Hayat derslerini hep dolaylı veriyor. Neden böyle? Çünkü bir başlangıcın çok sayıda sonu olabiliyor ve neye niçin başladığımızı biliyor olsak bile nelere yol açabileceğimizi pek bilmiyoruz. Aslında hiç bilmiyoruz.
Bu yüzden edebiyat var galiba? Her şeyi hikâyelerin üstünden, onların mecazıyla anlatmak için.
Belki doğrudan görmek diye bir şey yok? Yani aslında gördüğümüz şeye kendimiz bir anlam katmadıkça onu fark edemiyoruz ve belki bütün anlaşmazlıklar da buradan çıkıyor?
Ve belki bu yüzden, meselâ dinle ilgili sözde doğrudan delil gösterilerek insanlara emir verilmeye kalkılması dahi başarılı olamıyor?
Bu yanlış mı? Veya gerçek bulunamaz mı? Gerçek yok mudur? Apaçık gerçeklerden bahseden ve mutlaklığı tartışılmayan din kitaplarına dayanan dinci rejimler nende mutluluk getirmiyor?
Bana kalırsa gerçek var. Sorun herkesin aynı zamanda ve şekilde ona ulaşmıyor olmasından kaynaklanıyor. Bazılarımız ona hiç ulaşmıyor.
Bunun ne önemi var? Bunun önemi… İnsanın, kendisinden uzaklaşıp sürekli başkalarının gözünden hayata bakmaya çalışması. Başkalarının doğrularını, iyilerini elde etmeye çalışması. Daha doğrusu iyiyi ve doğrusu bir başkasıymış gibi elde etmeye çalışması…
Belki korkunun, endişenin kaynağı da budur? Çünkü bir başkasına göre ne olacağını bilmek mümkün değildir hiçbir zaman… Ve bu bilinmezlik bizi aldatıyor belki de? Bu bilinmezliği, kendi öz yoksunluğumuz, yetersizliğimiz sanıyoruz belki de?
Bunu neden söylemeliyim? Bunu kendime söylemeliyim ; kendim öğrenmeliyim, kendim bellemeliyim. Belki sabır bunun için tavsiye ediliyor. Öğrenmek için kendine zaman tanımanın adıdır belki de “sabır”?
Bugün zengin olmayı seçiyorum.
Bugün cesur olmayı seçiyorum.
Bugün müşfik olmayı seçiyorum.
Bugün öğrenmek için kendime zaman tanımayı seçiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder