemesini beklemek aptallık olur.Din ve onu çekip çeviren, din hususunda söz söyleme yetkisini ellerine geçirenler, dinletilerinin takipçilerince sorgulanamaz olduğunu ve sen bana biat et, boyun eğki, bende seni korumam altına alayım mesajı ile dinleyenlerin temiz duyularının istismarıyla, güya asırlardır sırları çözülememiş metinler üzerinden kendileri bu dünyadaki yaşamlarını, dinleyenlerin ve biat edenlerin öteki dünyalarını garanti altına almaktadırlar...iyi zenaat vesselam...saygılar...Sn. çelik...
Unutulmamalıdır ki birey, topluma uyum çabası gösterdiğinde, toplumun ben merkeziliği, bozulmamış insan'ların yaşamını sahteleştirir.Kişi kendisi olmayıp, toplumun dejenere olmuş değerlerine maske takarak, topluma uyum uğruna kendi kişiliğini bir başka kişiliğe çevirirse, selin önüne kattığı çöp misali savrulur. Selin bittiği yerde kendisi de biter...
Ergün Bey ,
Özenli okumalarınız için teşekkürler.
Birey toplumdan o kadar soyut mudur?Yani birey topluma belli bir zaman sonra mı dahil olur?
Acaba bireyin başlı başına bir değer sayıldığı toplumlarda bu düşündüklerimiz geçerli midir? Bir de bu açıdan bakalım mı?
Yorumlarınız ve dikkatiniz için sonsuz teşekkürler. Her zaman bekliyorum.
Ergün Bey,
Şöyle bir yanlış anlama olmasın: Toplum bir "otomatizm" değil. Bir şekiilde kurulduğunda hep aynı şekilde davranan bir robot değil. Toplumda bilgilenmeyi ve özgürlüğü arttırırsanız bahsedilen biat kültürünün gelişmesinin önüne geçebilirsiniz. Ayrıca insanlarda genel bir öğrenme aşkı ve özgürlük tutkusu meydana getirilirse ki bu da örnek bireylerin bunu sürekli hatırlatmasıyla başlar, dinin toplumsal baskısı azalır.
Batı bunu laiklikle resmi olarak mühürlemiştir. Biz de cumhuriyetle yapmıştık ama gelin görün ki cehalet hastalıklı bir cerahat gibi içimizde büyümüş. Bir zaman sonra da patladı.
Her zaman bekliyorum, çok teşekkürler!
Yorum Gönder