Bugün "Harem'in" 7.
bölümünü seyrettik mutfakta. Niye mutfakta? Yemek yerken seyretmek hoşumuza
gidiyor. Ayrıca orada öyle sıkış tepiş oturmak bizi eski günlere götürüyor.
Elektriğin voltajı hâlâ düşük.
tasarruf l ampulümüz göz kırpa kırpa yanıyor.
"Harem'in" ince ve yer
yer oldukça kalın, oturaklı dokundurmalarını, dehşetle karışık bir neşeyle seyredip yemek yedik. Üstün bir de
Türk kahvesi içtik.
Bugün ayrıca güneş de açtı.
Neredeyse bir haftadır ikinci defa...
Kar bulutları yoruldu galiba...
Yollar yavaş yavaş açılıyor.
Bütün bunlar ne ifade ediyor?
Fikrimin ilgileri ile ne ilginiz var?
Kim, son bilgisayara
teknolojileri veya moda eğilimleri veya yemek
alışkanlıkları dururken düşünmekle ilgilenir ki değil mi?
Mesele şu ki aslında herhangi bir
beğeninizi ifade ettiğinizde, neyi, niçin ve nasıl beğendiğinize dair bir
beyanda bulunmuş olursunuz. Bu da neye
göre düşündüğünüzü gösterir. Ama siz hâlâ " Ben ocu da değilim bucu da
değilim!" gibi bir tarafsızlık tutumunun sahte sağlığına özenirsiniz.
Böyle bir tutum sağlıklı mıdır? Birini beğenip diğerini beğenmemek... Bir kitabı okuyup diğerini okumamayı seçmek...
Gene Fatih ERDEMCİ dinliyorum. Öbür
yandan Paul AUSTER okuyorum: "Leviathan". Biraz da o teşvik ediyor
beni yazmaya... "Bir yazardan
öğrenilecek şey nedir?" diye düşündüğümde görüyorum ki kimse ondan
nasıl yazılacağını öğrenemez. Eğer bir yazarsanız, edindiğiniz şey sadece
yazmanın yemek içmek gibi bir ihtiyaç olduğudur. Yazmak, edinilmiş bir
açlıktır.
Yazmak gönüllü bir kayboluştur.
Yazmak kaybolduktan sonra kendi yollarını yaratmaktır.
Sahi ne ilginiz var benim
ilgilerimle, değil mi? Ve hangi deli bir blog yazarak dünyada bir fark
yaratmaya kalkar ki?
2 yorum:
Yazmak ve okumak insanı hayvandan ayıran en önemli marifettir değil mi? Gel gör ki,sadece okumayı bile ihtiyaçları listesinde görmediğimiz bazı varlıklara ne kadar insan diyebiliriz?
Yorum, demir leblebi gibi daha ne diyeyim?
Yorum Gönder