Hepimiz dünyayı anlamaya
çalışıyoruz. Beklentilerimize veya merakımıza göre hepimiz, onun içinde en az
acıyla yaşayabilmek için onu anlamaya çalışıyoruz. Onun içindir ki “her şeyin
başı sağlık!” diyoruz.
İyi de “dünyayı anlamak” ne
demek?
Dünyayı anlamak, onun
varoluşundaki düzenlilikleri keşfetmek demek.
Dünyanın varoluşundaki düzenlilik
de içindeki her şeyin kendisine taabi olduğu bir kurallar sisteminden bahsetmek demek.
Hal böyle olunca karşımıza “din” çıkıyor. Din bize ağaçtan
düşen yapraktan, ekinlerin bitmesine kadar her şeyi gözeten bir yaratıcının
varlığını va’z ediyor veya biz öyle düşünmeye eğilimliyiz.
Böyle düşünmek eğilimimiz, “din” denen kurumun otoriter yapısından
kaynaklanıyor.
Otoriter bir yapı, kabaca, âmir-memur ilişkisine dayalı oluşturulmuş bir yapıdır.
Yani herkesin emir verdiği ve emir
aldığı bir itaat sistemine göre oluşmuş bir yapıdır bu. Nitekim yaratılmışların bir hiyerarşisinin içinde
insanın en üst sıraya konması, daha sonra Allah’tan başlayarak sıradan mümine
uzanan bir emir komuta zincirinin oluşturulması
bu yapının işaretleridir.
Şüphesiz yaratıcı, yaratma
gücünden dolayı kategori dışı olarak düşünülecektir.
Ama onun dışındaki hiçbir varlık
için neden bir “üstünlük” sıralaması yapmamız gerektiği belli değildir.
Bu otoriter yapı başlı başına
sorunlu bir düşünüş olmakla birlikte inanç
sahiplerinin inançlarıyla din arasındaki çelişkilerin başlangıç noktasıdır.
Çünkü yaygın olarak “yok etmemek”
hususunda bir eğilim sergileyen
insanların, kendilerini herhangi bir hayvandan neden daha “üstün” görmeleri
gerektiğine dair bir şüphelerinin olması gayet doğaldır ki çevreci
hareketlerdeki temel sorun da budur.
İş bir “egemenlik” sorunu olarak düşünüldüğünde
de neden bazı insanların, diğerlerine ne yapmaları gerektiğini söyleyebilmesi
gerektiğinin cevabı, “inancın” içinde bulunamamakta. O cevap ancak bir
hiyerarşi zinciri tanımlanarak bir din oluşturulmuşsa verilebilmektedir. Kaldı
ki herhangi bir cevabın bir sorunun içeriğini açıklayabilmesi gerekirken
aslında dinin “cevapları” sorunumuzu çözmemekte
daha da karmaşıklaştırıyor.
Bunun yanı sıra otorite oluşumu doğruda doğruya yukarı doğru artan bir sorumsuz yetkililik durumunu doğuruyor.
Böyle bir otorite oluşumunda, Tanrı
mutlak ve sorumsuz hâkim varlık.
Peygamberler “günahsızlık” sıfatlarıyla
insanlar arasında “yargıdan” bağımsız görünen, seçilmişler…
“Veliler”, manevi yetkinlikleri peygamberden aşağı ama
sıradan müminlerden daha fazla olan “ikincil seçilmişler”…
Âlimler gayret ile belli bir fetva yetkisini kazanmış
“seçkinler”…
Ve imamlar ( sünni din
görevlileri) da ilmihal bilgisi ile sıradan müminden üstün olan son sıra seçkinler…
Bunlar bize neyi gösteriyor? Bu
otoriter yapı, hayatın her noktasına müdahale edebilmeyi mümkün kılıyor.
Böylece bu hiyerarşiye dahil olanlar , hayatın her bir noktasından hareketle
yukarıya doğru süren bir otorite sistemiyle şekillendirip dini meydana
getiriyorlar.
Bu hiyerarşik sistemde sıradan
müminin din bilgisinin yetersizliği, ondan bir fazlasına ve daha sonra bir
fazlasına müracaat etmeyi zorunlu kılıyor. Mükemmel bir imana ulaşmanın yolu, ancak hayatın her bir alanında “dine uygunluğun”
sağlanması için bu hiyerarşiye mutlak bağlılıkla ilişkilendiriliyor.
Bu hiyerarşide sıradan bir
müminin, Allah’ın varlığını ve birliğini anlayabilmesi imkânsız görünüyor.
Çünkü bu hiyerarşide Allah, birbiri ardınca gelen büyüklüklerin birincisi ve en
büyüğü olarak görünüyor.
Ve bu hiyerarşi hiç bitmeyen ve
sürekli büyüyen bir “tanımlama” halini alıyor.
Bu tanımlama, hem hiyerarşi üyelerinin
niteliklerinin açıklanması hem bu
açıklamaların meşruiyetinin açıklanması hem de “din” adına yapılıyor.
Böylece “din” görünürde “yoruma
açık”, “üzerinde düşünülen” bir kurum gibi gösteriliyor.
Oysa böyle değil. Çünkü
hiyerarşide, bir üst basamağın “hikmetini” anlamak yetkisi, hiç kimseye
verilmemiş. Herkes, üstünden aldığı “emri” astına iletiyor ve buna “tebliğ”
deniyor. Tebliğ edilen şeyler,
hiyerarşide, aşağı doğru inildikçe artıyor. Tebliğ edilenlerin sayıca artması aşağı doğru
bir emir halinde artan “yorumlarla” oluyor. Hiyerarşinin kutsallığıyla bu
yorumların her biri, hiyerarşinin en yukarısındaki kaynağın gücüne sahip
oluyor. Böylece “Şeyhin vekilinin elini
öpmek, şeyhin elini öpmek, şeyhin elini öpmek de peygamberin elini öpmek olarak
kabul ediliyor.”
Hayata ve inanca dair her seferinde biraz daha fazla
büyüyen yorum kümesi, artık herhangi bir mutluluk veya adalet amacı gütmeksizin
yalnızca kendi başına var olabilmek adına daha da büyütülüyor. Hangi gıdaların yenmesi gerektiğinden,
televizyonun izlenmesine kadar hayatın her anının eksiksiz bir “tanımının”
yapılması için her gün uğraşılıyor. Çünkü biliniyor ki aslında hiyerarşide
kendisine “vekalet” yoluyla Tanrılık verilmiş hiç kimse dünyayı bir bütün
olarak tanımlayıp biçimlendiremez.
Burada, hiyerarşinin bir “Tanrı vekaleti” sistemi
olduğunu görüyoruz. Bu vekalet sisteminde “Kur’anın açıklamadığı” yerlerin her
seferinde bir fazla hadisle veya içtihatla doldurulması ile “eksik bırakılmış
uluhiyetin ve vahyin tamamlanacağı”
düşünülüyor.
Mevcut “din”, son vahyin indirilmesiyle tamamlandığı
söylenen “dinin” (“Bugün size dininizi tamamladım” (Maide/3)) aslında eksik
olduğu ve ancak sayısız yorumlarla tamamlanacağı veya tadil edileceği kanaatine
dayanan, Talmudsal bir kurum. Bu tümevarımsal cinnet sona ermedikçe dinin insanlara umut ve mutluluk getirmesi
mümkün değil.
2 yorum:
Sorun şu ki haklısınız ve aslında bu hiyerarşideki temel sorunlardan biri de ''şefaat'' mekanizmasının işletilmesi batıda bunun karşılığı ruhbanlık. Din bilginleri şefaat konusunu tartışıyorlar,Kuran'da bir çok ayetde şefaat yetkisinin yalnız ''onun'' izni ile kullanılabileceği ve bunun hesap günü olabileceği söylenirken hemen burada çözmek ve aklını kullanmaksızın iradeyi devretmek günümüz dindarına cazip geliyor, olsa gerek.Üstelik inanç ekseni Eşariye ve Cebriye yönüne kaydıkça nakil, nakiller ve yorumlar dini tanımlıyor akıl devreden çıkıyor. Ne de olsa akıl yoksa irade yoktur irade yoksa sorumluluk yoktur ve suç da sadır olmaz di mi? Şeyhim böyle dediydi dersin olur biter.Tıpkı aklı ve yaşamı teslim alan ve karşılığında güvenli bir yaşam vaad eden determinist ideolojiler gibi.
"Tıpkı aklı ve yaşamı teslim alan ve karşılığında güvenli bir yaşam vaad eden determinist ideolojiler gibi." Enfes bir özet.
Asında konu"hiyerarşi" ve "tümevarım" olarak iki ayrı yazı halinde işlenebilirdi belki ama... Muamelattaki "bilgi enflasyonu" hiyerarşinin birebir sonucuydu.
Dikkati okumalarınız ve derinlikli yorumlarınız bize ışık tutuyor, değerli yazarımız.
Yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Yorum Gönder