6 Ekim 2018 Cumartesi

Devlet Güdümlü Hodbinizme Merhaba!


Silahsız meşru kurbanlar üzerinde
 zor kullanma yetkisini elinde bulunduran bir hükümet,
insanın haklarına yönelik en tehlikeli tehdittir.

Bir röportajda Ayn Rand’a:
“ Amerika’yı Amerika yapan , Judeo-Hristiyan dinimize, devlet güdümlü kapitalizme,  ve çoğunluğun yönetimine karşı çıktığınız söyleniyor, doğru mu?” diye soruyorlar, en azından benim aklımda kalanlar böyle…

Amerika’yı Amerika yapan sözde değerler bunlar mıdır, o ayrı bir tartışma konusu ama herhangi bir devletin bu tür “değerlere” dayalı yaşatılıp yaşatılamayacağını ve ayrıca bugün yaşadığımız toplumsal düzenin ne tür bir şey olduğunu kısaca düşündüm.

Belki “Bugün kafam ağrıyor.” “  Güne  kahveyle merhaba!” “Keyifli bir cumartesiye başlıyoruz!” gibi  bir şeyler yazamıyorum ama idare ediverin gari!

Öncelikle bugün ne tür bir toplumsal düzende yaşıyoruz, ona bakalım. Elbette biz devleti ve kanunları “judeo hristiyan” bir şeriatla falan düzenlemiyoruz ama biz de kendimizce “ dine uygun” bir hayatı devlet zoruyla Türk insanına  yavaş yavaş dayatıyoruz. Söz gelimi Atatürk’e saygı duruşunun devlet eliyle kaldırılmasına az kalmış gibi görünüyor. Devletin çeşitli organlarında artık Atatürk’e hakaret  yavaş yavaş “hoş görülebilir” bir davranış olarak kabul görmeğe başladı bile. Atatürk’e “katil” gibi bir hakarette bulunan biri, Stalin’e serbestçe hakaret edilebilmesi  örneğiyle beraat ettirilmiş mesela…


Veya sözde taleplerle karma eğitim ki aslında başka türlü bir eğitim olamaz, yavaş yavaş  “şeriatın/dinin” emirlerine göre düzenleniyor. Gün geçmiyor ki din adına  birilerine saldıran,  sokak çalgıcılarını döven, kadına şiddet uygulayan vs. birilerine haberlerde rastlamayalım.

Yani bir televizyon sunucusunun “Amerikan toplumunun temellerinden biri” olarak saydığı “din” bizi resmi organlar eliyle dağıtmağa başlamış gibi görünüyor.

Şu “devlet güdümlü kapitalizm”  deyimine ise bayıldım. Bunu öyle de ciddi söylüyor ki Ayn Rand’ın yüzündeki inanamazlık ve şaşkınlık her şeyi ifade ediyor aslında.

“Atlas Silkindi” adlı kitapta temsilciler meclisindeki senatörleri satın alan sözde sanayicilerin, gerçek sanayicileri, sözde kanunlarla nasıl  köşeye sıkıştırdıklarından bahseder ki röportajı yapan sunucunun övüne övüne anlattığı, savunduğu “ devlet güdümlü kapitalizm” tam da böyle bir şeydir. “Devlet güdümlü kapitalizm”, devletin (her şeyin doğrusunu bildiğine inanılan bir devletin) “zor kullanma tekelini”, rüşvetçi, kayırmacı, ahlâksız bireylerin lehine kullanarak piyasada sözde adalet sağlamak üzere “düzenlemelere” gitmesidir.

Kitabın ana fikirlerinden birisi, bu tip bir düzenin yaşayamayacağı, çünkü devlet gücünü  sömüren sözde sanayicilerin, gerçekte hiçbir şey üretemeyeceği ve bunun da  topyekün ekonomik bir  çöküntüye yol açacağı…

Devletin yasama organı eliyle yapılmış kanunlarının birini diğerinin lehine kısıtlaması ne zaman kabul edilebilir?

Bu kısıtlama ancak “yaygınlaştığı takdirde toplumu çökertecek davranış türleri” için geçerli olabilir. Devlet, hayatımıza bir takım kısıtlamaları ancak bu kayıt ve şart altında getirebilir. Peki “Atlas Silkindi’deki” kısıtlamalar böyle midir? Hayır… Zaten kitabı okuyan gerçek demiryolcular, onu son derece gerçekçi bulmuşlar ve neredeyse birebir yaşadıkları zorlukların anlatıldığını söylemişler. Peki şu anda sanalağda biz bu eleştirileri mi okuyoruz ; yoksa “ Hayatın Kaynağı’ndaki” Elsworth Toohey’nin ve avanesinin kötülük dolu çığırtkanlıklarını mı? Kitapta devlet yetkilileri “kısıtlama” yetkilerini de aşarak doğrudan doğruya insanlara neyi ne zaman ve nasıl yapmaları gerektiğine dair keyfi fermanlar yazmağa başlıyorlar.

İşin garip yanı kitapta devlet bunu “vahşi kapitalizmi” dizginlemek için yapıyor ve aslında “vahşet” denen şeyi kendisi yaratıyor. Şu anda acaba  sürekli bahsedilen , herkesin her şeyi istediği gibi yapmasından dolayı “vahşi” sayılan o hayali kapitalizmi mi yaşıyoruz; yoksa devletin istediği kişileri  istediği gibi zengin edebildiği “devlet güdümlü  bir kapitalizmi” mi yaşıyoruz?

Akıllarımızda hırsızlık, cinayet ve yalanla beliriveren “vahşi kapitalizm” aslında hiç var olmadı. Sanayi Devrimi’nde yaşananlar, bizim vahşetimizden kaynaklanmıyordu, cehaletimizden kaynaklanıyordu ve yaşanan aksaklıklar da artan bilgi birikimi ile düzeltildi. Yani bugün artık sokaklarda insanların birbirlerini yağmalamalarına dayandığı sanılan ve aslında hiç de var olmamış olan  bir kapitalizm falan yok.

Ama “devlet güdümlü kapitalizm” televizyonlarımızda her gün karşımıza çıkıyor. Mesela kredi faizlerinin “ne kadar olması gerektiğini” emreden devlet yetkililerinin yol açtığı hasarlar derhal “vahşi kapitalizme” yükleniveriyor.

Veya her gün yok olan Türk tarımındaki karşılanamayan vergi yükü ortada dururken kendisi Türk toplumuna yiyecek bir lokma ekmek üretmeyen bir sürü inşaat baronu “devlet güdümüyle” korunuyor, kollanıyor.

Hele “Çoğunluğun yönetimine karşı mı çıkıyorsunuz?” sorusuna söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Akla ve bilgiye ilgisiz, sürüleşmekten başka bir davranış bilmeyen, öldüğünün farkına varamayan ve bütün bunları resmi bir din  rejimi haline getirmek için komşularını yok etmekten çekinmeyecek bir çoğunluğun “hodbinizmine” mi karşıyız? Yok canım! Olur mu öyle şey?

Hadi size bir kurtuluş reçetesi verelim; merhum Dolores O'Riordan'ı da burada anarak...



2 yorum:

Unknown dedi ki...

Daha fazla yazmalısın.Kaç gündür bakıyorum yeni yazı yok.Fayansçılar abimin ilham perilerini mi kovaladı?

Afşar Çelik dedi ki...

Teşekkürler...

Bu kadar izlendiğimi bilmiyordum. Arada yorum bırakmak zahmetine giren olursa ben de belki "gaza gelebilirim".

Eksik olmayın.