21 Ocak 2015 Çarşamba

Tümevarımın Hiyerarşisinde Din



Hepimiz dünyayı anlamaya çalışıyoruz. Beklentilerimize veya merakımıza göre hepimiz, onun içinde en az acıyla yaşayabilmek için onu anlamaya çalışıyoruz. Onun içindir ki “her şeyin başı sağlık!” diyoruz.

İyi de “dünyayı anlamak” ne demek?

Dünyayı anlamak, onun varoluşundaki düzenlilikleri keşfetmek demek.

Dünyanın varoluşundaki düzenlilik de içindeki her şeyin kendisine taabi olduğu bir kurallar  sisteminden bahsetmek demek.

Hal böyle olunca  karşımıza “din” çıkıyor. Din bize ağaçtan düşen yapraktan, ekinlerin bitmesine kadar her şeyi gözeten bir yaratıcının varlığını va’z ediyor veya biz öyle düşünmeye eğilimliyiz.

Böyle düşünmek eğilimimiz,  “din” denen kurumun otoriter yapısından kaynaklanıyor.

Otoriter bir yapı,  kabaca, âmir-memur  ilişkisine dayalı oluşturulmuş bir yapıdır. Yani herkesin emir verdiği ve emir  aldığı bir itaat sistemine göre oluşmuş bir yapıdır bu. Nitekim  yaratılmışların bir hiyerarşisinin içinde insanın en üst sıraya konması, daha sonra Allah’tan başlayarak sıradan mümine uzanan bir emir komuta zincirinin oluşturulması  bu yapının işaretleridir.

Şüphesiz yaratıcı, yaratma gücünden dolayı kategori dışı olarak düşünülecektir.

Ama onun dışındaki hiçbir varlık için neden bir “üstünlük” sıralaması yapmamız gerektiği belli değildir.

Bu otoriter yapı başlı başına sorunlu bir  düşünüş olmakla birlikte inanç sahiplerinin inançlarıyla din arasındaki çelişkilerin başlangıç noktasıdır.
 
Çünkü yaygın olarak “yok etmemek” hususunda  bir eğilim sergileyen insanların, kendilerini herhangi bir hayvandan neden daha “üstün” görmeleri gerektiğine dair bir şüphelerinin olması gayet doğaldır ki çevreci hareketlerdeki temel sorun da budur.

İş bir “egemenlik” sorunu olarak düşünüldüğünde de neden bazı insanların, diğerlerine ne yapmaları gerektiğini söyleyebilmesi gerektiğinin cevabı, “inancın” içinde bulunamamakta. O cevap ancak bir hiyerarşi zinciri tanımlanarak bir din oluşturulmuşsa verilebilmektedir. Kaldı ki herhangi bir cevabın bir sorunun içeriğini açıklayabilmesi gerekirken aslında dinin “cevapları” sorunumuzu çözmemekte  daha da karmaşıklaştırıyor.

Bunun yanı sıra otorite oluşumu  doğruda doğruya yukarı doğru artan bir  sorumsuz yetkililik durumunu doğuruyor.

Böyle bir otorite oluşumunda, Tanrı mutlak  ve sorumsuz  hâkim varlık.

 Peygamberler “günahsızlık” sıfatlarıyla insanlar arasında “yargıdan” bağımsız görünen, seçilmişler…

“Veliler”,  manevi yetkinlikleri peygamberden aşağı ama sıradan müminlerden daha fazla olan “ikincil seçilmişler”…

Âlimler  gayret ile belli bir fetva yetkisini kazanmış “seçkinler”…

Ve imamlar ( sünni din görevlileri) da ilmihal bilgisi ile sıradan müminden üstün olan  son sıra seçkinler…

Bunlar bize neyi gösteriyor? Bu otoriter yapı, hayatın her noktasına müdahale edebilmeyi mümkün kılıyor. Böylece bu hiyerarşiye dahil olanlar , hayatın her bir noktasından hareketle yukarıya doğru süren bir otorite sistemiyle şekillendirip dini meydana getiriyorlar.

Bu hiyerarşik sistemde sıradan müminin din bilgisinin yetersizliği, ondan bir fazlasına ve daha sonra bir fazlasına müracaat etmeyi zorunlu kılıyor. Mükemmel bir imana ulaşmanın yolu,  ancak hayatın her bir alanında “dine uygunluğun” sağlanması için bu hiyerarşiye mutlak bağlılıkla ilişkilendiriliyor.

Bu hiyerarşide sıradan bir müminin, Allah’ın varlığını ve birliğini anlayabilmesi imkânsız görünüyor. Çünkü bu hiyerarşide Allah, birbiri ardınca gelen büyüklüklerin birincisi ve en büyüğü olarak görünüyor.

Ve bu hiyerarşi hiç bitmeyen ve sürekli büyüyen bir “tanımlama” halini alıyor.

Bu  tanımlama, hem hiyerarşi üyelerinin niteliklerinin açıklanması hem  bu açıklamaların meşruiyetinin açıklanması hem de “din” adına yapılıyor.

Böylece “din” görünürde “yoruma açık”, “üzerinde düşünülen” bir kurum gibi gösteriliyor.

Oysa böyle değil. Çünkü hiyerarşide, bir üst basamağın “hikmetini” anlamak yetkisi, hiç kimseye verilmemiş. Herkes, üstünden aldığı “emri” astına iletiyor ve buna “tebliğ” deniyor. Tebliğ  edilen şeyler, hiyerarşide, aşağı doğru inildikçe artıyor.  Tebliğ edilenlerin sayıca artması aşağı doğru bir emir halinde artan “yorumlarla” oluyor. Hiyerarşinin kutsallığıyla bu yorumların her biri, hiyerarşinin en yukarısındaki kaynağın gücüne sahip oluyor. Böylece “Şeyhin vekilinin elini öpmek, şeyhin elini öpmek, şeyhin elini öpmek de peygamberin elini öpmek olarak kabul ediliyor.”

Hayata  ve inanca dair her seferinde biraz daha fazla büyüyen yorum kümesi, artık herhangi bir mutluluk veya adalet amacı gütmeksizin yalnızca kendi başına var olabilmek adına daha da büyütülüyor.  Hangi gıdaların yenmesi gerektiğinden, televizyonun izlenmesine kadar hayatın her anının eksiksiz bir “tanımının” yapılması için her gün uğraşılıyor. Çünkü biliniyor ki aslında hiyerarşide kendisine “vekalet” yoluyla Tanrılık verilmiş hiç kimse dünyayı bir bütün olarak  tanımlayıp biçimlendiremez.

Burada,  hiyerarşinin bir “Tanrı vekaleti” sistemi olduğunu görüyoruz. Bu vekalet sisteminde “Kur’anın açıklamadığı” yerlerin her seferinde bir fazla hadisle veya içtihatla doldurulması ile “eksik bırakılmış uluhiyetin  ve vahyin tamamlanacağı” düşünülüyor.

Mevcut “din”,  son vahyin indirilmesiyle tamamlandığı söylenen “dinin” (“Bugün size dininizi tamamladım” (Maide/3)) aslında eksik olduğu ve ancak sayısız yorumlarla tamamlanacağı veya tadil edileceği kanaatine dayanan, Talmudsal bir kurum. Bu tümevarımsal cinnet sona ermedikçe  dinin insanlara umut ve mutluluk getirmesi mümkün değil.





2 yorum:

Peride dedi ki...

Sorun şu ki haklısınız ve aslında bu hiyerarşideki temel sorunlardan biri de ''şefaat'' mekanizmasının işletilmesi batıda bunun karşılığı ruhbanlık. Din bilginleri şefaat konusunu tartışıyorlar,Kuran'da bir çok ayetde şefaat yetkisinin yalnız ''onun'' izni ile kullanılabileceği ve bunun hesap günü olabileceği söylenirken hemen burada çözmek ve aklını kullanmaksızın iradeyi devretmek günümüz dindarına cazip geliyor, olsa gerek.Üstelik inanç ekseni Eşariye ve Cebriye yönüne kaydıkça nakil, nakiller ve yorumlar dini tanımlıyor akıl devreden çıkıyor. Ne de olsa akıl yoksa irade yoktur irade yoksa sorumluluk yoktur ve suç da sadır olmaz di mi? Şeyhim böyle dediydi dersin olur biter.Tıpkı aklı ve yaşamı teslim alan ve karşılığında güvenli bir yaşam vaad eden determinist ideolojiler gibi.

Afşar Çelik dedi ki...

"Tıpkı aklı ve yaşamı teslim alan ve karşılığında güvenli bir yaşam vaad eden determinist ideolojiler gibi." Enfes bir özet.

Asında konu"hiyerarşi" ve "tümevarım" olarak iki ayrı yazı halinde işlenebilirdi belki ama... Muamelattaki "bilgi enflasyonu" hiyerarşinin birebir sonucuydu.

Dikkati okumalarınız ve derinlikli yorumlarınız bize ışık tutuyor, değerli yazarımız.

Yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.