27 Mayıs 2011 Cuma

Türk Milliyetçiliğinde Felsefe Yoksunluğu Ve Sivil Bilgi Problemi

Türk  milliyetçiliği her milliyetçilik gibi, millet fertlerinin mensubiyet hislerinin genel adıdır. Milletleşmiş her toplumda yaşanan en doğal mensubiyet hissi, milliyetçiliktir.

Türk milliyetçiliğinin  fikrî bir bütünlük içinde ifade edilmesi ise millet varlığının tartışılır hale geldiği bir kriz zamanı olarak yirminci yüzyılın başına denk gelir. Bu dönemde özellikle edebiyat çevresi ile Türk tarihinin ve  sosyolojisinin değeri üzerine şiirler ve hikâyeler yazıldığını görürüz. Ömer Seyfettin bu açıdan Türk Milliyetçiliğinin öncü kalemidir.

Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında,  Türklük bilinicinin kaynağını ve  toplumsal gerçekliğini ifade eder. Mehmet Emin Yurdakul “Ben bir Türküm!” diye başlayan şiirinde,  Türk kimliğine yönelmiş her türlü etnik ve emperyal saldırıya karşı varoluşsal bir mukavemet geliştirir.

Dönemin Türk milliyetçileri, o dönem için sahip  oldukları felsefelerle milletin birlik ve beraberliği üzerinde kafa yoran entelektüellerdir. Çoğunun temel felsefesi kolektivizmdir.

Yani Türk  milliyetçiliği fikriyatının temeli ne siyasî örgütlenme ne de akademik hiyerarşidir. Türk milliyetçiliği fikri,  devrin Türk entelektüellerinin medeniyetçilik eksenindeki  ferdî gayretlerinin üzerinde inşa edilmiştir.  Bundan dolayıdır ki bugün Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura arasındaki farklardan bahsetmemiz mümkündür. Bugün için ise birbirlerinin dünya görüşleri, felsefeleri arasında mukayese yapabileceğimiz iki  tane Türk milliyetçisi entelektüelden bahsetmek imkânsızdır.

Daha önceki bir başka yazıda belirttiğimiz gibi bunun belli başlı iki sebebi vardır:

Birincisi Türk milliyetçiliğinin siyasi bir hareketin tekeline ve komutasına tabi kılınması…

İkincisi, “bilgi” olarak yalnızca akademik bilginin kabul edilmesi. Bunun sonucunda  Türk milliyetçiliğinde felsefi faaliyet durmuş, bütün mesele milliyetçi etiketli akademik kadroların yetiştirilmesi haline getirilmiştir.

Bugün herhangi bir milliyetçi siyasetçiye veya akademisyene, kolektivist mi bireyci mi olduğu sorulsa kuvvetle muhtemeldir ki size şu cevabı verecektir: “Milletim için hangisi iyiyse o. Tek bir doğru yoktur!”

Bugün için Türk milliyetçiliğinin fikri  hedefi, okuyup, okuduğunu tartan, değerlendiren ve  bunlara göre kendi doğrularını edinerek milliyetçilik yapan entelektüeller yetiştirmek değildir. Onun içindir ki  milliyetçi camiada ne kolektivizmin ne liberalizmin güçlü müdafaasını yapabilen insanlar vardır. Türk milliyetçileri, doğru bildiğini kendisi oluşturan ve o konuda  sebatkâr davranan entelektüel tipini maalesef benimsememiştir, kendi içinde  böyle davranan örnek insanların olmasına rağmen. Hal böyle olunca da “bilgi”,  akademiyanın ürettiği malumat paketleri olarak kalmıştır.

Bilginin hayatın içinde, onunla ilgili bir farkındalık ürünü olduğuna dair bir anlayış maalesef milliyetçi camiaya çok uzaktır. Bundan muhtemelen, kapalı toplum kökenli olmanın, geç dönemde şehirleşmekten dolayı, bilginin “kalemiye” sınıfına münhasır olduğuna dair  algının hâlâ değiştirilememiş olmasının etkisi vardır. Kalemiye, devlet otoritesinin himmetiyle oluşturulmuş ve öğrenme imtiyazına sahip bir sınıf olması hasebiyle Türk toplumu için zaten bilginin sivil bir yönünün olduğunun düşünülememesi doğaldır. Türkiye’de bilginin akademik tekeli anlayışı, gene muhtemelen, akademisyenlerin çoğunun da kendini hâlâ kalemiye sınıfının imtiyazlı üyesi sanmasındandır.

Oysa bilgi yaygınlaşmış ve ferdin kendi felsefi dünyasını oluşturmasının önü açılmıştır. Dolayısıyla hayatın içindeki unsurların keşfi ve anlamlandırılması anlamında bilgi oluşturmak işi artık  yalnız akademiyaya mal edilemeyecek kadar önemli bir iştir.  Batı’nın gelişmesi, erken dönemde, bilginin ulaşılabilir kılınmasında ve üretiminde herkesin katkısının sağlanabilmesindedir. Bu da fikir ürünlerinin “korunması gereken varlıklar” sayılması yani mülkiyet olarak bir değer ifade etmesiyle sağlanabilmiştir.

Türkiye’de milliyetçi camia maalesef bu anlayışa hâlâ çok uzaktır.

Milliyetçi camia içinde bulunduğu fikri kısırlık ve cevapsızlığı aşmak istiyorsa, akademik kadrolaşma  kolaycılığına sığınmaktan vazgeçip Peyami SAFA’nın, Galip ERDEM’in entelektüel merakını ve cehdini kendine örnek alan insanlar yetiştirmeye çalışmalı, bu yola başını koyanlara da saygı ile yaklaşmalıdır.

Hiç yorum yok: