24 Nisan 2014 Perşembe

İlkecilik Ve Faydacılık Açmazında Türk Milliyetçiliği


 Ne Yapmalı?

Bu açmaz Türk milliyetçiliğinin siyasal faydacılık ile “Türkçüler” ve “Türk İslamcılar” olarak bölündüğü 1969 yılına dayanıyor aslında. O zamana kadar Türk milliyetçiliği seçkin Türkçülerin entelektüel mücadelesi olarak sürdürülüyor.

Sonrasında, hayatını mahallenin, köyün imamının fetvasına göre  şekillendiren, köylü ve kenar mahalleli kitlelerin kazanılması adına, aynı ilkelliğin siyaset diye benimsenmesi ile beraber  bu seçkin zümre, “dinsiz”, “şaman” vs diye tahkir edilerek dışlanıyor.

 Türk milliyetçiliği tarikatlerin ve cemaatlerin oyuncağı  olan, bir menfaat dağıtım müessesesi haline getiriliyor. Bunun en  basit örneği şube başkanları arasında Nurcu “ağabeylerin” olduğu bilinen Türk Ocaklarıdır.Kadınlı erkekli ilk karışık toplantıyı yapmış Türk Ocakları’nda kadınların zeka özürlü kek börek makineleri olarak görülüp de “Hanımlar İcra Heyeti” denen garabete tıkılmaları, tevil götürmez bir rezalettir

Şurası artık anlaşılmalıdır: Türk milliyetçiliğinin siyasileştirilmesi onu, avamlaştırmış, ilkelleştirmiş ve ilkesizleştirmiştir. Çünkü siyasetin menfaat dağıtmak yönüyle entelektüel bir gayretin ahlâkî kaygıları aynı anda korunamıyordu.

Türk milliyetçilerinin Türkçü zümresiyle şeriatçı-Türk İslâmcı kesimi arasındaki geçmişe dayanan kişisel ilişkilerle bir yere kadar gidilebilmiştir ama yolun sonuna da varılmıştır.

Çünkü Türk İslâmcı kesim kendi kapalı şeriatçı hayat tarzını kurmuş ve bu hayat tarzına Türkçü kesimi kabul etmemiştir. Türkçülerin  en önce bu hakikati anlamaları ve kabul etmeleri gerekmektedir. 

O halde Türkçüler artık şunu anlamalıdır ki,  Türk milliyetçiliğinin şeriatçı kolu artık ikna edilebilecek, konuşulabilecek noktayı geçmiştir.  Türk İslâmcı kol kanserleşerek yabancılaşmış ve dinci iktidarın nimetleriyle hızla yayılmıştır.

Bu yapı ile uzlaşılamaz. Çünkü Türk İslâmcılık kendisiyle uzlaşılacak ahlâkî tutarlılığa sahip değildir. Amaca yönelmek için her türlü ahlâksızlığı yapabilecek şeriatrçılığın metotlarını ve dünya görüşünü paylaşmaktadır.
Türk İslâmcı kesim, kendisine gösterilecek her türlü müsamahayı “zaaf” olarak gören, kelle kesip ciğer yiyen hayvanların yayılmacı vahşetiyle aynı” tutkuyu” paylaşan, Türk dışı zihniyetli  bir  kitledir.

Türk İslâmcı kesim, aklın yerine kesin inancı koyduğundan dolayıdır ki ona  gerçeğin verilerini ve bunlara dayalı bir akıl yürütmeyi sunmak en hafif tabirle safdilliktir. Bu, cellatlarına Müslüman olduklarını ispatlamaya çalışan, Suriyelilerin yaptıklarını yapmak olacaktır.

Türk İslâmcılar ahlâktan, kadının toplumsal hayattan dışlanması dışında bir şey anlamadıkları içindir ki onlara “ahlâk felsefesi” anlatmanın bir yararı yoktur.

Türk İslâmcılar, hayatı, Tanrı’dan cennet almak için yaşanan bir tür alacak ilişkisi olarak görüyorlar. Dolayısıyla onlara cennetin de Allah rızasının da bir şekilsel ve sorumsuz taklitin mükâfatı olmadığını anlatmak imkânsızdır.

Türk İslâmcı kesimin taklidi imanının  yarattığı zarar ve ziyana karşı yapılacak tek şey, onların ne düşüneceğini asla umursamadan ve  onları dikkate almadan, vicdanın terazisinde tartılan bir akıl yürütmeyle, kendi milletimizin  faydası ve hakkın muhafazası için  sürekli düşünmek ve üretmektir.

Bu yüzden bütün fayda anlayışları, Menzil’den, “Hocaefendiden” vs. öğrendikleriyle amel edip de devlet dairelerinde kadrolaşmaktan ibaret  olan Türk İslâmcı yobazlarla artık daha fazla muhatap olunmamalıdır.

Çünkü o insanlarla muhatap olmak düşmanda Türkçülerin zayıf olduğu algısını uyandırmaktadır. Bu algı  Türklük düşmanlarını cesaretlendirmektedir. Dahası, kafası bir ilmihaldeki abdest maddesinden fazlasını almayan sayısız siyaset oyuncağı sözde milliyetçinin az sayıdaki düşünen insan üzerindeki yobazca ve ilkel hükümranlığını onaylamak anlamına gelmektedir.

Bu açıdan her Türk’ün bir bayrak olduğu artık Türkçülerce anlaşılmalıdır.

Her Türkçü kendine sanalağda bir blog açmalı ve orada doğru bildiğini hiç kimseye aldırmadan savunmalıdır. Devir, milliyetçilik için yarı okumuş il başkanlarından icazet alınması devri değildir. Türkçüler bireyselliklerinin, ahlâklarının temeli olduğunu, yazılarıyla sair eserleriyle göstermelidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta “halka bir şey anlatmak” iştiyakıyla halkın cehaletine ortak olmamaktır. Halkın seviyesi “Saadet-i Ebediyye” yobazlığıdır diye o yobazlık benimsenmemelidir.
Türkçüler, Türk düşmanlığına, ilkesizliğe,  ahlâk dışı menfaatçiliğe karşı tavizsiz olduklarını göstermedikçe hiç kimse için sözü dinlenir, saygıdeğer muhataplar olamazlar. Artık bu anlaşılmalıdır.

Çünkü “düşman” ikna edilemez. Düşman kendi dilini bizi inkâr etmek üzerine kurar ve bu dille hiçbir müşterek kavram geliştirilemez. Türk İslâmcı kitlenin Nusracı hayvanlarla paylaştığı şey bu yüzden, Ebu Hanife’nin akılcılığı değildir; sadece Nusracı hayvanların kesin inancı ve vahşetidir.

Türkçüler ilkeli, akılcı ve uzlaşmazlık ahlâkı ile hareket etmelidir. Çünkü onlar “kesin inançların ve menfaat kliklerinin” kitleleşme çizgisini benimseyemez ve hele de kutsayamaz.

Önümüzdeki  meşru çizgi kanaatimce budur.





Hiç yorum yok: