31 Ocak 2013 Perşembe

Blogcunun Profesyonellik Çilesi

Yazar adayına öğütler: Bir Paul AUSTER portresi bul ve arada bir ona bak.

Bir okurumuz profesyonel yazarlıkla ilgili daha geniş yazmamızı istemişti.

Sizin için merak ettim araştırdım: “Bu adamlar ne yer ne içerler?” diye…


Değişik mönüleri var. Mezheplerine ve meşreplerine göre ilhamı farklı lezzetlerden alıyorlar. Şahsım adına ki bu deyimden aslında nefret ederim, ben ekmek arası bir şeyleri tercih ediyorum.


Badem ağacından yetişmiş çağlalar umumiyetle gazoz dahi içmez, ayrandan sakınır. Biraz  daha serbest düşünenler  alkollü içkilerle çalışır.


Amma velâkin meselenin aslı yemek içmekte değil. Mesele profesyonel olabilmekte…


Canım memleketimde profesyonel yazarlığın, edebî ilkelerle üslupla merakla endişeyle falan zerrece ilgisi yoktur.


Bu tamamen “Sen, ben bi’ de emmolu…”  mecrasında yürüyen bir zanaattır. Gerçekte bir şeyler yazmanız bile gerekmez.


Eğer  gecelerce uykusuz kalıp da size  ilginç gelen bir şeylerle edebiyat dünyasını sallayacağınızı sanıyorsanız, aptala yakın bir saflıktasınız demektir.


Elbette arada, ciddi bir şeyler yazarak ödül alan birkaç kişi olur ama onlar da zaten cümbür cemaat veya bilmeme hangi halk ordusu  kafa kırma cephesi eliyle “yazar” yapılmaktan ve dahi kâğıt karalayarak sözüm ona para kazanmaktan imtina eder.


Profesyonel yazarlığın en kolay para kazanılan dalı “köşe yazarlığı”. Gerçekte ne yazdığınızı bilmenize gerek yoktur, bir köşe yazarı olduğunuzda… Yani “Beni okuyan (?) binlerce kişi ya gaza gelir de  devrim yapmaya falan kalkarsa? Milletin malına, mülküne, canına kast ederse…  Veya rastladığı her kadını kezzaplamaya kalkarsa?”  diye herhangi bir ahlâkî endişe taşımanız gerekmez.


Eğer sağlam bir dayınız falan varsa her gün sırf emlâk ilânlarından milyarlar kazanan bir tomar  kâğıt içine siz de bir şeyler karalar, sonra da “gazeteci/ yazar” diye amirallik edersiniz. Yani sizi bir anda paraya boğanların, sizin elinizle nasıl gerdeğe girdiklerini  falan düşünmeniz gerekmez. Bir kere gazetede bir  köşe kaparsanız zaten kitap dünyasının kapıları da size açılır, kendiliğinden.


Bunları niye anlattık?


Bundan önceki profesyonel yazarlık yazımda, internette reklâm alan blog yazarlarını düşünmüştüm. Bana en namuslu görünen de bu tip bir yazarlık.


Çünkü en fazla haftada bir, hiç kimseye yaranmaya çalışmaksızın, iç âlemini samimiyetle ortaya döken, bildiklerini, bilmediklerini kendince elâlemle dürüstçe paylaşan,  merak ettiklerini  meraklısıyla  paylaşan  yazarların yazılarının, sektörün reklâmlarını sırtlaması bence en zor ve en dürüst yazı işi…


Blogcunun en büyük problemi de aslına bakılırsa bir kitle edinip edinememesi. Çünkü belli bir  tıklanma sayısına ulaşamadıkça  reklâm geliri elde etmek imkânsız gibi görünüyor. Aslında
Reklâm da alınıyor ama reklâmdan para kazanmak herhalde blogu bambaşka bir cazibeye kavuşturmakla ilgili.


O nokta benim için de yabancı…


Gene de şu var ki blogcunun en azından eş dost  yorumu alabilmesi belki para kazanmasına yetmese de okunduğunu bilmesi açısından herhalde önemli…


Âcizâne kanaatim şu: Kendim de ne yazmam gerektiğini sık sık düşünmeme rağmen blogculukta önemli olan, yazarın dürüstçe kendisi olması ve  aynı zamanda, bıkmadan, usanmadan yazmaya devam etmesi….


Blog yazarlığı batıdaki anlamda para kazandıran bir iş olmayabilir. Ama bana kalırsa mesele blogcunun kendisini ne olarak gördüğü. Kendisini bir yazar olarak görmekten vazgeçmeyen blogcunun sebatı meyvesini muhakkak gün verecektir.  Vermese bile ne gam? Siz blog yazmaktan zevk almıyor musunuz?

Mazhar Fuat Özkan'dan muhteşem bir şarkı paylaşalım mı? Belki emeğimiz para etmiyordur bu memlekette ama en azından zevkli şeyler dinleyip söyleyebiliriz.

Hiç yorum yok: