Ne Yapmalı?
Bu açmaz Türk milliyetçiliğinin
siyasal faydacılık ile “Türkçüler” ve “Türk İslamcılar” olarak bölündüğü 1969
yılına dayanıyor aslında. O zamana kadar Türk milliyetçiliği seçkin Türkçülerin
entelektüel mücadelesi olarak sürdürülüyor.
Sonrasında, hayatını mahallenin,
köyün imamının fetvasına göre
şekillendiren, köylü ve kenar mahalleli kitlelerin kazanılması adına,
aynı ilkelliğin siyaset diye benimsenmesi ile beraber bu seçkin zümre, “dinsiz”, “şaman” vs diye
tahkir edilerek dışlanıyor.
Türk milliyetçiliği tarikatlerin ve
cemaatlerin oyuncağı olan, bir menfaat
dağıtım müessesesi haline getiriliyor. Bunun en
basit örneği şube başkanları arasında Nurcu “ağabeylerin” olduğu bilinen
Türk Ocaklarıdır. Kadınlı erkekli ilk karışık toplantıyı yapmış Türk Ocakları’nda
kadınların zeka özürlü kek börek makineleri olarak görülüp de “Hanımlar İcra Heyeti”
denen garabete tıkılmaları, tevil götürmez bir rezalettir
Şurası artık anlaşılmalıdır: Türk
milliyetçiliğinin siyasileştirilmesi onu, avamlaştırmış, ilkelleştirmiş ve
ilkesizleştirmiştir. Çünkü siyasetin menfaat dağıtmak yönüyle entelektüel bir
gayretin ahlâkî kaygıları aynı anda korunamıyordu.
Türk milliyetçilerinin Türkçü
zümresiyle şeriatçı-Türk İslâmcı kesimi arasındaki geçmişe dayanan kişisel
ilişkilerle bir yere kadar gidilebilmiştir ama yolun sonuna da varılmıştır.
Çünkü Türk İslâmcı kesim kendi
kapalı şeriatçı hayat tarzını kurmuş ve bu hayat tarzına Türkçü kesimi kabul
etmemiştir. Türkçülerin en önce bu
hakikati anlamaları ve kabul etmeleri gerekmektedir.
O halde Türkçüler artık şunu
anlamalıdır ki, Türk milliyetçiliğinin
şeriatçı kolu artık ikna edilebilecek, konuşulabilecek noktayı geçmiştir. Türk İslâmcı kol kanserleşerek yabancılaşmış
ve dinci iktidarın nimetleriyle hızla yayılmıştır.
Bu yapı ile uzlaşılamaz. Çünkü
Türk İslâmcılık kendisiyle uzlaşılacak ahlâkî tutarlılığa sahip değildir. Amaca
yönelmek için her türlü ahlâksızlığı yapabilecek şeriatrçılığın metotlarını ve
dünya görüşünü paylaşmaktadır.
Türk İslâmcı kesim, kendisine gösterilecek
her türlü müsamahayı “zaaf” olarak gören, kelle kesip ciğer yiyen hayvanların
yayılmacı vahşetiyle aynı” tutkuyu” paylaşan, Türk dışı zihniyetli bir
kitledir.
Türk İslâmcı kesim, aklın yerine
kesin inancı koyduğundan dolayıdır ki ona
gerçeğin verilerini ve bunlara dayalı bir akıl yürütmeyi sunmak en hafif
tabirle safdilliktir. Bu, cellatlarına Müslüman olduklarını ispatlamaya çalışan,
Suriyelilerin yaptıklarını yapmak olacaktır.
Türk İslâmcılar ahlâktan, kadının
toplumsal hayattan dışlanması dışında bir şey anlamadıkları içindir ki onlara “ahlâk
felsefesi” anlatmanın bir yararı yoktur.
Türk İslâmcılar, hayatı, Tanrı’dan
cennet almak için yaşanan bir tür alacak ilişkisi olarak görüyorlar.
Dolayısıyla onlara cennetin de Allah rızasının da bir şekilsel ve sorumsuz
taklitin mükâfatı olmadığını anlatmak imkânsızdır.
Türk İslâmcı kesimin taklidi
imanının yarattığı zarar ve ziyana karşı
yapılacak tek şey, onların ne düşüneceğini asla umursamadan ve onları dikkate almadan, vicdanın terazisinde
tartılan bir akıl yürütmeyle, kendi milletimizin faydası ve hakkın muhafazası için sürekli düşünmek ve üretmektir.
Bu yüzden bütün fayda anlayışları,
Menzil’den, “Hocaefendiden” vs. öğrendikleriyle amel edip de devlet
dairelerinde kadrolaşmaktan ibaret olan
Türk İslâmcı yobazlarla artık daha fazla muhatap olunmamalıdır.
Çünkü o insanlarla muhatap olmak
düşmanda Türkçülerin zayıf olduğu algısını uyandırmaktadır. Bu algı Türklük düşmanlarını cesaretlendirmektedir.
Dahası, kafası bir ilmihaldeki abdest maddesinden fazlasını almayan sayısız
siyaset oyuncağı sözde milliyetçinin az sayıdaki düşünen insan üzerindeki
yobazca ve ilkel hükümranlığını onaylamak anlamına gelmektedir.
Bu açıdan her Türk’ün bir bayrak
olduğu artık Türkçülerce anlaşılmalıdır.
Her Türkçü kendine sanalağda bir
blog açmalı ve orada doğru bildiğini hiç kimseye aldırmadan savunmalıdır.
Devir, milliyetçilik için yarı okumuş il başkanlarından icazet alınması devri
değildir. Türkçüler bireyselliklerinin, ahlâklarının temeli olduğunu, yazılarıyla
sair eserleriyle göstermelidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta “halka bir
şey anlatmak” iştiyakıyla halkın cehaletine ortak olmamaktır. Halkın seviyesi “Saadet-i
Ebediyye” yobazlığıdır diye o yobazlık benimsenmemelidir.
Türkçüler, Türk düşmanlığına,
ilkesizliğe, ahlâk dışı menfaatçiliğe
karşı tavizsiz olduklarını göstermedikçe hiç kimse için sözü dinlenir,
saygıdeğer muhataplar olamazlar. Artık bu anlaşılmalıdır.
Çünkü “düşman” ikna edilemez.
Düşman kendi dilini bizi inkâr etmek üzerine kurar ve bu dille hiçbir müşterek
kavram geliştirilemez. Türk İslâmcı kitlenin Nusracı hayvanlarla paylaştığı şey
bu yüzden, Ebu Hanife’nin akılcılığı değildir; sadece Nusracı hayvanların kesin
inancı ve vahşetidir.
Türkçüler ilkeli, akılcı ve
uzlaşmazlık ahlâkı ile hareket etmelidir. Çünkü onlar “kesin inançların ve
menfaat kliklerinin” kitleleşme çizgisini benimseyemez ve hele de kutsayamaz.
Önümüzdeki meşru çizgi kanaatimce budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder