Bu köşe ne bir kamuoyu
yaratabilir ne de muteber bir yazarın köşesidir. Âcizane bir uğraştan
ibarettir.
Amma velâkin doğru bildiği şey
için başını bir türlü dertten kurtaramamış bir
fakirin köşesidir.
Bunu neden belirtiyorum?
Çünkü biliyorum ki siz değerli
okurlar “Türk Ocakları Genel Kurulu” ile ilgili profesyonel kafaların
görüşlerini öğrenmek isteyeceksiniz. Öyle ya bir gazetede “yazdırılan” adamla
kıytırık bir blog yazarı bir olabilir mi?
Gene de bu fakirin de bloğunda belki işe yarar şeyle bulunabilir.
Şöyle ki: Yirmi beş yıl önce kapısından içeri adım attığım bu kutlu kurumda
bulduğum dostluk ve samimiyet, entelektüel ilgi ve merak ömrüm boyunca bana ışık oldu. Bugün dönüp baktığımda,
samimiyetlerine güvendiğimiz bazı “büyüklerimizin” aslında ne kadar yanlış
yolların ayrımına bizi bir şekilde güdülediğini görüyorum. Söz gelimi Türk
merkez sağ siyasetine hâkim olan “Türk/İslâmcı”
şeriat hedefli düşüncesinin bize, yer yer samimi endişelerle nasıl telkin edilmeye
çalışıldığını artık açık şekilde fark edebiliyorum.
Türk Ocakları, Balkanlar’dan, soykırımlarla, hilelerle fitne
ittifaklarıyla sürülmüş büyük Türk
Milleti’ne varoluş bilinci aşılayan,
dönemimin sayılı entelektüellerince kurulmuş, belki de en eski
derneklerimizden biri. Kurulduğu dönemde, toplumsal kimliklenmenin sosyolojisi üzerine bugünkü “ağabeylerin”
havsalalarının bile almayacağı derinlikte düşünmüş Türk entelektüellerinin bir büyük eseri olarak tarihe
mal olmuş.
Türk Ocakları, geçici siyasî mülahazalara kapılmayan,
şerefli insanların saf millet sevgisiyle tutuşturdukları bir ocak. Ki o ocakta yemek
pişirdik, tuvalet temizledik, erzak da taşıdık, iftar ettik, buz gibi gecelerde
geceledik. Akranlarımız kahvelerde kâğıt
oynarken şiir üzerine konuştuk, yazdık, çizdik, konuştuk, kavga ettik, üzüldük,
sevindik. Bütün bunları yaparken samimi bir gönülle kendimizi bu işlere verdik.
Şu bilinmelidir, ocaklılık
gönüllülüktür. Hiçbir iş, menfaat saikiyle uzun müddet sürdürülemez. Geldiğimiz
çağda görüyoruz ki kendimize “ağabey” bildiğimiz insanlar, partilerde,
akademiyada, bürokraside kendilerine ocak vasıtasıyla güzel yerler edinip o
yerlere birer “şeyh”, “ hocaefendi” edasıyla
kurulmuşlardır. Kimsenin mevkiinde, makamında gözümüz yoktur, zaten oralara
gözümüz düşse ar eder, geceler uyuyamaz, hastalık ediniriz.
Ama şu artık aşikârdır: Türk
Ocakları, içinde yanan Türklük ateşini besleyen gönüllerin, menfaat uğruna kırıldığı bir menfaat dökümhanesi
haline gelmiştir. Bu menfaat dökümhanesinde, Türk merkez sağ siyasetinin zehirli gıdası sayabileceğimiz “Türk-İslâm”
sentetik fikri, Türk demirine katıştırılmıştır.
Türk cevherinin asil özü, Arap hurafeleriyle, Emevici iktidar hırsıyla
ve nakilci/ ayrıntıcı Vahhabi taassubuyla kirletilmiş, bozulmuştur. Türk Ocakları, bir müddet yöneticilik veya üyelik edilip sonra siyasete dalınan bir atlama
tahtası haline getirilmiş, yozlaştırılmıştır.
Bundan dolayı bu günkü Türk Ocakları’nın,
kurucu babaları Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura
vs ile ne Türklük bilinci ne de entelektüel dağarcık açılarından en ufak
bir ilgisi kalmıştır. Mevcut yönetimin hiçbir
entelektüel faaliyeti, edinimi, bilinci yoktur! Bu, Türk Ocakları
yönetimlerinin geçici bir zaafı değildir. Bu, doksanların ikinci yarısından sonra
taşra siyasetçisi kafasındaki ilkel insanların, içi boş itibarlarıyla ocağın
yönetimini ve tarihini, alabildiğine sömürmelerinin itiyat haline getirilmesidir;
yapısal, yayılmacı ve birikimli bir fitnenin ta kendisidir!
Şimdi ocaklı milliyetçilerin
önüne bir fırsat gelmiştir. Bu da eşine ender rastlanır bir fırsattır. Bu,
milliyetçiliği, sosyoloji, tarih, hukuk ile savunan ocak kurucularının entelektüel ve ahlâkî mirasına sahip çıkmak fırsatıdır.
Bu fırsat, Türk varlığını, Arapça
öğrenmeye bağlayıp bedevi ilkelliğine ortak eden, şeriatçı özentisi siyasî
menfaat odaklarına “Dur!” demek fırsatıdır!
O halde kırk çerisiyle ölümü
kalbinden vuran Kürşat’ın, Anadolu’nun kalbine Türk adını kazıyan Alparslan’ın,
Konstantiniye’yi Türk İstanbul yapan Fatih’in ve “Ya istiklâl ya ölüm!”
diyerek bize millet olmak azmini yeniden
kazandıran Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çocukları olarak yabancılaşmış,
yozlaşmış, işbirlikçi pislikleri kutlu ocağımızdan el birliğiyle temizleyelim!
Ne mutlu Türküm diyene!
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!
2 yorum:
MUSTAFA KAFALI VE ONUN TÜRK OCAĞI BAŞKAN ADAYLIĞINI AÇIKLAMASINI ELEŞTİREN NEDİM ÜNAL BEY BİZDE BÜYÜK KALABALIK BEKLİYORDUK SAYDIM TOPU TOPU 41 KİŞİLERDİ DEMİŞ.
TÜRK TARİHİNDE 41 KİŞİNİN NE MANAYA GELDİĞİNİ DE UNUTMUŞ ANLATILAN. 41 KİŞİ İLE ZAFER KAZANAMASINIZ DA İNANDIĞINIZ DAVANIN ARKASINDA OLDUĞUNUZU GÖSTERİRSİNİZ, ELBET AÇILAN KAPIDAN BAŞKA BİRİLERİ YOLA DEVAM EDER. BU OCAK TÜTER. ATSIZ'IN MANEVİ MİRASI KAFALI HOCANIN YANINDA ANLAŞILAN.
Türk, sürü insanı olmadığı için cesareti sayıdan gelmez.
Araplaşmış insanlar kalabalığa güvenir. Hakkı kalabalıkta arayan insanların Müslümanlık taslaması korkunç bir riyakarlıktır. Yorumunuz için teşekkürler ve saygılar.
Yorum Gönder