16 Eylül 2014 Salı

Sebepsiz Sonuç Olur mu?


Sebep sonuç ilişkilerinden bahsedilir ya hani…

Aslında bütün ilişkiler sebep ve sonuç arasındadır.

Elinizle göl arasındaki ilşki sizin taşı göle atmanızla oluşur, sonuçsa  dalgacıklardır.

O halde “ilişkinin” insan iradesiyle bir ilgisi var mıdır? Yani  büyük balık küçük balıkları yediğinde küçük balıklar soylarını sürdürmek için ürerler. İyi de balıklar bunun bir “ilişki” olduğunun farkında mıdır?

İlişki bizim bilerek ya da bilmeyerek bir takım  kişilerle veya nesnelerle veya olgularla kendi aramızda kurulan bir “temas”. İyi ya da kötü dünyaya dokunmadan yaşayamıyoruz.

Dokunma şeklimize göreyse farklı sonuçlar meydana geliyor. İyi de neden?

Çünkü dünyaya her dokunuşumuzda ama her seferinde mutlaka bir şeylerin yeri değişiyor. Bu yer değişimi, insan dışındaki varlıkların sınırlarını aştığında kirlilik, türlerin yok olması gibi” sonuçlar” meydana geliyor.

“İyi” diye bildiğimiz davranışlar, dokunduğumuz ilk kişiden başlayarak yayılan bir memnuniyet dalgası meydana getiriyor. Herhalde zaten hayatımız boyunca sadece  bir göle devamlı taşlar atarak yaşıyoruz.

Kötü diye bildiğimiz davranışlarda da  memnuniyetsizlik/hoşnutsuzluk dalgaları oluşuyor.

Sorun insanların kurulu bir makine gibi sebep sonuç ilişkilerine bağlanması değil.

Sorun insanın iradesiyle giriştiği her eylemin istisnasız bir sonuç yaratıyor olması.

Sorun, doğanın kendi düzenlilikleriyle devam etmesi ve insan  iradesinin bu düzenliliklerin dışına çıkarak "bambaşka" sonuçlar meydana getirmesi.

Sebep sonuç ilşikisi inkâr edilemeyecek, reddedilemeyecek bir gerçek.

Esas sorunumuz tabiatta meydana gelen düzenli değişimlerin ilişkisiyle insan iradesinin sebep olduğu sonuçların ikisinin de kaçınılmazlığını aynı şeyler sanmamız.

Bu açıdan bakınca dinler ne işe yarıyor? Din de nereden geldi değil mi aklıma? Bugünlerde “Kurtuluşun İslâm’da olduğunu söyleyen kelle kesiciler” dine bakışımı bir hayli  sarstı da ondan.

Din  bize, anladığım kadarıyla belli bir sebep sonuç ilişkisi içinde yaşadığımızı hatırlatıyor ve bunu hatırlamamız için de bir takım ritüeller sunuyor. Bu sınır aşıldığında ritüellerin kendisi, memnuniyetsizlik yaratan taşlara dönüyor. Olay sanırım bu.



15 yorum:

Peride dedi ki...

Afşar Bey ne geliyor diye merakla okudum, dine bağladınız evet ;

"Din bize, anladığım kadarıyla belli bir sebep sonuç ilişkisi içinde yaşadığımızı hatırlatıyor ve bunu hatırlamamız için de bir takım ritüeller sunuyor. Bu sınır aşıldığında ritüellerin kendisi, memnuniyetsizlik yaratan taşlara dönüyor. Olay sanırım bu." Diyorsunuz ama bu kadar naif bir şey değil gibi geldi bana. Ritüellerde ki aşırılık
katliamı açıklamaz.Sanırım bu aklını ve duygularını bir düşünceye yada inanca tamamen teslim ederek bilinç dışı bir aidiyet le ilgili. Fundamentalizm mi diyorlardı?

Adalet ve hukukun olmadığı yerde bu tip insan yaratmak pek zor olmasa gerek. Diğer yandan el kaide, Müslüman kardeşler. Işıd vb. Örgüt mensubu gençlerin çoğu gerçek anlamda yoksul, kimsesiz ve çaresiz. Aklını duygularını ve bedenini örgüte teslim ediyor. Bir ideal uğruna ölmek onu ölümsüz yapıyor.Süper güçler, kontrol ettiği ülkelerde istemese de kendi kültürlerinin ürünü olan 'Ulusal Bağımsızlık', 'İnsan Hakları', 'Kadın Hakları', 'Laiklik', 'Hukuk Devleti' gibi kavramların da gelişmesine yol açıyor. Bu kavramlar ise sonradan dönüp, ulusal bilincin gelişmesine ve o ülkelerin özgürleşmesine neden olabiliyor. Dolayısı ile kontrol kayboluyor.
Bu nedenle İşte fundamentalist hareketler, seküler kirlenmeye karşılık zeminini koruma amaçlı dayatılıyor sanki ve deniyor ki "Batının demokrasisi iyidir laikliği kötüdür." Her şey sonunda hep batının süper güçlerine hizmet ediyor." Deyip kurtulmak vardı ama bütün bunlar tabiin döneminde kesilen on bin canı, Ehlibeyt in çektiği ezayı ve katledilen sahabeleri açıklamıyor . Ne yapalım durum bu !

Afşar Çelik dedi ki...

Ne zamandır yoktunuz sayın yazarımız.

Hoşgeldiniz.

Yorum için teşekkürler. Yazılaırnızıa da bekleriz.

Aklıma şu soru geldi: "Usma Bin Ladin bir petrol şeyhiydi... O bu dünyenın nesinden hoşlanmadı da El Kaide'yi kurdu?"

Eski sömürgecilerin mirası kurumların bağımsızlık fikrine yol açtığına katılabilirim. Bu doğru.

Sorun bu fikirleri miras alan toplumlar, o fikirlerin sahipleri gibi uluslaşabiliyor mu? Maalesef buna evet diyemiyoruz. Eskiden bri ulus olup da sömürülenler hariç. Kaldı ki mesele Hindistan bile ilkel toplumsal yapısından dolayı uluslaşmada çok geridir.

"Seküler kirlenme" ne demek? Sekülarizm neden kirlilik olsun? Yani teröristler soruyorum.

"Din " denen yapının ritüel aşırılık haline getirilmesi dinde şekilcilik konusunda uzmanlaşma ve profesyonelleşmeye yol açıyor.

Ritüel ve şekilcilik semboller gerektirir ve sembollere bağlılık fikirlere bağlılıktan çok daha kolaydır.

Böylece Müslüman ritüellerine ve sembollerine bağlı olup da va'z edilen ahlâkî özü akıl etmemenin en muhtemel açıklaması budur.

İnsan fakir diye tecavüz etmez, fakir olduğu için öldürmez.

Bahsettiğiniz "devrimci" kişiler dikkat ederseniz kısa zamanda elimine edilir ve yerlerine derhal toplumun en bayağı, en basit arzularını bilen ve kışkırtan insanlar gelir. Ya da devrimci liderler, sahip oldukları fitne ve katliam fikirlerini miras bırakırlar: "Müslüman Kardeşler"

Ritüellerde aşırılık, ritüellerin şekline ve sembolmensubiyetine aşırı bağlılığı doğurduğu için katliamların meşrulaştırıcısıdır. Sizin benim gibi namaz kılan insanların biz kimseyi katletmezken kafa kesip önüne gelen herkese tecavüz edebilmesinin sebebi budur.

Ritüellerdeki aşırılık, demokrasi ve laiklik arasındaki sebep sonuç ilişkisinin kavranmasını engeller. Bana "seküler olarak kirlenmemiş" ama demokratisi sağlıklı olan tek bir Müslüman demokrasi gösterebilir misniz?

Yazıyı uzatmak istemedim.Okurlar bıkıyor :)

Lütfen yazılarınızı da fakirhaneden esirgemeyin.

Aklınıza her zaman ihtiyacımız var.

Saygılar.

Peride dedi ki...

Cevap ana metinden çok daha iyi oldu benim açımdan. Nefis açıklamalar. Burada seküler kirlenmeyi mümine gönderilen alarm anlamında kullandım. Elbette sekülarizm demokratik her yapının içinde bir alana sahip olmak zorunda.Haklısınız laik olmayan sağlam bir demokrasi yok.Sirkencubin ne derdi acaba bu duruma yazmıyor mu ? :)

Peride dedi ki...

Selam ve saygılar bizden fırsat oldukça geliriz inşaalah .

selcen dedi ki...

Din ,Tanrı ile insanı bir başbaşa bırakabilse hiç problem olmayacak ama görünen o ki bırakmak işine gelmiyor.

Afşar Çelik dedi ki...

Çok teşekkür ederim Peride Hanım!

Epey güldüm yorumunuza, Allah da sizi güldürsün?

O zaman şöyle yapayım bundan sonra: Doğrudan cevap yazayım. Hem yazı kadar yer tutmuyor hem de galiba daha açıklayıcı oluyor? Tam tembel işi, bana göre! Hay aklınızla bin yaşayın!

"Fırsat yaratmaktan" lâf açılmışken acizane bir teklifim olabilir mi?

iphonelarda "blogger" uygulaması var. turuncu stilize B harfi logosouyla gösterilen. Doğrudan doğruya blog sayfasını açıp yazabilmenizi ve hatta anlık foto çekerek bloga ekleyebilmenizi sağlıyor.

Neye yarar? O an gördüğünüz durumla ilgili anında fikirlerinizi bizimle blogda paylaşabilmenizi. Nasıl fikir ama?

Sayenizde blog doldu, şenlendi vallahi.İyi ki varsınız.

Sayın yazarımızı bundan böyle yazılarıyla da blogda görebilmeyi umuyor, saygılarımızı sunuyoruz efendim.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım da epeydir görünmüyordu, sağolsun, teşrif etmiş blogu.

Durumu gayet nefis özetlemişsiniz aslında, aklınıza elinize sağlık.

Her zaman bekliyoruz.

Saygılar.

Ozan dedi ki...

Dinlerin çıkış noktası-amacı belirli bir kesimi siyasi yada sosyolojik yönden kontrol altına almak. Bu amacı bilmeden yapılan yorumlar komik oluyor.

Diyorlarki AKP dini siyasete alet ediyor. Bu çok cahilce bir eleştiri ,zira dinler tarihine baktığımızda zaten dinin amacı, din vasıtasıyla siyaseti ele geçirmek ve kitleleri yönetmek olmuştur.

Dinin bir diğer amacı , din bilgisi olmayan kesimin , kendilerini din alimi olarak adlandıran zümreye koşulsuz hizmet etmesini sağlamaktır.

Din alimleri bu sebeple , dini bilmeyen kesimin dini öğrenmesini istemez. Atatürk'e gelene kadar Kuranın tercüme ettirilmemesi tam da bu sebeptendir. Kuranın tercümesini okuyun öğrenin diyen bir din adamı görmedim. Çoğu okumayın anlamazsınız zaten der.

Dinin siyasete alet edilmemesi mümkün olmadığı gibi ,Dinin Tanrıyla insan arasına girmemesi de mümkün görünmüyor Selcan hanım ben hernekadar Tanrının varlığına inanmasam da.

Afşar Çelik dedi ki...

Ozan Bey son derece önemli bir konuya parmak basmış.

Ozan Bey, "dinin icat edilmiş bir kurum" olduğu kabulü pek sevilir.

Sorun gerçekten öyle olup olmadığıdır?

Neden? Çünkü dinlerin peygamberleri zamanında yaşanmasıyla onların ölümünden sonraki yaşanma tarzları taban tabana zıttır. Bu zıtlık da bizi kolaycılıktan men eder.

Hıristiyanlık inişinden 300 yıl sonra devlet dini olduktan sonradır ki zalimleşmiştir. Keza İslâmiyet de Hz. Peygamberin ölümünden sonra...

Bu ne anlama geliyor? Bu toplumsal kurumları, çöpe atıverip kendilerinden kurtulabileceğimiz ürünlermiş gibi kolaycılığına karşı bizi uyarır.

Dinin en ilkel toplumlarda bile inanma ihtiyacına cevap evren bir kurum olması önemlidir. Onu toptan yok edemeyiz veya değiştiremeyiz. Ama ondan ne almamız ve onu nasıl anlamamız gerektiği fikrini değiştirebiliriz.

Böylece iktidar ve din arasındaki organik bağ aşılabilir ki batı bunu başarmıştır. İktidar din ilişkisi konusundaki cehalet vurgunuza kesinlikle katılıyorum, enfes tespit!

Umarım bu ziyaretiniz son olmaz?

Her zaman bekleriz, saygılar.

Peride dedi ki...

Ozan Bey, yazınızda katıldığım noktalar olmakla birlikte yalnız batı disiplinleri çerçevesinde görüş bildirdiğinizi düşünüyorum. Düşünce tarihinin büyük bölümü rönesans ve reformla birlikte hristiyan inancının eleştirisi olmuştur ve haklıdır.
Hıristiyan inancının temel taşı ruhban sınıftır. Tanrı adına hareket eder, yönetir, sömürür, affeder. Sanırım asıl aydınlanma protest davranışlar ve akabinde protestan inancı ile başlamıştır. Islam esaslarında ruhban sınıf yoktur. Bu gün ve geçmişte var olanlar dinde uydurmanın sonuçlarıdır. Ateizm, deizm, agnostisizim yada monoteizm hepsi inançtır fikrimce...insanın inanma ihtiyacından doğar ve kaynağı inanç biçimine göre belirlenir.
Afşar Bey Allah iyiliğinizi versin, iPhone da bir cümle yazana kadar ruhumu teslim ediyorum, o klavye bu parmaklar olmuyor ama başka araçlarla yazarız kısmetse...

Ozan dedi ki...

Afşar Bey
Elbette din -insan tarafından - icat edilmiş bir kurumdur. Eğer din doğa tarafından bize sunulan bir gerçeklik olsaydı ,tarihe baktığımızda onbinlerce din değil sadece 1 tane din olurdu… 2+2 =4 eder bu doğanın bize verdiği gerçekliktir… Siz hiçbir ülkede yada kıtada , 2+2 nin 5 ettiğinin tartışıldığını duydunuzmu? İnsan tarafından icat edildiği için kendi içinde yüzlerce çelişki barındırmakta, sadece kendi içinde değil dinler arasında da sonsuz çelişkiler var. Mesela hristiyanlık İsa tanrının oğludur-dolayısıyla tanrının yetkilerine sahipdir - diyor, İslam ise bunun tanrıya şirk koşmak olduğunu ve günahların en büyüğü olduğunu söylüyor….
1,8 milyar hristiyan yada 1,5 milyar Müslümanın inançlarından biri gerçek değil…(hoş bana göre ikisi de gerçek değil) Çünkü isanın aynı anda hem Tanrının oğlu olup hem de olmaması doğa kanunlarına aykırı…
Dinler gerçeklik değildir ve inançsızlara göre dine inanmak hatadır. Ancak insanların hata yapma hakkı vardır… Seküler düzenler insanların hata yapma hakkına da saygı gösterir… İnanmak bir ihtiyaçmı konusu tartışmalıdır. Yeryüzünde yaşayan insanların %25inin ateist olması hayatlarında hiç inanmamış olması bu ihtiyacın bir temel ihtiyaç olmaktan uzakta olduğunu gösterir. Yanlış yanlışdır… Bir din ,o dine ait zararsız dönemler olmasıyla gerçeklik kazanmaz…

Ahlaklı bir birey olmak için dine ihtiyaç yoktur.Bundan da ilerisi, size ölümden sonra sonsuz cennet vaad edilmesi, sizi “ Nasıl olsa suçlarımın cezasını çektikten sonra sonsuza kadar cennetteyim “ düşüncesine sevk edip suç potansiyelini arttıran bir durumdur.. Yani bana göre dine inananların suç işleme potansiyeli inanmayanların suç işleme potansiyelinden daha yüksektir.. Amerika’da ateistlerin oranı %10 iken hapishanelerdeki ateist oranı sadece %2 dir..
Peride hanım inanç bilmeyenler için bir ihtiyaçdır. Ancak kutsal kitapları incelemek için aylarını vermiş benim gibi şahıslar için tek ihtiyaç, gerçeğin,bilimin bilginin peşine düşmektir… Bana göre tek ideal humanizm dir . Yani insan odaklı bir hayat , insanı dünyanın merkezine koyan ideolojiler düşünceler inancımın odağıdır.. ..
Neyse sizin inancınıza göre kafirlerle , hristiyanlarla Musevilerle çok fazla muhatap olmanız yasaklandığı için bu konulara çok fazla girmeyelim günah yazmasın size… En azından bu konuları konuşmayalım…

Bu blokta bulunan yorumcuların birbirlerine bukadar saygılı ve seviyeli olması gerçekten çok güzel..

Afşar Çelik dedi ki...

Ozan Bey,

Ahlaklı olmak için dine ihtiyaç duyulmaması benim de katıldığım bir nokta.

Sorun "inanç" ile din arasındaki farkın belirsizliği.

Bu noktada Allah inancına sahip olup da dinin kurumsal kimliğini benimsemeyen, dinin ruhbanlığına ve bürokrasisine karşı çıkan insanlar da var.

Son dönemde deizmin özellikle Yaşar Nuri gibi bir ilahiyatçı tarafından telaffuz edilmesi önemli bir gelişmedir.

Din bir inanç tercihi olmaktan çıkıp bir şekillendirici kurum halini aldığında; ortaya kendiliğinden iktidar ve savaş problemleri de çıkıyor.

Bundan dolayı "dinin" şekilci zorlayıcıllığından uzak inanç temelinde bireysel olarak yaşanmasını sağlayacak laik bir düzen gerekli oluyor.

Asıl ben değerli yorumlarınız, nazik üslubunuz ve sükûnetiniz için teşekkür ederim.

Her zaman beklerim.
Saygılar.

Afşar Çelik dedi ki...

Peride Hanım hangi yazıda olduğunu bulamadığım bir yorumunda Türkiye'de şeriat isteyenlerin azaldığını yazmış. Çok ilginç bir tesğpit ama ülkenin gittiği yön laiklik değil şeriat ne yazık ki. Ve açıkça şeriata göre hükmeden bir hükümete açıkça yükselen bir talep var. Dolayısıyla ya şeriat istemeyenlerin bu Arap özentisi şeriatçı hükümete ilgisi açıklanmalı ya da anketçiler yanlış yaptıklarını itiraf etmeli. Şeriat bu değüilse azalan talep ne? Azalan talep buysa yapılanlar ne? Gibi...

Peride dedi ki...

Hahahhaha ilahi Afşar Bey bu gün paylaştığım 2007 Eylül tarihli yazının yorumlar bölümünde Türkiye'de şeriat isteğinin azaldığını istatistiki bir bilgi olarak veren sizsiniz. Belki benim endişemi yatıştırmak için yazmış olabilirsiniz ama sayısal oranlar olunca diyecek bir şey yok.Ne yazık ülkemizde bir eklemlenme ve özenme durumu halkımıza sirayet etmiş durumda. Sanki bu gün egemen güç el değiştirse ve kuvvetli bir laisizim gelse hiç bir güç kullanmaksızın, bu dinci hareketlerin atıyorum kafadan, %50 si sekülarize olacak ve diğer bölümün %50 si de yer altına kaçacak. Alev Alatlı'nın paçozluk tanımı bile açıklamıyor bizi.
Ozan Bey
Yazdıklarınızı zevkle okudum.İnancınıza saygım var, inandığınızı yada '' düşüncenizi'' söylemeniz için canımı vermesem de elimden geleni yaparım.
Hümanizm, evet ...21 Y.Y için fena bir dayanak değildir. Ahlak konusunda söyledikleriniz için ben de hem fikirim.Ahlak içsel bir disiplindir.Evrilerek yeni olgulara sahip olabileceğini dahi düşünürüm.Dindarın ahlaklı olabildiği kadar ve bazan fazla hiç bir dine inanmayan da ahlaklı olabilir. Din elbette bir ahlak sistemi öneriyor, ama aklı ve koşulları da göz ardı etmenizi talep etmiyor.
Matematiksel açıklamalarınız 2+2 =4 gibi yeterli değil bu veri hangi sistem içinde hesap yaptığınıza göre değişir ve bunu iyi bildiğinizi düşünüyorum.
Son olarak, kutsal kitapları incelerken özellikle Kuran -ı Kerimi, ayetin iniş sebebini, tarihsel arka planını ve o zaman ki sosyolojik yapıyı bilmek gerekiyor. Benim inancımda yada düşüncemde, 21. Y.y'a gelindiğinde başka bir kitap ehli yada inanmayanlar ile konuşma görüşme yazmıyor.

Afşar Çelik dedi ki...

Peride Hanım ,

Tarihe ışık tuttunuz , teşekkür ederim. Çünkü eski yazılarımda, bu iktidarın cidden bir uzlaşma sağlayabileceğini düşünmüşümdür.

Çünkü bana hep "laik demokrasi içinde kalmak istedikleri" intibaını vermişlerdi. Ne yapalım, saflık...

Sanırım o istatistik gibi bazı veriler ve henüz Balyoz, Ergenekon gibi rezaletlerin o devirde henüz yaşanmamış olması bu iyi niyeti oluşturmuştu.


İnsanları yanılarak tanımak, yanılmadan tanımaktan bazen daha iyi olabiliyor galiba? :)