8 Ocak 2016 Cuma

Dil Din Ve İktidar


Dil ve din arasındaki ilişki öyle görünüyor ki modern zamanlarda  Avrupa’da reform ile  ete kemiğe bürünmüştür. Bu ilişki iktidar ilişkisidir.

Dil ve din arasındaki iktidar ilişkisi Vatikan’ın Lâtince üzerindeki tekeliyle  asırlarca  meşrulaştırılmıştır. Lâtince bildikleri için “dinin özünü”  bildiklerine inanılan Katolik rahipler, bütün Hıristiyan kralların kralı hükmündeki papanın dünyevi vekilleri olmuşlar.

Protestanlığın  Katoliklikten daha  az “tutucu” olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Zira “püritan” Protestanlar ve daha pek çok Protestan mezhep son derece tutucudur.

O halde Protestanlık sanıldığı gibi “daha dünyevi” falan değildir. “İlk günah” paranoyası  Protestanlıkta da aynı şiddette devam eder. O halde Protestanlığı Katoliklikten ayıran nedir? Bunların arasındaki tek fark Luther’in İncil’i Almanca’ya tercüme etmiş olmasıdır. Bu şekilde  dünyevî krallar yetkilerini “aracısız” veya” doğal” olarak Tanrı’dan aldıkları söylemiyle , bu yetkilerini papayla paylaşmaktan kurtulmuşlardır. U aynı zamanda  dünyevi yasaların yapılabilmesine de imkân sağlamıştır.

Bunun bir başka  sonucu da “ulusal kiliselerin” kurulması olmuştur. Dikkat edilirse  İngiltere Protestanlığı kabul etmekle birlikte “Anglikan kilisesini” kurmuştur.  Elbette Protestanlığı  Katolikliğin “merkezi” yetkilerini protesto eden tavrı bu konuda etkili olmuş olabilir.

Ne olursa olsun, insanlar  uluslarına özgü bir din anlayışı geliştirmiş ve bu da en nihayetinde dinin toplumsal düzendeki belirleyiciliğinin zayıflamasına, bireyin bir değer haline gelmesine yol açmıştır.

Protestanlıkla beraber doğan “ulusal kilise” kavramı, dil tekeli ile ortaya çıkan dini otorite vasıtasıyla “ulusu aşan” bir Hıristiyan kimliği oluşturulamayacağını ortaya çıkarmıştır.

Çünkü Lâtince ile dayatılan dil tekeline rağmen kilise ulusal kimlikleri aşan bir aşkın Hıristiyan kimliği sağlayamamıştır. Çünkü  kimin kime nasıl selam vereceğinden, nasıl giyineceğine kadar her konuyu belirleyen bir “üst dinsel kimlik” yaratmak Vatikan için bile mümkün olmamıştır.  Kısacası din, kültürü aşamamıştır.

Aynı durum İslâm için de geçerlidir.

İslâm’ın ilk dönemlerinde Araplar basit ve anlaşılır bir tevhit/ birlik inancını, özellikle birlikte yaşadıkları, kültür ve medeniyetçe kendilerinden çok daha üstün Yahudilerin dinine benzetmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Karmaşık ritüelleri,  doğrudan doğruya eski inançlarından ve sözde dince emredilen toplumsal düzeni de kendi örflerinden meydana getirmişlerdir.

Bunları yaptıktan sonra da Yahudilerin  kendi milli dinleriyle ilgili duydukları gurura özenmiş ve bunu olduğu gibi taklit etmişlerdir.  Yahudilerin İbrani dilini ulusal ve kutsal bilmelerini aynen taklit ederek kendi dillerini Tanrı’nın dili sanmışlar bu yolda da telkinlerde ve hatta dayatmalarda bulunmuşlardır.


Tanrı’nın dilinin ne olduğunu kulların bilmesi mümkün değildir. “Tanrı’nın sözlerinin” bir kul tarafından anlaşılabilmesi içinse o kulun dilinde “inmiş “olması gerekir. Bu durumda Tanrı’nın sözleri, ancak herhangi bir peygamberin kendi dilinin grameri, yetkinliği ve bağlamı kadar anlaşılabilir olacaktı. Pigmelerden bir peygambere din inmiş olsaydı acaba o peygambere “miras hukukundan” veya giyim tarzından bahsetmek mümkün olabilir miydi?

Bu durumda ortaya çıkan gerçek şudur: Bugün din diye bildiğimiz şeyler, ancak  Arapların vahiyden anlayabildikleri kadarından ibarettir. Yani Arapça bir üstün veya kutsal dil falan değildir. O “kutsal emir “oldukları söylenen şeylerin Arapça tercümesinden ibarettir. Aksini iddia etmek Tanrı’nın Arapça konuştuğunu iddia etmektir ki inananlar için bu açık bir küfürdür, inanmayanlar için de açık bir mantıksızlık/safsatadır.


 Günümüz Arapça ibadet taassubunun temelinde,  İbranileştirilmiş tevhit inancının bu Arapça “sürümü” yatmaktadır.

Bu taassup “halifelik”  safsatasıyla Vatikan benzeri bir dinî merkezileşmeye de özenmekte.  Bütün bu safsataların temelinde de Arapça özentisi yatıyor.


Bu özenti basit bir taklitten ibaret olsa  sorun olmayabilir. Çünkü en nihayetinde Arap gibi giyinip Arap gibi davranan üç beş meczup ancak bir güldürü malzemesi olabilir.

2 yorum:

Orhun dedi ki...

Sözün özü; dil (ve kültür) olmadan dini açıklamak mümkün görünmüyor. Arap'ın algısına sıkışıp kalıyorsunuz.

İnanç ise sadece masa süsü görevi yapar hale geliyor.

Saygılar, selamlar

Afşar Çelik dedi ki...

Sanırım daha güzel özetlenemezdi. Ağzınıza , aklınıza sağlık. Lütfen fakirhaneyi fazla boş bırakmayın.

Malum yorum blogun kanıdır.

Her zaman bekliyorum.
Saygılar.