19 Ocak 2016 Salı

Üretim Fazlası Efsanesi


Ekonomik cehaletin dayanılmaz romantizmine bir örnek
Arz yönlü iktisat, Marxla beraber bir din haline gelmiştir. Arz yönlü iktisadın maliyete dayalı değer biçme anlayışı, maliyet muhasebesi  sayesinde  kendisine  bir bilimsellik urbası edinebilmiştir.

Şüphesiz üretilen  mallar olmaksızın mübadele de meydana gelemez.

Sorun şudur ki üretilen her şey bir “mal” haline gelmeyebilir. Yani insanlar her üretileni, kendi ihtiyaçlarıyla ilişkilendirmeyebilir.

Klâsik iktisadın “maliyete” dayalı  “değer” kavramı, ürünün “mal”  haline gelmesini anlayamadığı   içindir ki fiyatın  sübjektiviteye dayanan doğasını da  anlayamamıştır.

Kollektivist bir dostum “üretim fazlası” diye bir kavramdan bahsetti. Buna göre  birileri bir şeyleri fazladan üretiyor ve “ihtiyaçtan fazla olan” bu üretimle “kâr” ediyordu. Sonra üretim fazlası…

Ne yazık ki dostum, insanların neden “ daha fazla ürettiğini” veya bir üretimin kime veya neye göre “fazla” sayılması gerektiğini  söylemiyordu.

Herhangi bir üretim fazlasının, herhangi bir bireyin fayda skalasında  bir yeri olup olmamasının önemini ne yazık ki göremiyorlardı.

Bütün dertleri tüketici malının maliyetinden ibaretti. Üretim faktörlerinin her birinin ayrı ayrı mal  niteliği taşıyıp taşımadığıyla ilgilenmediler.

İnsanların ilgilerinin ve fayda skalalarının malların değeriyle ilgisini kavrayamadılar.  Üretim fazlası dedikleri şeyi kârla ilişkilendirerek birilerinin fazlasının diğerlerinin eksiği olduğuna dair basit bir “eşitlik geliştirdiler. Ne yazık ki göremedikleri şey ekonominin sıfır toplamlı bir denklem olmadığı idi.

Çünkü sıfır toplamlı bir denklemde ortada hiçbir değer kalmaz. Oysa bireylerin fayda skalalarındaki farklılık, mübadelenin, her iki taraf için de maksimum faydanın sağlanabildiği kanaatiyle gerçekleşmesini sağlar. Bir malın üretici tarafından belirlenen fiyatı sizin fayda  kanaatiniz için uygunsa  bu, sizin için   malı edinmenizin , o fiyatı ödemekten  daha önemli olduğu anlamına gelir.

Eğer ekonomi sıfır toplamlı bir denklem olsaydı hiç kimse mübadeleye girmezdi. Sıfır toplamlı bir denklem, bir yağmanın ta kendisidir!

Ayrıca daha önce bahsettiğimiz gibi ekonominin tek inceleme konusu tüketim malları değildir. Ekonominin asıl belirleyici unsuru sermaye mallarıdır. Çünkü sermaye mallarının miktarı toplam üretimi doğrudan doğruya belirler.  Sıfır toplamlı arz yönlü iktisadi anlayışta sermaye mallarının hepsinin tek seferde tüketildiği zımni kabulü de başlı başına büyük bir yanlıştır.

Esasen kâr, üretimin fazlalığından kaynaklanmaz, üretimi sürdürmeyi sağlayan maliyetleri karşılayabilecek taleplerden kaynaklanır. İnsanlar meselâ bir kere televizyon edindikten sonra başka televizyon üretilmeyecek midir? Ya da televizyonun temel gıda olarak ne gibi bir “değeri” vardır? Ya da bir üretim neden kesintisiz devam eder? Ya da bir üretimi gün gelip de durduran şey nedir?

Eğer üretim fazlası “fazladan” bir üretimse bu terim açıkça saçmadır. Çünkü böylesi bir kullanım bir toplumdaki toplam ihtiyacın kesin şekilde belirlenebileceğini düşünmeyi gerektirir ki bu sosyalistlerin cennet hayalinden başka bir şey değildir.

Eğer üretim fazlası, üretimle elde edilen “fazladan” bir paraysa bu da kârın hiç anlaşılamadığı anlamına gelir. Kâr kapitalistlerin icat ettiği bir namussuzluk türü müdür? Yoksa üretimin bir kere yapıldıktan sonra tekrar gerçekleştirilmesi için gereken bütün maliyeti karşılayabilmenin yegâne yolu mudur?

Şeylerin birer iktisadi mal olabilmelerinin ilkeleri  Karl Menger tarafından “İktisadın Prensipleri’nde” tanımlanmıştır. Eğer bu ilkelere dikkat edilirse insanların kendilerince bir ihtiyaç saydıkları, edinmeye değer buldukları şeylerin varlığı gözlenirse herhangi bir sanatçının, dansçının nasıl para kazandığı anlaşılabilir. Görünüşleri, oyunları, dansları veya kitaplarıyla insanların ihtiyaç skalasında yer alabiliyorlarsa  araba ya da terlik üretmeleri gerekmez. Çünkü insanlara bedelini ödeyerek almak isteyecekleri bir “mal” sunuyorlardır.

Kısacası gayri meşru veya lüzumsuz bir üretim fazlası  falan yoktur.

Hiç yorum yok: