Türk milliyetçiliği mevcut şartların yıpratıcı rüzgârları karşısında milletin son ümidi ve dayanak noktası olmuştur. Ama bu Türk milliyetçilerinin fikrî zenginliğinden, entelektüel zekâlarından ve çözüm üretebilmek kabiliyetlerinden kaynaklanmamaktadır. Türk milliyetçileri sadece yabancılaşmaya ve bölünmeye karşı korunma refleksinin son temsilcileri olarak vardırlar.
Türk milliyetçiliğin seyri 1969’dan sonra tamamen tepkiseldir. Bu da “olayları anlamlandıran” değil, olayların arkasından giden insanlar olmak anlamına geliyordu. Hali hazırda da Türk milliyetçilerinin fikrî kısırlığı bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bir kere tepkiselliği kendinize hareket noktası seçtiğinizde, ilk olarak düşünmekten vazgeçmeyi, ikinci olarak da lidere tapınmayı kendinize şiar edinmişsiniz demektir. Türk milliyetçiliğinin inanılmaz derecede organize, vahşi ve ahlaksız komünist saldırılara karşı göğsünü siper etmesi eşsiz bir tarihi örnektir. Ne yazık ki Türk milliyetçileri, bu kahramanlığı, kendi siyasal yapıları içindeki hataları eleştirmekte gösterememiş, milliyetçiliğin siyasetin oyuncağı olamayacağını anlatamamıştır, anlamak da istememiştir.
Türk milliyetçiliği MHP’nin tekeline ve komutasına teslim edilmiş, milliyetçilerin bütün fikrî yapılanması MHP yöneticilerinin eline bırakılmıştır. Kimse kusura bakmamalıdır ama, MHP’nin ne ’80 öncesi ne de bugün kimsenin entelektüel yapılanmasını sağlayacak bir birikimi olmuştur.
Bir camianın fikri/ entelektüel yapılanması, işi tepki vermek, slogan üretmek olan bir partiye, bir oy mekanizmasına emanet edilemez. Türk milliyetçilerinin vicdanları “teşkilatın bölünmemesi”, “çatlak ses çıkmaması” için sürekli susturulmuş, bu baskı ile milliyetçilerin ferdi akıllarını kullanmalarının, doğru bildiklerinin yapmalarının önüne geçilmiştir. Bu tavır sadece MHP içinde değil, Türk Ocağı’nda da aynen sürdürülmüştür. Daha geçen sene, beş kişiden ibaret bir grubun, ocak yönetimine talip olmasının, mevcut yönetimde meydana getirdiği korku, telaş ve paniğin ve bu beş kişilik gruba karşı gösterilen inanılmaz çirkin hırçınlığın sebebi de budur.
Türk milliyetçiliğinin, siyasal alanın kayıtsız şartsız egemenliğine bırakılması, siyasetin ilkesiz bir güç mücadelesi olarak sürdürüldüğü memleketimizde, camiaya önce Türk İslam Sentezi denen Emevici eyyamcılığın daha sonra da “İktidarı yıpratmamak” adına yürütülen orta yolcu söylemlerin egemen olmasına yol açmıştır. Meselâ Türk Ocakları başkanı gibi etkili ve yetkili bir zat, MHP’ye yönelik şantaj ahlâksızlığını, nihayet cesaret edip de eleştirebildiği yazısında “Türkiye siyasetinden” bahsetmektedir. Milliyetçiliğin sembol kurumunun başındaki zat da artık siyasal dinciliğin “Türk dışı” kimliklendirme baskısına uyarak söz de akl-ı selim sergilemeye çalışmaktadır. Türk Ocakları başkanı “Türk siyaseti” demeye açıkça korkmaktadır. Yani açıkça eyyamcılık etmekte, “Ne şiş yansın ne kebap” köylü kurnazlığıyla hem iktidarı kendisine karşı küstürmemeye hem de sözde MHP’yi vicdanen savunmaya çalışmaktadır.
MHP son kaset skandallarıyla sarsılmıştır. Bunun sebebi, bu kaset ahlâksızlığını yapanlara istediğini vermesi, kendi değerlerinin istismar edilmesine razı gelmesidir. Çünkü MHP’nin bir ahlâk felsefesi yoktur! Çünkü bütün fikri faaliyeti slogan üretmekten ibaret olan bir partiye emanet edilmiş Türk milliyetçilerinin herhangi bir konuda tutarlı bir fikir geliştirecek herhangi bir felsefesi yoktur! Churchill kendisine eşcinsel olup olmadığı sorulduğunda “Ülkeyi popomla yönetmiyorum!” diyerek bu terbiyesizliğin önüne geçmiş. Türk milliyetçileri felsefeyi küçümseyip ancak olayların arakasından tepki geliştirebilmenin peşine düştükleri içindir ki bu tip ucuzlukların kendilerini yıpratabilmesine imkân vermektedirler.
Çünkü Türk milliyetçileri, kişilerin kendi tercihleri, kendi felsefeleri, kendi inançları olması diye bir şeyin bu gün bile farkında değildirler. Onlara göre lider, doktrin ve teşkilat, bir insanı alır, onu “Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti” doğrultusunda eğitir ve böylece o insan, “adam olur”! Meselâ şu anda hiçbir MHPli eşcinsel bir milliyetçinin var olabileceğini düşünemez. hemen hiçbir MHPli, eşi başı açık olan birinin ahlâkına güvenmez. Hiçbir MHPLi eşiyle beraber siyasal faaliyetlere katılan kadınları anlayamaz. Bu gün Türk Ocağı gibi, Türkiye’de ilk kaıdnlı erkekli toplantıyı düzenlemiş, yönetiminde kadınların yer aldığı bir kurumda dahi kadınları pasta börek imalatçısı ikinci sınıf yaratıklar olarak görmek anlayışı, “Hanımlar İcra Heyeti” denen Arap özentisi utanılası ilkellikle sürdürülmektedir.
Türk milliyetçiliğindeki siyasî sığlık egemenliği, onun fikri yaratıcılığa sahip olamamasının ilk sebebidir.
Milliyetçi camiadaki çözüm kısırlığının ikinci sebebi, “fikrî hiyerarşidir.” Milliyetçiler için önemli olan şey fikirler değil, “konuşanın hiyerarşisisidr.” Bu açıdan meselâ felsefi açıdan hiçbir birikiminin olmadığı her beyanından belli Türk Ocağı başkanı, sanki sadece böyle bir makamı işgal etmekten dolayı hikmet sahibi imiş gibi değerlendirilmekte, o konuşmadıkça Ocak çevresinden herhangi bir fikir üretimi gerçekleştirilmemektedir. Veya Türk Yurdu gibi bir dergi, Türkiye’nin en birikimli bilim adamlarından ve üstelik hars heyeti üyesi bir ocaklının yazısının “düzeltilmesini” isteyecek kadar küstahlaşabilmektedir.
Bu arada şunu da belirtmemiz lâzımdır ki Türk milliyetçileri, fikirleri değerlendirecek beyin yetkinliğinden uzak oldukları için kendi zekâ düzeylerince en kolay kavranacak şey olan akademik unvanlara sığınırlar. Kim ki bir akademik unvana sahiptir, onun en doğrusunu söylemesi gerekir. Hayatları Weber okumakla geçmesi gereken pek çok milliyetçi akademisyenin, solcuların, mülkiyetin kolektifleştirilmesi fikrine karşı en ufak bir eleştiri getirememesi, toplumsal düzenin “kendiliğinden meydana gelen evrimi” hakkında en ufak fikrinin olmaması, ülkemizde “millet “kavramı Hobsbavmcı kolektivist saplantılarla sürekli yıpratılırken Sadri Maksudi’den bile habersiz şekilde Türk Yurdu’nu akademik atlama tahtası olarak kullanmak dışında hiçbir iş yapmaması gibi basitlikler, milliyetçi camianın ne tür ahlâkî ve entelektüel yoksunluk içinde kıvrandığının örneklerindendir. Öte yandan mesela sırf doktorası var ve bu yüzden gazetelerde köşe sahibi olduğu için Türk milliyetçiliğin varlık sebebi entelektüelleri, “cemaatlerinin kabulüyle adam olmuş” sayan bir yarı okumuş, “metodolojik bireycilikten” habersiz , ahlâkın bireyin özgürlüğü ile ilgisinin farkında bile olmadan ahkâm kesebilmektedir.
Türk milliyetçileri, Emevici siyasal dinciliği “İslâm ahlak ve fazileti” diye benimseyerek ferdi dışladığı, kötülediği için…
Fikrî faaliyeti, slogan üretmekten ibaret zannedip mensuplarının entelektüel vicdanlarını “Lider, doktrin, teşkilat” zırvalığıyla baskıladığı için…
Fikir üretiminin partilerce yapılabildiğini sanarak ferdin fikrî emeğini yok sayıp, fikri faaliyeti ucuzlaştırdığı için…
Akademisyenliğin malumat derlemeciliği zanaatini, yegâne fikri faaliyet sayarak mensuplarının merak ve yaratıcılığını umursamayan köylülüğünün farkına varamadığı için…
Milliyetçiliği, “hakikati arama cehdinden” ayırıp “Sen ben bizim oğlancı” kayırmacılığın aracı haline getirdiği için…
Türk milliyetçiliği bu gün tarih, sosyoloji, iktisat, edebiyat, ilahiyat, felsefe gibi alanlarda yoktur! Yakın bir gelecekte olmasını beklemek de ancak bönlük olabilir. Bütün yaptığı günlük politik çekişmelerde ahkâm kesmek olan bir camianın, yarına bırakacağı hiçbir edebî, sanatsal eseri yoktur. Bugün Türk Ocağı gibi entelektüel bir sorumluluğu olan en tarihi kurumunda bile yöneticilerinin ne bir edebi eseri, ne resmi, ne bestesi vardır. Sinema eleştirilerinden bihaber, akımların hiç birini bilmeyen, herhangi bir resim akımı ile ilgili özel bir beğenisi olmayan, hayatında çok satan bir romanın zevkini tatmamış, doğru dürüst türkü bilmeyen, çocuklarına tek türkü öğretmemiş, hiç resim sergisi gezmemiş, sadece “milliyetçi olmakla” çocuklarının milliyetçi olacağını sanan insanlar “milli kültürden” dem vurmakta, “İslam ahlak ve faziletinden” bahsetmekte, “Türklük gurur ve şuurunu “vaaz etmekte hiç beis görmemektedirler.
Türk milliyetçiliği gerek siyasi açıdan gerek Türk Ocağı camiasındaki fikrî yüzeysellik/ entelektüel sığlık, felsefesiz yaşantı yüzünden, bu gün milletin problemlerine çözüm üretmenin çok uzağındadır, bu konuda açıkça acizdir!
Türk milliyetçileri, olayların peşinden koşmak mazoşist zevkinden kurutulamadıkları içindir ki felsefe geliştirmeyi, edebiyat yapmayı, resim yapmayı vs. “lüks” addetmektedir. Bundan dolayı da toplumda ciddiye alınmamaktadırlar. Onlar meselâ etnik ırkçılıkla mücadeleyi “ öncelikli” sayar ama etnik ırkçılığın felsefi eleştirini akıllarına bile getirmezler. Etnik ırkçılğın felsefî eleştirisini nasıl olsa bir akademisyenin yapacağını sanırlar ama o sırada akademisyenlerinin çoğunun derdinin makamlarını korumak, kendi elit cemaatlerini teşkil etmek, Türk Yurdu üzerinden kariyer yapmak olduğunu bilmezler. Etnik ırkçılığın felsefi eleştirisini ulemalarının dışında yapanları okumak zahmetine katlanmaz, gazetelerdeki magazinel kavgalarla, hamasi polemiklerle gün geçirirler.
Türk milliyetçileri, entelektüel açıdan fikir babalarından inanılmaz derecede geridirler. Fikir babalarının medeni ufkunu kavramaktan uzak, Arap dinciliğinin etkisinde, “davranmak” yerine tepki gösteren, entellektüel faaliyetin de ahlâkın da fersah fersah uzağında, açıkça ilkel bir toplulukturlar.
Bugün MHP’ye duyulan ihtiyaç, fikirlerinden, çözüm önerilerinden dolayı değildir. Sadece Türk adının farkında olan tek parti olarak görüldüğü içindir. Türk milliyetçileri, fikir babalarının ve 80 öncesi mücadelesinin mirasını har vurup harman savurmuş bir topluluktur. Türk milliyetçiliğinin şartlara bağlı yükselişine bel bağlamanın günü geçmiştir. Bugün vicdan sahibi milliyetçiler, fikirlerini, herhangi bir örgütlenmeye dahil olmadan, özgürce geliştirerek fikrî mücadele sahasına kendi başlarına çıkmalıdırlar. Milliyetçiliğin entelektüel itibarı ancak kendi başına var olabilen, üretken milliyetçilerce yeniden ayağa kaldırılabilir.
2 yorum:
Siyasi değerlendirmelerinizi daha sık okumak isterim. Kaleminize sağlık.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler. Yazıların hiç kimseyi ilgilendirmediğinden neredeyse emindim, hayret... Bunun yanı sıra artık memleketimiz, siyasi değerlendirmelerin, açıkça suç kapsamına alındığı bir memleket. Böyle bir memlekette neyi yazmanın bir anlamı var ki? Eksik olmayın, her zaman beklerim. Saygılarımla.
Yorum Gönder