1 Ekim 2018 Pazartesi

Burnumuzun Dibindeki Gurbet




Dün gurbet kavramını düşündüm.

Rahmetli babam, “Yan köye gelin giden kız, gurbete gittiğini düşünürdü.” Derdi.

İnsan memleketinden uzakta kendisini gerçekten çok yalnız ve terk edilmiş hisseder diye ezberlemişiz. Gerçekten böyle mi?

“Başkasının memleketinde” el yerine mi konuluruz gerçekten? O halde şunu neden hiç kimse düşünmüyor meselâ? Memleketin doğusunda her şeyin ve her yerin  Kürt’lere ait olduğunu düşünen insanların arasında kendinizi nasıl hissederdiniz?

Havaalanında Kürtçe konuşamadığı için özür dileyen memur babası için  çevresindeki Türk bayrakları da bir anlam ifade etmiyordu.

Ya da Didim’de bir berberin “Burdur  diye bir yer var mı ya?” diye laubalice şaka yapması neydi?

Türkiye Kürdistan olarak bölünür mü bilmiyorum ama yaşadığı şehri, mahallesi hatta sıçtığı kubur dışında bir yeri sahiplenmeyen insanların yaşadığı bir memlekette herkes zaten gurbette.

Ankara’da  yaşayan Çorumlu  için Ankara “doyduğu” yerden ibaret. Memleketimizin insanı için yaşanan yerin “vatan olmasının” falan hiçbir anlamı yok. Şu anda adına “Türk” dediğimiz insanlar,   ekmeğine bakmasına, ibadetini edebilmesine izin veren herhangi birinin, ona tasma takmasına aldırmayacak kadar yabancılaşmış bir kitle. Onların Türk olduklarını ve bizim vatan dediğimiz toprakları benimsediklerini sadece biz varsayıyoruz. Şu anda kaderimiz, tek bir oylarıyla okumuş, lâik, medeni Türkleri sırf  Araplaşmamış  veya Kürtleşmemiş oldukları için  yok edebileceklerini bilen insanların elinde  oyuncak olmuşken acaba gurbette yaşamıyor muyuz?

Gurbet uzakta bir yer değil. Gurbet bize yabancı insanların zorbalık ettiği yerdir. Dolayısıyla hukuk ve özgürlüklerin teminat altına alındığı ülkeler, sırf otlu peynirimize, tezeğimize, elmamıza uzak oldukları için gurbet değil… Biz kendi vatanımızı haktan, hukuktan, ulusal egemenliğimizden, şerefimizden uzaklaştırarak gurbetleştiriyoruz. Olan biten bu…



Hiç yorum yok: