Böyle bir kompleks tanımlanmış mıdır, bilmiyorum ama mevcut iktidar partisinin tavırlarına bakıldığında, sergilediği psikolojiye başka bir ad da veremiyorum.
Ülkemizde siyasal dinciliğin iki büyük kozu vardır: Din üzerinden değer ipoteği ve mağduriyet sahipliği…
Din üzerinden değer ipoteğinde siyasal dincilik, önce köylülüğe sonra kenar mahalleye dayanan kapalı toplum psikolojisini, “Kim daha dindar?” rekabetiyle eline geçirmiştir. Bunu yaparken her türlü günlük ameli, birer iman konusu yapıp, ilmihal üzerinden köylünün ve kenar mahallelinin vicdanını rehin almıştır. Milletin günlük hayatta kendine göre sürdürdüğü dini yaşantıyı, günahla yer yer küfürle bir tutarak halkın dini yaşantısını alabildiğine Arapçı bid’atlerle doldurmuştur. “Amel imandan bir cüz değildir!” ilkesini hiçbir ahlâkî endişe duymadan alenen çiğnemiştir. Bunu yaparken sürekli “tehlikede olan imanları kurtarmaktan” bahseder. Zaten bir cemaat önderi de bir vaazında,“Zaten pamuk ipliğiyle bağlıyız Müslümanlığa..” mealinde bir cümle sarf etmiştir.
Siyasal dincilik önce günlük hayatı, sıradan Müslüman’ın anlayamayacağı kadar karmaşık bir iman mevzuu haline getirir, sonra da bu mevzuu çözecek otoritelerin emirlerini kendi mensuplarına ve kendini Müslüman bilenlere dayatır. Siyasal dincilik için rakı içip haftada bir cumaya giden veya hiç namaz kılmadığı halde sofrada besmele çekenler, yok hükmündedir. Bunlar yok sayılmalıdır, çünkü aksi takdirde siyasal dinciliğin herhangi bir cazibesi kalmayacaktır. Bunun için aynen Ortaçağ papazlarının tercüme karşıtlığı gibi Arapça bildikleri için “daha Müslüman olanların” Türk’ten gayri milletlerin Müslümanlığı “orijinal”, “saf” Müslümanlık diye ortaya sürülür. Böylece, kapalı bir toplumun, bilmediği şeylere karşı duyduğu ilkel korkulu saygısının üzerinden, insnların değerlerini kendi ipoteği altına alır. Bir zaman sonra siyasal dincilik sağladığı bu ipoteği oya tahvil eder ve kendisine verilen oyların dahi imanın gereği olduğu kanaatiyle seçmen kitlesini kemikleştirir.
Diğer koz da mağduriyet sahipliğidir. Siyasal dincilik sürekli, özellikle cumhuriyet döneminde, dinin dışlandığı reddedildiği ucuz propagandasını yapar. Böylece, yaygın yanlış ve zulme karşı örgütlenmiş bir avuç “asr-ı saadet savaşçısı” imişçesine insanlarda bir adanmışlık duygusu yaratmayı hedefler. Siyasal dinciliğin ilk bakışta haklı görünen bu mağduriyet söyleminin özünde, büyük bir zalime karşı hakkı savunmak falan yoktur. Siyasal dinciliğin mağduriyet sahipliği, aşırılık, şiddete düşkünlük ve Emevi Arapçılığına duyulan marazi hayranlık gibi unsurları bünyesinde taşır. Bu özelliklerinden dolayı da aslında halkın ekseriyeti tarafından sezgisel olarak dışlanır. Siyasal dinciler, halkın binlerce yıllık örfünün ışığında sezdiği bu hastalıklı yönden ciddi şekilde sıkıntı duyarlar. Onların mağduriyet hissi, bütün üstünlük iddialarına rağmen halkın nazarında ve vicdanında esaslı bir yer edinememeleri, sahteliklerinin ve iki yüzlülüklerinin halk tarafından anlaşılmasındandır. Onlar, Türk Milleti’nin büyük ve kavrayıcı kültürünün yanında sözlerinin basit Arap taklitçiliği olduğunu öyle iyi bilirler ki duydukları aşağılık kompleksini, sürekli ardına sığındıkları mağduriyet ile aklileştirmeye çalışırlar. Son dönemde etnik ırkçılıkla omuz omuza duruşları da bu maymuncuk “mağduriyet” sahipliğine dayanmaktadır.
Ülkenin istedikleri yerinde mülk edinip okuyabilen, yerleşen, işe girip sağlık, adalet hizmeti alabilen bu iki grup da içlerindeki aşağılık kompleksini, bir mağduriyet olarak sunarak fazladan haklar/imtiyazlar elde etmeye çalışırlar. Onlara, Türk Milleti hakkındaki ithamlarının geçersiz olduğunu, haksız olduğunu, ahlâksız olduğunu anlatmaya çalışmanız manasızdır. Onlar iddialarının geçerliliği ile ilgilenmemektedirler. Körce hissettikleri bir aşağılık kompleksini bir daha hissetmemek için iddialarının sadece iddia olmasının bile her türlü taleplerinin yerine getirilmesi için yeterli sebep olduğunu savunurlar. Sadece isteyebildikleri için istedikleri her şeyin yerine getirilmesi gerektiğini düşünürler.
Bundan dolayı da siyasal İslamcı’lar ,seçim sisteminin eseri olan çoğunluklarına, ellerindeki yetkileri alabildiğine keyfî ve sorgulanamaz şekilde kullanabilmelerine rağmen, kendilerini hâlâ mağdur hissetmektedirler. Bunun en belirgin tezahürü de iktidar partisinin toplantılarına karşı vatandaşın tepkilerini hep birer saldırı, taciz gibi algılamaları ve yargı mekanizmasını, bu tip zararsız demokratik tepkilere karşı olur olmaz ve olabildiğince şiddetli kullanmak gibi bir alışkanlık geliştirmeleridir. Tekel İşçilerinin, öğrencilerin, dövülmesi, bireysel her türlü eleştirinin doğrudan suç olarak ihbar edilmesi de toplumsal dokuya uyum gösterememenin getirdiği dışlanmışlık ve aşağılık kompleksinin, hayali otoritelere yansıtılarak elede edilen akla kör mağduriyet sahipliğinin eseridir.
Dikkat edilirse ülkemizde etnik ırkçılar, işçilerin veya öğrencilerin gördüğü doğrudan şiddetle karşılaşmaksızın rahatlıkla zarar vermekte, ifade hürriyetini açıkça ihlal edebilmekte, milletimizi ve onun egemenlik organlarını her gün alenen tehdit edebilmekte ve bize kendi ilkel kabile devleti anlayışlarını kabul ettirmeye kalkabilmektedirler.
Siyasal İslâm, işçilerin ve öğrencilerin şahsında, kendi Emevi/Arap kabileciliğinin çok üstünde kurumlara sahip Türk örfünü, Türk uluslaşmasını ve Türk irfanını görmektedir. “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesinden, etnik ırkçılarla beraber nefret etmesinin sebebi de budur. Etnik ırkçılığın aleni şiddetine, nefret suçlarına karşı suskunluğu da gene paylaşılan aşağılık kompleksinden ve mağduriyet sahipliğindendir. Nitekim son zamanlarda özünde Marksist ve ateist olan etnik ırkçı örgütlerin sözde liberal soslu “sivil ibadet” çağrıları da bu komplekslerin paylaşıldığının göstergesidir.
Mağdur iktidar kompleksi, bölünmüş bir bilincin tezahürüdür. Bu, içinde yaşanılan dünyaya dair tutarlı bir algılama geliştirememe durumundan kaynaklanır. Bu algı bozukluğunun sebebi de insanın aslında olmadığı biri gibi davranmaya kendini zorlamasıdır. Dedeleri neleri türkü yakmış, davulla zurnayla düğün etmiş insanlar, bir takım siyasal dinci Arap davranışını “gerçek din” diye kabul ettiğinde içine düştüğü açmazdan, kendi yurdunu “dar-ül harp” ilan ederek kurtulmaya çalışmıştır. Böylece bölünmüş bilincinin bir kısmını kesip atarak kendince tutarlı hale gelmeye çalışmaktadır. Ona kendi toplumunun, kendi örfleriyle şekillenmiş dini yaşantısından, sosyolojinin gerçeklerinden bahsetmenizin hiçbir yararı olmayacaktır. Bu konuda etnik ırkçılarla siyasal dincilerin her ikisinin de aynı şekilde tepki vermeleri, ikisinin de farklı sebeplerden de olsa bölünmüş bilinçlere sahip olmalarındandır.
Bölünmüş bilincin, “yerli yarısı” tahrip edilmesine rağmen siyasal dincinin mağdur ve iktidar olmak çelişkisi giderilememiştir. Çünkü siyasal dinci, dünyadan beklentilerini mağduriyete, dünyaya tesirini de bu giderilmesi neredeyse imkânsız aşağılık kompleksinin tam aksi istikametindeki bir iktidar tutkusuyla ancak ifade edebilmektedir.
Bu yüzden mesela, bir yandan ülke etnik ırkçılıkla her gün tahrip edilirken kendisiyle aynı şekilde bölünmüş bilinçli etnik ırkçılara karşı bir tepki geliştirememekte, aksine etnik ırkçılık sahasını sürekli kendi iktidarının içinde addetmektedir. Böylece millet etnik ırkçılığın etnik terörün tehdidini her gün yaşarken siyasal İslamcılık hiçbir vicdani sıkıntı duymamaktadır. Nitekim etnik ırkçılığın tehdidinin en çok hissedildiği illerde var olabildiğini, diğer partilerin, o illere giremediğini söylerken duyduğu gurur bundandır. Bu noktada o, etnik ırkçılık tehdidinin, kendi iktidarına rakip olduğunu bile görememektedir. Siyasal İslamcılar için iktidar, vatan sathının etnik ırkçılık ve etnik terör gibi gayri meşru faaliyetlerden emin hale getirilebilmesi demek değildir. Siyasal İslamcılar için iktidar, kendi “doğru İslam” anlayışlarının, her ne şekilde olursa olsun egemen kılınmasıdır. Siyasal İslamcılar için milletleşme vakası, açıkça anlamsız olduğundan, milletin egemenlik alametlerine hakaret edilmesi de onların iktidar algıları açısından anlamsızdır.
Onların iktidar algıları, kendi bölünmüş bilinçlerinin, her türlü sorgulamadan, eleştiriden her ne pahasına olursa olsun masun kılınmasından ibarettir. Çünkü bilinçlerindeki yabancılaşma ve bölünmenin onlara hatırlatılması, kültürel zayıflıklarını, köksüzlüklerini sadece onlara değil, herkese göstermek demektir. Öyleyse bu daha en baştan engellenmelidir.
Buna mukabil iktidardaki yetmezliklerini kabul etmek de onları, kendileriyle çelişkiye düşürür. Buradan buldukları çıkış, güçlerinin yetmediği her olumsuzluğu, kendilerini geçmişte mağdur etmiş ve hatta hâlâ etmekte olan hayalî kötülere yüklemektir. Bu arada bölünmüş bilinçleri için en can yakıcı soru, onları mağdur edebilecek kadar güçlü insanlardan bahsettiklerinde, kendilerinin nasıl olup da iktidar iddiasında bulunabildikleridir.
Meselâ milletimizin meşru mahkemelerince hakları elinden alınan bebek katilinin nasıl olup da bir iktidar ortağı gibi yürütmeye yol haritası çizebildiğini onlara soramazsınız. Bebek katilini zapt eden infaz kurumlarının ve kanunlarının tek yürütücü yetkilisi olarak, hakları mahkemelerimizce kısıtlanmış birinin, herhangi bir Türk vatandaşı gibi yaşamasının neden kendilerince engellenmediğini de onlara soramazsınız. Veya haklarında kesinleşmiş bir hüküm bulunmayan insanlar hakkındaki masumiyet karinesinin her gün basın tarafından alenen çiğnenmesine neden engel olamadıklarını da soramazsınız. Gene veya… Artık siyasetin araç gereci haline getirilen kaset şantajcılığının, elinde emniyet ve asayiş güçlerini bulunduran bir iktidarın mevcudiyetinde nasıl olup da hâla var olabildiğini de soramazsınız. Veya… İktidarın bütün gücüyle dış dünyadan kopardığı bir takım tutukluların, nasıl olup da ülkenin kaderini etkileyecek büyüklükte eylemleri, iktidara rağmen gerçekleştirebildiklerini de soramazsınız.
Siyasal İslamcılığın mağdur iktidar kompleksinin alt dili, geniş kitlelere, kendisiyle özdeşleşildiğinde, halkı(kendisini) mağdur eden herkese karşı, sınırsız bir güç kullanabilmek imkânı vat etmektedir. Böylece, “mağdur edildiğine” inandırılan her toplum kesimi için “iktidar”, kuraldan ve kayıttan âzâde mutlak bir zor kullanıcı anlamına gelmektedir. “Ülkeyi biraz da Müslümanlar yönetsin!” tarzı cümleler, hep diğerlerinin sahte, kendisinin gerçek olduğuna inanan, Arap olmak için uğraşan ve bundan dolayı yabancılaşmış ve bölünmüş bir bilincin eseridir.
Bu bölünmüş bilinç, mağdur ve iktidar bölümlerine göre çatallanan bir ahlâk üretir. Bundan dolayı meselâ bir bakanın e postası hakkında ortaya atılan iddialar peşinen iftira sayılırken, kişilikleri şüpheli eski suçluların ne idüğü belirsiz ifadeleri, ciddiye alınarak insanlar, yıllarca haklarından mahrum edilebilmektedir.
Bu bölünmüş ahlâk, ahlâksızlık araçlarını kullanarak insanların ahlâkını sorgulamayı, memleketimizde normalleştirmiştir. Siyasal İslamcılar için tehditler millete değil, kendilerine dönüktür. Onlar kendilerini dünyanın merkezi sanmaktadırlar.
Türk Milleti, bu çelişkili, hastalıklı siyasal bilincin artık farkına varmalıdır. Mağdur iktidar kompleksi, doğruyu yanlıştan ayırmamıza dair bütün imkânları tahrip etmektedir. Mağdur iktidar kompleksi, hakkın, sadece mağduriyet hissinden kaynaklandığını zımnen ifade etmektedir. Böylece kendini mağdur “hisseden” ama objektif olarak bunu ispatlaması imkânsız herkesin, sırf öyle hissettiği için istediği her şeyi alabileceği algısını topluma aşılamıştır. Bundan dolayıdır ki “Türk” olarak ne herhangi birimizden daha imtiyazlı ne de bir diğerimizden daha aşağı görülen Kürt kardeşlerimize yönelik açık ırkçı ve ahlâksız kışkırtmaları engelleyememektedir.
Türk seçmeni artık siyasetin bir meddah temaşası olmadığını, eğlencelik olmadığını, memleketi hakkında kararlar verecek insanların söylemlerinde, hal ve hareketlerinde belli akli ve ahlâkî tutarlılıklar göstermeleri gerektiğini idrak etmelidir. Kendini mağdur hissedenlerin, ellerinde intikam araçlarını bulundurmaları kendileri için iç gıcıklayıcı olabilir. Ama siyaset bir kompleks tatmin etme sahası değildir. Çünkü işin gösteri kısmı, havaî fişek ve Molotof şaşaası altında yürütülürken, vatan ellerimizin arasından kayıp gitmektedir.
2 yorum:
Ne hikmetse tebanın imanı hep tehlikede oluyor da Sultanların olmuyor. kimse riyakarlığın imanı tehlikeye düşürdüğünü sorgulamıyor da muhtaçların sesinin çıkmaması için, tebanın gözünün açılmaması için imanlar tehlikeye düşüveriyor.
Her ne hikmetse islamiyet öncesi adetlerine islamın adını kullanarak yeni kılıflar bulan Emevi İmanına gerçek imanmış gibi bakılıyor da, İslamın en büyük kaynağı Kuran tek başına yeterli görülmeyerek imanlar tehlikede korkusu ortalığa bir ejderha gibi salınıyor.
Aman ha, yakar mazallah. Birileri en saf en masum olunması gereken yerde hac ibadeti sırasında bile oy malzemesi yapılırken imanlar sağlam oluyor da "yahu burda kendinizi neyin yerine koyuyorsunuz da kimin ibadetinin kabul edilip edilemyeceğine karar veriyorsunuz" diyenler zınnık oluyor ve sözüne inanılırsa iman tehlikeye düşüyor.
Şimdi biraz durup düşünmek lazım. Siyasal islamın nereden hareketine başladığına, bu hareket noktasındaki kitlenin daha önceki eğiliminin ne olduğu iyi irdelenmelidir.
"Kanlı mı kansız mı" söylemi bir anda çıkmış bir söylem değildir. Bu siyasal islamcılığa 12 Eylül hareketinin bir armağanıdır. Zira daha öncesinde siyasal islamcı hareketin kilesi olan kentlerdeki kenar mahallelerin bir bölümü ile köyler özellikle de köy insanı Milliyetçi bir yaklaşım ile hareket etmekte idi. Syasal islam öncelikle Milliyeçi akımın içinde yeşererek daha sonra 12 Eylülün de desteği ile köy ve şehirlerdeki kenar mahalle insanını kontrolü altına almaya başladı. zaten belli bir eğitimi olan kitlenin beynine "İmanın Tehlikede" zehri kolayca enjekte edilebildiği için şimdi Zillulahi fil Arz efendi ancak ve ancak imanı kurtarabilir konumuna geldik. Tarih tekerrürden ibaretmidir sorusuna "Evet" cevabını verdiğim için bir hocam yanlışsın demişti. Ben de yılların, günlerin, modanın, kıyafetlerin vs. ne önemi var insan yaratıldığı günden buyana aynı insan, tarih kabul ettiğimiz zaman boyunca insanoğlunun yaptığı hatalar aynı hatalar demiştim. İşte bir ispatı da siyasal islamcılığın getirdiği nokta olasa gerek tarihin tekerrürden ibaret olduğunun...
Padişahım çok yaşa...
Baba gibi yorum! Fazla söze ne hacet? Aklına, eline sağlık, Veli baba, her zaman bekliyoruz fakirhaneye!
Yorum Gönder