18 Şubat 2018 Pazar

Kötülük Ve Umutsuzluk Üzerine



“Na yapmalı?” sorusuna,  iyimser bir cevap vermek, günden güne zorlaşıyor gibi görünüyor.

Ülkenin içinde yuvarlandığı gerilik çukurundan hiç çıkamayacakmışız gibi ve dahası pek kısa bir zaman sonra ülkenin bir bölümünün Kürdistan diye bölüneceğine dair  neredeyse  kab  karamsarlık var.
ul edilmiş bir

Umutsuzluk bizi esir alıyor. Ülkenin  Kürtçüler ve şeriatçılar arasında bölüşüldüğü, toplumun bu iki kesimin fiilî ve resmi  baskısı altında rehin alındığı duygusu   da gün geçtikçe güçleniyor.

Öyle ki şehirlerde yerel iş birlikçilerle yaygınlaştırılabilen etnik ırkçı şiddet veya  topluma telkin edilen  yaygın ve yanlış dinî şiddet  tutkusu o kadar hızlı yayılıyor ve yerleşiyor ki bu tür  kötülük fırtınalarına karşı kendimizi pek doğal olarak çaresiz hissediyoruz. “ Cizre Bodrum’a hiç de o kadar uzak değil!” diye tehditler savuran insanların destekledikleri alçakların, başkentimizin ortasında onlarca insanı katledebilmeleri, kendilerini, askerin, polisin yerine koyarak silâhlanan, dinci esnaf  vs takımının hoşlanmadıkları insanları  tehdit ve taciz etmekten çekinmemeleri, bu umutsuzluğu güçlendiren örnekler.

Düşünürlerin bireysel bir zafiyet gibi gördükleri umutsuzluk bir salgın halinde bütün ülkeyi  etkisi altına alıyor.

Peki bu nasıl oluyor?

Gerçeklere gözümüzü kapatmak ve kabilecilik oynamak yüzünden, Kürtçülüğ’ün ve şeriatçılığın  yaygınlaşması olağan üstü bir güç taşıyormuş hissi uyandırıyor.

Oysa yapılan basit. Her iki grup da örgütlerinin gücünü arkalarına alarak  mahalle mahalle, ev ev durum tespiti yapmak,  menfaat dağıtmak, propaganda yapmak. Ama bunun bir başka yaygın yolu da  her iki kesimin yaygın bir sosyal medya ağı oluşturması.  Şeriatçılığın trol denen ücretli gençlerden  oluşturduğu  bir propaganda ağının varlığı epey zamandır biliniyor. Keza Kürtçü terörün, eline geçirdiği her mağduriyet görseliyle bir faşist saldırı veya soykırım algısı yaratöa çabası da uzun zamandır biliniyor.

Ülkenin üstüne  kapkara bir bulut gibi çöken bu iki kötülük de   uyumadan, durmadan, dinlenmeden ve en önemlisi bıkmadan  hiç  bir noktayı atlamadan çalışıyor.

Peki Türk vatanseverleri ne yapıyorlar?

Önce kabileleri/partileri, hangisiyse onun içinde liderlerinin talimatını bekleyerek zaman kaybediyorlar.  Topluca yapılan işlerin akılcı ve meşru olacağına inanarak liderlerinin ağzının içine bakıyorlar. Oysa partiler dahi hiçbir kabilenin  ahlâkî ve felsefî herhangi bir şey üretemeyeceğini hâlâ  göremiyorlar.

Anlayamadığımız şey şu: İyilik  kabilelerin, kitlelerin, partilerin, cemaatlerin  hep birden kabul ederek uyguladığı bir  sihir değildir. İyilik tam aksine kabileleşmenin, kitleleşmenin toplumsal gelişimine ve bunun totaliter her türlü kurumlaşmasına karşı direnen bireylerin çabalarıyla hayat bulmuştur.

Bu yüzden Türkiye’yi şeriatçılığın ve Kürtçülüğün  danışıklı döğüşünden ve ortaklığından korumak isteyen her Türk evlâdı iki  şeyi ihmal etmeden çalışmalıdır. Bunlar:

Bireysel çabanın “birikimli  etkisinin” kötülük için olduğu kadar iyilik için de geçerli olduğunu unutmamalıdır. Birikimlilik, tekrarlanan küçük etkilerin bir zaman sonra  belli sonuçlara yol açmasıdır.

Birikimlilik her Türk’ün kendi çabasını küçümsemeden  vatanın, milletiyle bölünmez bütünlüğünü, beşeri hukuku, lâikliği tek başına da olsa savunmasıdır.  Bunun asıl önemli yönü, bu çabanın sürekliliğidir.

Herhangi bir şeyi değiştirmek için örgütlenmeyi beklemek, insanları önce tembelliğe, sonra duyarsızlığa sürükler. Böylece insan, artık kötülüğün  etkilerine karşı tepki veremez hale gelir. Türkiye’de kötülük etkin olarak ne kadar   güçlüyse onun gücünü belki de çok daha fazla arttıran, milliyetçilerin, vatanseverlerin  arasında yayılan duyarsızlık ve umutsuzluktur.

Bunu aşmanın tek yolu iktidara gelmeyi, bürokraside kadrolaşmayı, tarikatlerin veya Kürtlerin himmetlerini  beklemeden  Türk adını ve bağımsızlığını her türlü iç ve dış düşmana karşı , elimizdeki bütün iletişim vasıtalarıyla savunmaktır. Bu da şu an için henüz tamamen engellenmemişken en verimli  olarak sanalağ aracılığıyla yapılabilir. Doğruyu savunmak için kabileleşmeyi bekleyen onu savunmaya zamanı kalmadan ölüp gidebilir ki bizim asıl endişemiz vatanın bu arada ölüp gitmemesidir. Ve bu yolda umutsuzlukla kötülüğü beslemeğe hakkımız yoktur.







Hiç yorum yok: