1 Temmuz 2019 Pazartesi

Milliyetçilerde Öğrenilmiş Çaresizlik

din karikatürleri ile ilgili görsel sonucu

Ne zaman iki milliyetçi yan yana gelse derhal bir “ Ne olacak bu memleketin hali?” sohbeti açılır. Konuşanlar milliyetçi olunca buna şaşmamak lâzım belki.

Sohbet konusu şaşılası bir şey değil. Elbette vatanı, milletin halini en çok düşünmek, milliyetçilerin işi.

Gel gör ki sohbet ilerlerken birbirimizden ne kadar kopuk olduğumuzdan, ne kadar “teşkilâtsız” olduğumuzdan ya da teşkilâtlarımızın ne kadar atıl vaziyette olduğundan şikâyet etmeğe başlarız.  MHP ne yapmalıdır da yapmıyordur? MHP’nin bir şeyler yapmasını kim engellemektedir? Eskiden nasıldır da şimdi neler olmuştur?

Aramızda doktoralı birileri varsa ona döner ve onlardan medet umarız. Öyle ya bu memleketin halini hocalardan daha iyi kim anlar ki? O hocalar da başka hocaların çeşitli konulardaki çalışmalarından yahut da akademiyadaki çeşitli kadrolaşma faaliyetlerinden bahsederler. Herhangi bir  hal çaresi  tavsiyesi falan dinlediler mi bunu acemi bir öğrencinin salakça düşüncesi gibi dinler, yandan yandan güler, “Sen en iyisi  doçent ol, öyle gir üniversiteye..” diye bir de dalga geçerler. Öyle ya hoca olduklarına göre zaten okunmuş olması gereken her şeyi okumuş olmalıdırlar. Okudukları için de sizin aklınızdan geçen her şeyi aslında önceden biliyor ve hatta düşünmüş olmalıdırlar.

Eh! Bizim hocalardan daha iyisini bilmemiz mümkün müdür? Ya da onların okumadıkları bir sürü  kitabı okumuş olmamız mümkün müdür?

Burada anlattıklarımızı bazılarımız acımasız genellemeler gibi görebilir ama milliyetçi camiada Osmanlı’dan gelen ve Türk İslam Sentezci geleneğin dinci-gerici bir yapılanmasının bir bakiyesi olan bir “müderris takdisi” alışkanlığı vardır. Buna göre bir adam medrese mensubuysa  arş-ı âlâya bir yerlerden bağlı olmalıdır. Yani onun bizim gibi fani olmasını falan bekleyemeyiz. İş burada başka bir mecraya sıçradı gibi görünüyor ama değil. Çünkü milliyetçilerin beyinlerini dumura uğratan, öğrenilmiş çaresizliğin temelinde bu hiyerarşi tapınması ve müderris takdisi yatar.

Bunun dışında bir de “ağabeyler”  vardır ki onlar aşılamaz durumdadırlar. Onlardan sonra gelen kimse yoktur ve olamaz da…

Sanırım burada önemli bir etken de partileşme… Öyle ya Balgat’ta tepesinde helikopter pisti olan  bir heyulada  her şeyi bir anda değiştirebilecek atomik bir güce sahip insanlar varken biz kendi başımıza ne yapabiliriz ki?
Buraya kadar şunu anlatmağa çalıştık:  Bir şeyin neden olmaması gerektiğine dair peşin  ve  daha önemlisi “akılcı” sebepler geliştirme alışkanlığı, milliyetçi camianın en iyi yaptığı şey.  Milliyetçi camianın aklına gelen tek “akılcı” çözüm: Bir yerlerde kadrolaşmak, birikmek ve böylece iktidarın gücünü ele geçirerek istenen amaçlara ulaşmak.

İşin içine bir de zaten söylenmesi gereken her şeyi söylendiğine inanılan  bir dine inanmak girdiğinde çember tamamlanıyor.  İnanılması gerekenleri söyleyen bir din, bilinmesi gerekenleri bilen müderrisler ve yapılması gerekenleri yapmış  sözde siyasi kadrolar ve “ağabeyler”  bir “öğrenilmiş çaresizlik çemberini” tamamlıyor; böylece  herhangi bir  milliyetçiye de düşünmek ve  bir çözüm geliştirmek  için hiçbir hareket alanı bırakmıyor.

Elimizde fedakâr ve cefakâr  pek çok akademisyen, haddinden fazla Gazali taassubu ve hepsinden daha büyük bir siyasi polemik ve dedikodu yığınıyla ortada kalakalıyoruz.

Buna benzer bir sürü şikâyetle en nihayetinde, yapılacak hiçbir şey kalmadığında, gönül rızasıyla anlaşıp  kendi kabuğumuza çekiliyoruz.

Peki o halde ne yapmalıyız?

Birbirinden fırlama bir sürü çocuğun video çekip  ortalığı salladığı sanalağ dünyasında  belki viral video çekemeyiz, belki de çekebiliriz. Ama bir çocuğun oynadığı oyunları paylaşıp da deliler gibi  seyredildiği bir ortamda eğer seyredilecek, okunacak bir şeyler üretemiyorsak bu açıkça aptallıktır.

Ülkemiz bölünmenin eşiğinde. Kürtçü ayrılıkçılık istismar ettiği kanunlarla ele geçirdiği her mevkiyi hayali Kürdistan’ının bürokratik alt yapısı olarak görürken  “mitili nereye sereceğini” bilemeyen insanlardan medet umarak vakit kaybedemeyiz.

O halde derhal yapılması gereken şeyler şunlardır:

Sanal ortamda lüzumsuz vakit kaybetmek yerine derhal birer blog/sanalağ günlüğü  hesabı oluşturmalı ve haftada düzenli aralıklarla buralara düşüncelerimizi yazmalıyız.

Bunu yapamıyorsak birer youtube kanalı açarak düşüncelerimizi videolar veya podcastlar halinde yayınlamalıyız.

hz ibrahime su taşıyan karınca ile ilgili görsel sonucuHa bunlar birer “çözüm” olabilir mi? Türk’ü, atasını dedesini, Arap Yahudi efsanelerinin bir yerinden bulmağa çalışan Türk İslamcı arkadaşlarımızın ne düşündüğünü bilemem ama onların dilinden anlatalım:

İbrahim yakılacakken bir karınca sırtında bir damla su taşıyormuş. “N’apıyon hacım? O su, o ateşi söndürür mü?” deyip dalga geçmişler de  karınca “ Ben tarafımı belli edeyim de…” demiş.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Olmadı mı? Neyse… Hayırlısı gari…


Hiç yorum yok: