18 Ekim 2011 Salı

Klâsikler Rafımı Dizmenin Sevinci


Bu sabah “Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı” bitirdim. Okurken moralimi  çok bozdu. Çabuk tesir altında kalan biriyim. 

Amerikan edebiyatı hakkında yüksek genellemeler yapmak istemem, artık istemem. Çünkü özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra galiba cidden “cozutuyor”.  Amma… “Çavdar Tarlasında Çocuklar” bana gene de o genel ümitli, iyimser Amerikan havasının bir ürünü gibi geldi. Kötü bitse cidden yaralardı beni. Phoebe sağ olsun… İnsanın iyiliği anlaması güzel. Ölümüne nihilist ve kinik adamlara artık daha fazla gıcık oluyorum. 

Ama mesele o da değil aslında… Belki de bütün mesele budur, tam emin değilim. Gene de iyi biten şeyleri seviyorum, ben…


Az önce  kitap  kolilerimden birini boşalttım.  İşin iyi tarafı şu: “Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı”  klâsikler kolisine koymuştum ve canım çok klâsik okumak istiyordu. “Decameron” ile “Canterbury Hikâyeleri’ni” yan yana koydum, herhalde uygundur? Bunun yanında…

 Camus ile Sartre’ı da yan yana koydum. Hep nedense bu ikisi bana “ahretlik” gibi gelmiştir. Bir sır vermeliyim, ikisini de okumadım. Camus okumaya çalıştım ama çok sıkıldım. “Benim derdim senin derdini döver” zamanlarımda, içimi karartmamak için boş verdim ve bir daha da  kapağını açmadım. Yani geçim sıkıntısı çekip üstelik birileriyle geçinemediğiniz bir zamanda  ülkesi benim ülkemin yüz yıl ilerisindeki bir Fransız’ın “Ben neyim ya? Kirpi olsam daha mı iyi olurdu?” gibisinden varoluşçu dertlenmeleri içimi kaldırmıştı.


Bu sabah cesur olmayı seçiyorum. İyi olmayı , iyi okumayı ve bir şeyleri bitirebilmeyi seçiyorum. Yanıma gene bir klâsik almalıyım belki? Klâsikler kesinlikle yetişkinlikte hatta mümkünse otuzların sonlarında falan okunmalı. Bu sabah yazmayı da seçtim ve yazarak başladım. Buna memnunum. Yazar  yazmaksızın ölen adamdır çünkü…


Bu sabah kütüphanemi yerleştirmeye başladığıma seviniyorum.
 

Bu sabah iyi ve güçlü olmayı seçiyorum.

Hiç yorum yok: