Ekonomik cehaletin dayanılmaz romantizmine bir örnek |
Arz yönlü iktisat, Marxla beraber
bir din haline gelmiştir. Arz yönlü iktisadın maliyete dayalı değer biçme
anlayışı, maliyet muhasebesi
sayesinde kendisine bir bilimsellik urbası edinebilmiştir.
Şüphesiz üretilen mallar olmaksızın mübadele de meydana gelemez.
Sorun şudur ki üretilen her şey
bir “mal” haline gelmeyebilir. Yani insanlar her üretileni, kendi
ihtiyaçlarıyla ilişkilendirmeyebilir.
Klâsik iktisadın “maliyete”
dayalı “değer” kavramı, ürünün “mal” haline gelmesini anlayamadığı içindir ki fiyatın sübjektiviteye dayanan doğasını da anlayamamıştır.
Kollektivist bir dostum “üretim
fazlası” diye bir kavramdan bahsetti. Buna göre
birileri bir şeyleri fazladan üretiyor ve “ihtiyaçtan fazla olan” bu
üretimle “kâr” ediyordu. Sonra üretim fazlası…
Ne yazık ki dostum, insanların
neden “ daha fazla ürettiğini” veya bir üretimin kime veya neye göre “fazla”
sayılması gerektiğini söylemiyordu.
Herhangi bir üretim fazlasının,
herhangi bir bireyin fayda skalasında
bir yeri olup olmamasının önemini ne yazık ki göremiyorlardı.
Bütün dertleri tüketici malının
maliyetinden ibaretti. Üretim faktörlerinin her birinin ayrı ayrı mal niteliği taşıyıp taşımadığıyla
ilgilenmediler.
İnsanların ilgilerinin ve fayda
skalalarının malların değeriyle ilgisini kavrayamadılar. Üretim fazlası dedikleri şeyi kârla
ilişkilendirerek birilerinin fazlasının diğerlerinin eksiği olduğuna dair basit
bir “eşitlik geliştirdiler. Ne yazık ki göremedikleri şey ekonominin sıfır
toplamlı bir denklem olmadığı idi.
Çünkü sıfır toplamlı bir
denklemde ortada hiçbir değer kalmaz. Oysa bireylerin fayda skalalarındaki
farklılık, mübadelenin, her iki taraf için de maksimum faydanın sağlanabildiği
kanaatiyle gerçekleşmesini sağlar. Bir malın üretici tarafından belirlenen
fiyatı sizin fayda kanaatiniz için
uygunsa bu, sizin için malı edinmenizin , o fiyatı ödemekten daha önemli olduğu anlamına gelir.
Eğer ekonomi sıfır toplamlı bir
denklem olsaydı hiç kimse mübadeleye girmezdi. Sıfır toplamlı bir denklem, bir
yağmanın ta kendisidir!
Ayrıca daha önce bahsettiğimiz
gibi ekonominin tek inceleme konusu tüketim malları değildir. Ekonominin asıl
belirleyici unsuru sermaye mallarıdır. Çünkü sermaye mallarının miktarı toplam
üretimi doğrudan doğruya belirler. Sıfır
toplamlı arz yönlü iktisadi anlayışta sermaye mallarının hepsinin tek seferde
tüketildiği zımni kabulü de başlı başına büyük bir yanlıştır.
Esasen kâr, üretimin
fazlalığından kaynaklanmaz, üretimi sürdürmeyi sağlayan maliyetleri
karşılayabilecek taleplerden kaynaklanır. İnsanlar meselâ bir kere televizyon
edindikten sonra başka televizyon üretilmeyecek midir? Ya da televizyonun temel
gıda olarak ne gibi bir “değeri” vardır? Ya da bir üretim neden kesintisiz
devam eder? Ya da bir üretimi gün gelip de durduran şey nedir?
Eğer üretim fazlası “fazladan”
bir üretimse bu terim açıkça saçmadır. Çünkü böylesi bir kullanım bir toplumdaki
toplam ihtiyacın kesin şekilde belirlenebileceğini düşünmeyi gerektirir ki bu
sosyalistlerin cennet hayalinden başka bir şey değildir.
Eğer üretim fazlası, üretimle
elde edilen “fazladan” bir paraysa bu da kârın hiç anlaşılamadığı anlamına gelir.
Kâr kapitalistlerin icat ettiği bir namussuzluk türü müdür? Yoksa üretimin bir
kere yapıldıktan sonra tekrar gerçekleştirilmesi için gereken bütün maliyeti
karşılayabilmenin yegâne yolu mudur?
Şeylerin birer iktisadi mal
olabilmelerinin ilkeleri Karl Menger
tarafından “İktisadın Prensipleri’nde” tanımlanmıştır. Eğer bu ilkelere dikkat
edilirse insanların kendilerince bir ihtiyaç saydıkları, edinmeye değer
buldukları şeylerin varlığı gözlenirse herhangi bir sanatçının, dansçının nasıl
para kazandığı anlaşılabilir. Görünüşleri, oyunları, dansları veya kitaplarıyla
insanların ihtiyaç skalasında yer alabiliyorlarsa araba ya da terlik üretmeleri gerekmez. Çünkü
insanlara bedelini ödeyerek almak isteyecekleri bir “mal” sunuyorlardır.
Kısacası gayri meşru veya
lüzumsuz bir üretim fazlası falan
yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder