26 Ekim 2011 Çarşamba

Ne İstiyorum Ben? Gerçeği mi?

İstiyor muyum gerçekten?
Aslında bu ikinci soru… Birincisi “Ne istiyorum?” Bu geri kalmışlığın kavşak sorusu gibime geliyor. Neden “geri kalmışlık?” Gene mi vaaz edeceğim?

Evet… Çünkü kendisine vaaz etmeyen bireylerden oluşan bir toplum, doğruya yaklaşamaz. Gelişmişlik, doğruya yaklaşmak azminden başka bir şey değildir. Doğru nedir? Gerçeğe en yakın şey.

Gerçek kafamızın bir yerinde aslında varoluşsal olarak mevcuttur. Gerçek, yaratıldığında, insana emanet edilen yüktür.

Bundan dolayıdır ki doğru “anlaşılan” şeydir. ( Oscar Wilde) “Anlamak”, öğrenilen şeyin,  yaratılışta bize verilmiş gerçeklerle uygunluğunu idrak etmek demektir.

O halde bilincimiz John Locke’un dediği gibi bir tabular asa ( boş tahta) değil mi? Mesele şu: Yaratılışta gelen bilgileri idrak etmek ancak insanın çabasıyla mümkün olabiliyor. Yaratılışta gelen bilgilere, “gerçeğe” ulaşmak için gayret serf etmeyenler, hayvana yakın, geri, ilkel ve vahşi olarak kalıyor. Gerilik gerçekte teknolojik, geri kalmışlık değil. Gerilik, yaratılışımızda emanet edilmiş insanlık durumundan uzak kalmak.

Peki bunları söylediğimde buyurgan bir filozof olmuyor muyum? Hani kişisel zaaflarımı yargıladığım ve tamamen şahsî  bir günlük yazıyordum ben? Öyleyse nedir bu tepeden bakan didaktik metin? Kimin umurunda bu bahsettiklerim?

Mesele şu: Kimin umurunda olduğu da benim umurumda değil… Mesele benim, bunları yazıya geçirerek kendi kendime öğrenemem, idrak etmem ve beynimin bir parçası haline getirmem. Dolayısıyla vaazım da felsefemde tamamen kendimle ilgili… Yani blogum, gene   bir “günlük”…

Nereden nereye geldim? Evet belki bir başka yazıda “Ne istiyorum?”u cevaplamalıyım…

Hiç yorum yok: