Dil ve din arasındaki ilişki öyle
görünüyor ki modern zamanlarda Avrupa’da
reform ile ete kemiğe bürünmüştür. Bu
ilişki iktidar ilişkisidir.
Dil ve din arasındaki iktidar
ilişkisi Vatikan’ın Lâtince üzerindeki tekeliyle asırlarca
meşrulaştırılmıştır. Lâtince bildikleri için “dinin özünü” bildiklerine inanılan Katolik rahipler, bütün
Hıristiyan kralların kralı hükmündeki papanın dünyevi vekilleri olmuşlar.
Protestanlığın Katoliklikten daha az “tutucu” olduğunu düşünenler yanılıyorlar.
Zira “püritan” Protestanlar ve daha pek çok Protestan mezhep son derece
tutucudur.
O halde Protestanlık sanıldığı
gibi “daha dünyevi” falan değildir. “İlk günah” paranoyası Protestanlıkta da aynı şiddette devam eder. O
halde Protestanlığı Katoliklikten ayıran nedir? Bunların arasındaki tek fark
Luther’in İncil’i Almanca’ya tercüme etmiş olmasıdır. Bu şekilde dünyevî krallar yetkilerini “aracısız” veya” doğal”
olarak Tanrı’dan aldıkları söylemiyle , bu yetkilerini papayla paylaşmaktan
kurtulmuşlardır. U aynı zamanda dünyevi
yasaların yapılabilmesine de imkân sağlamıştır.
Bunun bir başka sonucu da “ulusal kiliselerin” kurulması
olmuştur. Dikkat edilirse İngiltere Protestanlığı
kabul etmekle birlikte “Anglikan kilisesini” kurmuştur. Elbette Protestanlığı Katolikliğin “merkezi” yetkilerini protesto
eden tavrı bu konuda etkili olmuş olabilir.
Ne olursa olsun, insanlar uluslarına özgü bir din anlayışı geliştirmiş
ve bu da en nihayetinde dinin toplumsal düzendeki belirleyiciliğinin
zayıflamasına, bireyin bir değer haline gelmesine yol açmıştır.
Protestanlıkla beraber doğan “ulusal
kilise” kavramı, dil tekeli ile ortaya çıkan dini otorite vasıtasıyla “ulusu
aşan” bir Hıristiyan kimliği oluşturulamayacağını ortaya çıkarmıştır.
Çünkü Lâtince ile dayatılan dil
tekeline rağmen kilise ulusal kimlikleri aşan bir aşkın Hıristiyan kimliği
sağlayamamıştır. Çünkü kimin kime nasıl
selam vereceğinden, nasıl giyineceğine kadar her konuyu belirleyen bir “üst dinsel
kimlik” yaratmak Vatikan için bile mümkün olmamıştır. Kısacası din, kültürü aşamamıştır.
Aynı durum İslâm için de
geçerlidir.
İslâm’ın ilk dönemlerinde Araplar
basit ve anlaşılır bir tevhit/ birlik inancını, özellikle birlikte yaşadıkları,
kültür ve medeniyetçe kendilerinden çok daha üstün Yahudilerin dinine benzetmek
için ellerinden geleni yapmışlardır. Karmaşık ritüelleri, doğrudan doğruya eski inançlarından ve sözde
dince emredilen toplumsal düzeni de kendi örflerinden meydana getirmişlerdir.
Bunları yaptıktan sonra da Yahudilerin
kendi milli dinleriyle ilgili duydukları
gurura özenmiş ve bunu olduğu gibi taklit etmişlerdir. Yahudilerin İbrani dilini ulusal ve kutsal
bilmelerini aynen taklit ederek kendi dillerini Tanrı’nın dili sanmışlar bu
yolda da telkinlerde ve hatta dayatmalarda bulunmuşlardır.
Tanrı’nın dilinin ne olduğunu
kulların bilmesi mümkün değildir. “Tanrı’nın sözlerinin” bir kul tarafından
anlaşılabilmesi içinse o kulun dilinde “inmiş “olması gerekir. Bu durumda Tanrı’nın
sözleri, ancak herhangi bir peygamberin kendi dilinin grameri, yetkinliği ve
bağlamı kadar anlaşılabilir olacaktı. Pigmelerden bir peygambere din inmiş
olsaydı acaba o peygambere “miras hukukundan” veya giyim tarzından bahsetmek
mümkün olabilir miydi?
Bu durumda ortaya çıkan gerçek
şudur: Bugün din diye bildiğimiz şeyler, ancak Arapların vahiyden anlayabildikleri kadarından
ibarettir. Yani Arapça bir üstün veya kutsal dil falan değildir. O “kutsal emir
“oldukları söylenen şeylerin Arapça tercümesinden ibarettir. Aksini iddia etmek
Tanrı’nın Arapça konuştuğunu iddia etmektir ki inananlar için bu açık bir
küfürdür, inanmayanlar için de açık bir mantıksızlık/safsatadır.
Günümüz Arapça ibadet taassubunun temelinde, İbranileştirilmiş tevhit inancının bu Arapça “sürümü”
yatmaktadır.
Bu taassup “halifelik” safsatasıyla Vatikan benzeri bir dinî
merkezileşmeye de özenmekte. Bütün bu
safsataların temelinde de Arapça özentisi yatıyor.
Bu özenti basit bir taklitten ibaret
olsa sorun olmayabilir. Çünkü en
nihayetinde Arap gibi giyinip Arap gibi davranan üç beş meczup ancak bir
güldürü malzemesi olabilir.
2 yorum:
Sözün özü; dil (ve kültür) olmadan dini açıklamak mümkün görünmüyor. Arap'ın algısına sıkışıp kalıyorsunuz.
İnanç ise sadece masa süsü görevi yapar hale geliyor.
Saygılar, selamlar
Sanırım daha güzel özetlenemezdi. Ağzınıza , aklınıza sağlık. Lütfen fakirhaneyi fazla boş bırakmayın.
Malum yorum blogun kanıdır.
Her zaman bekliyorum.
Saygılar.
Yorum Gönder