23 Eylül 2014 Salı

Mahalle baskısı ve türban, tam yedi yıl önce

22 EYLÜL 2007 CUMARTESI 



Ara sıra çocukluğunuzdan bazı mekânlar ve olaylar gözünüzde canlanır mı bilmem. İlkokula başladığım gün babam beni okula bıraktı belki 15–20 dakika oyalandıktan sonra işine gitti. Dehşetli büyük bir salonda çok büyük bir kalabalık hatırlıyorum. O yer okulun girişi olmalı, sağım solum ve arkamda en az elli metrelik bir uzaklıktan sonrasını göremiyordum, tavanın yüksekliği belki beş metre belki yedi metre olmalıydı. Bronz bir Atatürk büstüne oldukça yakın bir yerde duruyordum, doğrusu Özgürlük Heykeli’nden biraz küçüktü. Etrafımdaki mahşeri kalabalık ise çok tehlikeli ve korkutucuydu. İlkokulun birinci sınıfında okuyanlar hariç diğerleri bana insan azmanı gibi göründüler. Birilerine sığındığımı hatırlıyorum. Tören bitip de yine çılgın büyüklükteki sınıfıma gittiğimde biraz rahatlamıştım. Sınıf en azından korkunç bir uğultu çıkarmıyordu.
Pek tabii ki Anadolu’nun küçük bir şehrinde ki bir ilkokul ne bu ebatlarda idi nede ilkokul öğrencileri birere insan azmanı.

Yine de benim gözümdeki dehşetin gerçek olmadığını söyleyemezsiniz. Aynı dehşeti ortaokulun birinci sınıfında bir kez daha duydum. Okul yalnızca orta öğretim olduğuna göre öğrencilerin yaşları 12 ila 15 civarında olmalı. Paydos saatinde okul bahçesinde bana göre binlerce kişi vardı. Tartışmalar ve itişmeler hatırlıyorum bir kavga bir protesto olmalıydı. Hatırladığım kadarı ile iki öğrencinin Ramazanda simit yemesine bir kısım öğrenci tepki göstermiş gerginlik zor giderilmişti. Yaşları 12-15 arası bu öğrenciler hangi dini bilgi ile hangi inançla böyle bir tepki oluşturdular hala anlamam güç. Pek tabii okul bahçesi binlerce kişiyi alacak büyüklükte değildi. Öğrenci sayısı da sanırım üç yüzü geçemez ama benim dehşetim son derce gerçekti. O simidi yiyenin ben olması içten değil di. Bu protesto bana yapılsa bu gün burada böyle biri olur muydum ne kadar yara alırdım bilemiyorum.

Bundan otuz beş yıl önce yaşadığım bu olaya şimdi mahalle baskısı adını veriyorlar. Bu baskının yaşadığınız çevreye ve yaşınıza göre hissedilme algılanma ve değerlendirme boyutu şimdilik akla bile gelmiyor.

Öte yandan .pek tabii ki Üniversiteler de türban serbest olsun isterim. Bunu özgürlük adına bireysel tercihe olan saygı ve sevgimden isterim. Bunu isterken endişe duymadığımı da söylemek zor. Çünkü “İnancım gereği örtünüyorum “ cümlesi bir bakıma örtünmeyenlerin inanç eksikliği yada inançsızlığının da tanımını getiriyor.Türban takmak isteyenlere giyim tercihim budur yada dini yorumum bu dedirtseniz değişecek bir şey olur mu bilmiyorum.Öte yandan dindeki örtünme modelini tartışmaya kapalı olarak algılarsanız, örtünme yaşı bluğ ile başlıyor neredeyse tepeden tırnağa yalnız, gözler ve ayaklar görünmek şartı ile kadın komple kapatılıyor.Nasıl yani ? “ Tanınmayacak şekilde “ .Kesinlikle dikkat çekmeden, yani türbanı takıp son moda giyinerek ya da rimelli gözler parlak rujlar ve allıklar kullanarak hiç değil. Bu yazdıklarımda örtünmenin bir başka ölçüsü.
Şiimdi buradan bakıp örtünme sınırını, saçı kapatmak, örtünme yaşını da 18 yaptık diyebilir misiniz? Üstelik bunu Anayasa ya yazdığınızda bir başlangıç bir ilk olarak mı göreceksiniz? Sonra inancın bununla da kalmadığını düşünüp, ilk ve orta öğretime de özgürlük getirecek miyiz?

Beyler, hanımefendiler

Bütün mesele inancımız gereği diye yola çıkıp evrensel hukuk kurallarını inancımıza göre düzenlemekle başlıyor. Bu gün yalnızca samimiyetle saçını örtmek arzusunda olanlar yarın Kuran’ın diğer yorumları ile baş başa kaldıklarında sosyal alanda bu baskıyı kaldırabilecekler mi? Bence bu konuyu türban isteriz diyenlerde yeniden düşünmeli. Sorun türbanlı yada türbansız her Türk kadınının sorunu. Eğer demokrasi ve özgürlük adına dinin çeşitli yorumları ile sosyal hayat baskı altına alınacaksa buna ilerleme denmez herhalde.
Hülasa mahalle baskısına gelmeden önce özgürlük-türban-inanç üçgeni içinde çözümsüzlük bir hayli yoğun.Bütün mesele ayrışmanın tartışması düşünsel alanda mı yoksa fiziksel alanda mı olacak.Buda medeniyetin ölçüsü olsa gerek.Risk görmüyor değilim, özgürlük için bu riski alıp savaşmak doğrumudur ondan da emin değilim. Saç benim baş benim ama neyse, zaten bana sormayacaklar değil mi ?

3 yorum:

Peride dedi ki...

Birde şöyle yorumlar yapmışız:

AfsarCelik dedi ki...
Peride Hanım,

Nefis biryazı ve fikir çalışması,aklınıza, elinize sağlık...

Bütün mesele inancımız gereği diye yola çıkıp evrensel hukuk kurallarını inancımıza göre düzenlemekle başlıyor

İşte anahtar cümle!

Mesele şu... Evrnsel hukuk kuralalrının bu şekilde "esnetilmesi" Türkiye için artık mümkün müdür?

Çoğu zaman bir muz cumhuriyeti profili gösterse de bence Türkiye bu endişeyi aştı.

Bakın "Şeriat isterim" diyenlerin oranı %16'dan %9a gerilemiş.. Bu oran "şeriat devleti" tanımı netleştirildiğinde 3-4' e kadar geriliyormuş. ( Taha Akyol)

Herkesin hukuk teminatı altında olduğu birülkede sizce devletin taraf tuttuğu herhangi bir rejimi insanlar arzular mı?

Ben de zaman zaman sizinle aynı endişeleri hissediyorum ma hukuk önyargılar ve endişelerle değil, haklarla çalıştırılır.

"mahalla baskısı" ile ilgili deirnlikli bir yazı,tekrar teşekkürler...

Sağlıcakla kalınız.

22 Eylül 2007 19:10
Blogger Peride dedi ki...
Sevgili Afşar
Yazmakta gecikme sebebim dini fazlasıyla kişisel bir alan olarak görüyor olmamdan sanırım ama yinede temel bazı düşüncelerimi paylaşmam gerekecek.
İnancıma göre dinin kaynağı Kuran-ı Kerim’ken değiştirilmediği ve Allah tarafından korunduğu, kesinlikle söyleniyorken.1400 yıl önce Sevgili Peygamberim Kuran dışında söylediklerini ezberletmemiş ve yazdırmamışken akla uygun olmayan rivayetlerle dinimi tanımlamam mümkün mü? Ki o kitabın 39 ayetinde akıl sözcüğü ısrarla vurgulanmış ve kullanılması söylenmişken ve tek hesap sorucunun yetkisi hiç kimse ve hiçbir otoriteyle paylaşılamıyorken, Sevgili Elçilerini dahi bu konuda ancak ricacı konumunda bulunduruyorken, Üstelik tek bir bireye seslenip kimseyi kimseden sorumlu tutmuyorken, ancak birbirimiz üzerinde ki haklara karışmıyorken bu kadar mantık, düzen ve akıl içerip bana verdiği akılla samimiyetle çalışıp öğrendiğim bilginin makbul olmadığını söylemek için art niyetli olmak gerek. İşte bu gün, şeriat la yaşadığını söyleyen,ılımlı yada radikal İslam devletleri ne yazık ki , dinin ruhunu kavramadan otorite kullanmaktadırlar.Bu konuda ölçü ; kişisel, kaynak ta, Kuran-ı kerim olduğuna göre, yarın baş örtüsü ertesi gün çarşaf daha sonra bluğ ile birlikte örtünme daha sonra tek göz mü açıktı çift göz mü şeklinde tartışmalardan uzak kalacağımızı söylemek isterdim doğrusu.Nasıl kitlenin ahlakı yada aklı yoktur diyorsak kitlenin de dini bu anlamda tanım götürmez.Din kişilere aittir .
Ki, ibadet ve dinin emirleri herhangi bir merci tarafından korunsun kollansın.Buna ne Tanrının nede dinin ihtiyacı vardır. Binlerce uydurma hadis ,gelenek,çıkar ve yalan yanlış tarihi bilgi doldurulmuş içeriği ayıklamanın tek yolu ,dini kişisel bir hak ve yaşam biçimi olarak algılayıp öğrenmek ve öğretmek olmalıdır.Kitap’ta yer almayan her konu din dışıdır, bu konulara dini açıklamalar getirmek yanlıştır ve apaçık olduğu defalarca belirtilmiştir. Sonuç :akıl,akıl akıldır. İşte kanıtım :

Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar. Yunus 100

24 Eylül 2007 15:49
Blogger AfsarCelik dedi ki...
Peride Hanım,

Konunun özüne gayet derinne net bir şekilde değinmişsiniz. Evet, peygamber dahi, müslümanları bir şeye zorlamamaışken ve dinin toplu yaşanmasını va'z etmemişken onun yapmadıklarını yapmayı kendilerine hak bilenler acaba zulme yakın durmuyorlar mı?

İşin bu yönü hal-i hazırda Türkiye'de zor anlaşılabilir çünkü bizde İslâm'ın kavranışı henüz şehirli bir hukuk algısı seciyesinde değil de cemaatçi bir köylü toplumu seviyesinde olduğundan endişelerinizi paylaşıyorum.

Gene de ümitvar olmaklazım. Sağlıcakla kalın.

24 Eylül 2007 19:46

Peride dedi ki...

Efendim biraz karışık oldu durum açıklamayı hak ediyor sanırım.

Şöyle ; 22 Eylül 2014 akşamı bakanlar kurulu kararı ile orta öğrenime baş örtüsü serbestisi geldi. Küçücük çocuklara yani...

Bu ülkede özgürlükler neden hukuk anlamında bir genellemeye tabii değildir de Bakanlar kurulu tek tek şunu yapmak serbestir diye karar verir aklım almaz ! Acaba guguk devleti olduğumuz için olabilir mi ?
İşte bu meyanda düşünürken, mahalle baskısı ve bluğ çağında örtünme konulu bir yazı yazdığımı hatırladım. Buldum, ilginçtir o yazı 22 Eylül 2007 de yazılmış. Yazıyı blog da paylaştım ve altına da o tarihte yaptığımız yorumları ekledim. Dikkat ederseniz, yorumlarda , '' Afşar Ç. dedi ki '' yada '' Peride dedi ki '' diye başlıklar var.

Hal böyle olunca konuyu irdeleyeceksek eskiden ne düşünmüşüze bakmak istemiştim. Yine ilginç şeriatlaşma arzusundaki istatistiği veren şahsı Taha AKYOL olarak yazmışsınız. Bu bilgi o zaman için doğru olmalı. Şimdiye gelirsek, ben hala bu halkın şeriat arzusunda olduğunu düşünmüyorum, yapay bir öykünme gibi geliyor bana. Haaa bu kararnameler olacak iş mi ? Değil elbette...

Afşar Çelik dedi ki...

Yorumlara açıklık getirdiğiniz için teşekkürler. Benim de kafam karışmıştı, sanki çok derli toplu da :)

Temel haklara özellikle kararnamelerle müdahale etmekteki hoyratlığa dikkat çektiğiniz için teşekkürler..

Konu ayrı bir başlık altında incelenmeyi hak ediyor.

Ufuk açıcı yorumlarınız için teşekkürler, sevgili yazarımız.