13 Nisan 2014 Pazar

Uçları Kuranlı Mızraklarla Bekleyen Milliyetçiler Miyiz?

 Bir Dehşet Ve Tedirginlik Yazısı

Türk milliyetçiliği ne? Şahsen ben artık onun ne olduğundan emin olamıyorum.

Türk Ocakları genel Kurulu’na günler kala havada savrulan yorumları, yaygın taassubu gördükçe fikrin ve eylemin neresinde durduğumuzu bilemez oldum.

Türk milliyetçiliği bir tür siyasi taktik işinden mi ibaret?  O, siyasi iktidar için bir tür manivela mı? İktidara gelmek için savunulan basit bir kullanım kılavuzu mu?

Türk Ocakları Genel Kurulu’na dair  yaygın yaklaşıma baktığımda; artık Türk milliyetçiliği tasavvurunun bunlardan ibaret kaldığını üzülerek görüyorum. Türk milliyetçiliği, artık genel olarak iktidara eklemlenerek veya herhangi bir şekilde iktidar olarak  var olmağa çalışan, basit bir kabile duruşu gibi görünüyor.

Bu basit bir endişe mi? Hayır! Maalesef hayır!

Bu yaklaşım, hayatla felsefe ilişkisini koparıp hayatı biyolojik ihtiyaçlar ölçüsüne indirgeyen Ortadoğu Arap siyasetinin  içselleştirilmesi adeta. Öyle olsa ne olur ki? Sonuçta insanlar yemek yiyip hayatta kalmaya çalışmıyorlar mı? Hayatta kalmak için iktidar odaklarının suyuna gitmek de  meşru bir hayatta kalmak çabası değil midir?

Türk milliyetçilerinin kendileri otoriter mi? MHP’nin her şeye hakim olduğu günden beri maalesef öyleler. Gene de Türk töresinin kalıntıları ile hakkı telaffuz etme cesareti Atsız gibi insanların değerinin bilinmesini sağlıyordu.

Oysa bugün “Türk milliyetçiliği” dendiğinde anlaşılan şey, genel olarak “iktidar mevkiine”  biatı içselleştirmekten ibaret. Bu sadece siyasal iktidardan ibaret değil. İşte bu yüzden bugün çok değer verdiğim bir ağabeyimin, “tipolojik/İslâmcı” milliyetçilerin yapabilecekleri hakkındaki uyarısından sonra dehşete düştüm.

Çünkü benim aklımda, hatası için göğsünden oklanmayı ahlâkın gereği sayan şerefli Türk çerileri vardı. Oysa devran değişmişti ve “ulul emre itaat”  anlayışıyla “Müslüman” etiketi taşıyan herhangi bir iktidar odağına karşı herhangi bir eleştiriyi, hiçbir ölçü   tanımadan susturabilecek bir  Vahhabi Arap biat kültürü “milliyetçi” denen camiaya egemen olmuştu. Bu kültürün en aşırı hali Suriye’de kelle kesiyor bugün… Bu kültür, içten içe iktidara insan kurban etmeyi dinin gereği sayan insanların,  tedirgin riyakârlığı ile toplumsal düzenimiz içinde ufak adımlarla ilerliyor ve adına “Türk İslâm Ülküsü” denen anlayışla milliyetçilerin Türklük bilincini aşındırıyor.

Ve bu hal beni cidden dehşete düşürüyor. Çünkü artık şunu yavaş yavaş görüyorum ki söylemlerinin içinde Türk ismi geçtiği için kafalarımızda yarattıkları bulanıklıkta kendilerine yer bulabilen bir takım insanların, benim anladığım manada demokrasiyle, medeniyetle, temel haklarla uzaktan yakından ilgileri yok! Üstelik bu basit bir ilgisizlik değil galiba… Bu ilgisizlik aslında, nakilci İslâm için kelle kesen tutucuların içten içe tasdikiyle beslenen, baskı arzusunun tezahürü. Bu baskının nasıl olabileceğini hiç bilmiyoruz.

Çünkü bu baskı zihniyeti, “Hakkı ve doğruyu her ne pahasına olursa olsun savunan Türk çerisinin ahlâkından” kaynaklanmıyor.

Bu baskı zihniyeti, “ Ne pahasına olursa olsun iktidar mevkiini ele geçirip orada tutunmak isteyen  Arap riyakârlığının, Kura’n’ı mızrak ucuna takmak gaddarlığından” besleniyor. Ve içindeki Arapça’dan dolayı kendisini haklı ve meşru gören bu baskı zihniyeti beni çok ciddi şekilde tedirgin ediyor. Böyle bir  zihniyeti taşıyan insanların milliyetçi olup olmamaları önemsizdir.

Bu baskı zihniyeti öyle şekilsiz, öyle belirsiz ki kendi kendini rahatlıkla inkâr edebiliyor.

Bu baskı zihniyetinin tek elle tutulur yanı, taassubu/ tutuculuğu.

Türk milliyetçiliğinin siyasi cenahı için artık yapılabilecek bir şey yok.

Ama Türk Ocakları  Genel Kurulu, Türkçülerin zihnine sızmaya çalışan dinci ilkesizliğin idrak edilip ayıklanması için tarihi bir fırsat. Bu yapılmazsa Kur’an kutsiyetini istismar edip de  Müslümanlık iddiasını güden Emevi riyakârlığına teslim olmuş olacağız. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Türk Ocakları delegelerinin göz önünde bulundurmaları gereken şey, kimin iktidarla daha iyi anlaşacağı değildir.

Türk Ocaklı delegeler, Türk ahlâkını, Türk örfünü,  çeşitli baskı ve iktidar odaklarına karşı kimin cesurca savunacağına bakmalıdır.  Türk varlığı ılımlı siyasal mülahazalar, ilkesiz mutabakat arayışlarıyla savunulamayacak bir haldedir.

Türk varlığı bir ucunda Nusracı,  Kaideci katillerin şiddetinin, katliamlarının  durduğu siyasal islâmcılıkla etnik ırkçılığın çapraz ateşi altındadır.

Mevcut durumda, Türk varlığına düşman olanların geri adım atmayacağı artık idrak edilmeli ve  milletin bekasının her türlü siyasi endişenin ötesinde olduğu fikriyle hareket edilmelidir.

Ve öyle görünüyor ki bu fikir de sadece Mustafa Kafalı  Hocamız tarafından savunulmaktadır.  Türk’ün tarafında olan herkesi bunu düşünmeye davet ediyorum.

Ne mutlu Türküm diyene!
TANRI TÜRK’ü KORUSUN!


2 yorum:

Adsız dedi ki...

Türk Ocakları genel başkanlığı için bir fırtınadır kopuyor. Kerim Ünal ve Nedim Ünal ikilisi kendi üsluplarınca saha girdiler. Kerim Ünal siz cemaatçilerden Ocağı temizleyeceğiz diyorsunuz ama kendiniz Fetullah Gülen'e ödül verdiniz kabilinden bir yazı yazmış. Benim bildiğim kadarı ile Mustafa Kafalı ekibinden bunu dillendiren yok. Bun söyleyenler destekçilerdir. Kafalı hoca ve ekibi Ocağın çizgisinin Türkçülükten kaydığını ve Akp'ye yanaştığını söylemektedirler. Dinime küfreden bari Müslüman olsa diye bir laf var insanın aklına o geliyor. Sonrada şu geliyor. Yani 1995 yılında Türk Ocağı Fetullah Gülen'e ödül verdiğinden günümüzde cemaat ile ilgili mevcut bilginin %1'bile yoktu kamuoyunda sadece dedikodular vardı. Yani birisini destekleyince hayatınız boyunca hep aynı çizgide mi kalmanız lazım. 1995 yılında kamuoyunda günümüzde konuşulanlar ve bilinenlerin çoğu bilinmiyordu. o zaman verilen ödül ile günümüzü karıştırmamak lazımdır. 1991 öncesi SSCB'ye karşı Türkiye'nin müttefi olan Abd ile ilişkilerimiz göreceli iyi idi.Fakat 1991sonrası sovyet tehdidi kalkınca Abd ve ab Türkiye'ye saldırmaya başladı. Ne yani 1991 öncesi iyi idik diye şimdi hala onlara karşı kayıtsız mı kalacağız. Türk milliyetçileri 1991 öncesi nasıl Rusya'ya karşı oldular ise şimdi de tehlike nereden geliyorsa oraya karşı durmalıdırlar. Ezbercilik iyi değildir.

Kaldı ki Kerim Ünal Akp adaylığını 2003 yılında yapsa bu kadar tepki almazdı. Akp adaylığını açılım sürecinden sonra Akp'nin gayrı milli politikaları şahlandığın da yapması ilginçtir. Yetmez ama evet demek bir anlamda. Yani Akp'den aday adayı olan bir insan nasıl Türk milliyetçiliğinden bahseder onu anlamak mümkün değil. Ben milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım diyen bir kişinin yanında durmak velhasıl Tayyip Erdoğan ve çizgisi herkesin malumudur. Kısaca dinime küfreden bari Müslüman olsa demekten başka bir şey diyemiyorum.

Afşar Çelik dedi ki...

Hacimli yorumunuz ve dikkatli okumanız için teşekkür ediyorum.

Bahsettiğiniz tarih saptırmacılığına veya çarpıklığına bildiğim kadarıyla "anakronizm" deniyor. Yani tarihi bir olayı o günkü şartlarından ayırarak günümüz şartlarıyla değerlendirmek hastalığı.

Dediğiniz gibi insan doğruyu yanlıştan ayıran, fikrini zaman içinde değiştirebilen bir canlı. Dolayısıyla "O zaman böyle yapmıştınız! İşte o paralel yapıydı!" falan demek her şeyden evvel saçmalık! Çünkü sizin de söylediğiniz gibi bilgilerimiz ve ilgilerimiz çok çok farklıydı.

Bunun yanı sıra mevcut yönetimin ilkesizliği, sınırsız kariyerizmi hakkındaki tespitleriniz son derece doğru.

Ciddi okumanız ve akılcı yorumunuz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. Gene beklerim.