3 Aralık 2008 Çarşamba

Max Payne


Kapkara bir kahramansın sen!..


Bilgisayara oyunu tutkunlarının çok eskiden tanıdıkları bir kahramandır Max.
Hatta, Matrix’te popüler hale gelen “Bulleting time” (Mermi zamanı) efektinin atasının Max Payne olduğunu da herkesten önce bilmenin zevkini yaşarlar…
Konu Max Payne olunca, ilk aklımıza gelen yapım tasarımı ve ışık hiç şüphesiz.
Çünkü soyadı “pain” (acı) kelimesinin eş seslisi olan bir polisin günlük güneşlik bir yaşantısının olması elbette düşünülemezdi.
Karanlıklar içinde acının kıpkızılı alevlerinde yanıp kavrulan bir ruh yok oluşa doğru dolu dizgin giderken kötülüğü, onunki gibi bir hudutsuzlukla karşılıyor ve belki en korkunç yanı da bu.
Çünü Max ne Batman gibi süper donanımlara, ne Süpermen gibi dünya dışı bir vücuda sahip. O kadar sıradan ki “harcanabilir” bir kahraman ( Rambo’yu hatırlayalım) olarak bile görünmüyor.
İşte böyle sabık bir aile babası kaderin bitmemiş hesaplarıyla ödeşmesi gerekiyormuş gibi olayların içine yuvarlanıyor.
Filmin güzel yanı, gerek senaryonun gerekse yapım tasarımının, oyunun bire bir kopyası olmaması. Oynayanlar bilirler, filme ilham veren birinci oyun çok farklı şekilde biter.
Oyuncu seçimi kesinlikle başarılı. Gerçekten Max rolüne Mark Wahlberg’ten daha iyi bir oyuncu düşünemiyorum. Genç kızların sevgilisi , vakt-i zamanında Batman’de Robin’i canlandırmış Chris O’Donnel’ın ikinci sınıf bir kötü adamı canlandırması çarpıcı bir tezat ama sanırım kariyerine Robin’den çok daha fazla katkısı olacak… Yılların oyuncusu Beau Bridges rolüne bir eldiven gibi uyuyor. Filmin rol dağılımında benim asıl ilgimi çeken Prison Berak dizisinde, Fernando Sucre’yi canlandıran Amaury Nolasco Garrido. Dizide Scofield’ın bebek yüzlü, mazlum Porto Ricolu “kankasını” oynayan Garrido, Max Payne’de ürkütücü bir dönüşüm geçiriyor. Bundan sonra, ondan her şeyi bekleyebilirsiniz. Performansı kesinlikle çarpıcı.
Görüntülerdeki grenler öykünün, samanlı kâğıda basılı bir aykırı çizgi roman olduğunu hissettiriyor. Onun kuşe kâğıtlarla, göz alıcı renklerle, fevkalâde kostümlerle işi yok. Popülerliğin canına okuyan bir kahraman Max…
Bilhassa jenerik müziği çok vurucu. Durgun ve buz gibi bir nehrin karanlığını gülle gibi hissettiriyor müzik.
Bence Max Payne’in başarısı, sadece oyununu oynayanların ilgi göstereceği biruyarlama olmaması. Oyunu hiç bilmeyenlerin bile unutamayacakları ve bence Die Hart’ı bile birazcık dirsekleyip kenara itebilecek sertlikte popüler bir kara film olması...
Son olarak afişten bahsetmeliyim. Afiş, filme zekice göndermede bulunan hoş bir sembolizm taşıyor.”başları eğik dursa da kahramanlar hep kahramandır!” der gibi… Bence videotekinizde de bulundurmanız gereken bir film.

Hiç yorum yok: