Ayn RAND " Besinle zehrin herhangi uzlaşmasında kazanan, yalnızca ölümdür; iyiyle kötünün uzlaşmasında ise kazanan yalnızca kötülüğün çıkarıdır..."
der.
Bugün ülkemizde sergilenen hokkabazlığın en baştaki amacı,
iyi ile kötü arasındaki sınırları belirsizleştirmek, objektif bir iyilik
olmayacağına dair kafaları bulandırmaktır.
Bugün Türkiye'de Türk Milleti,
iyiliğin kendi elde edeceği bir şey olmadığına, iyiliğin, makarna, kömür olarak
ona iktidarca bahşedileceğine inandırılmış vaziyettedir.
İşin kötüsü bu safsataya,
dinciliğin her dediğine boyun eğip hayalî Arapça cennetler içinde yaşamak
isteyen, milliyetçilerin çoğunluğu da inanıyor. Milliyetçiler hayatlarının her
safhasında hayalî Arap idollerine
hayranlık besleyerek Müslümanlığını beslediğini sanan, kanını, kendisiyle
ilgisi bile olmayan sözde din kardeşleri için akıtmakta tereddüt etmezken,
vatanlarına yöneltilmiş her tehdide karşı suskun kalıyorlar.
Bunun sebebi, dincilerle din
mukaddesinde uzlaşabileceklerini sanmaları. kendilerine ait bir din algısı ve
kabulleri olmadığından dincilerin
kavrayışıyla bir noktada buluşabileceklerini sanıyorlar.
Bugün "Allah davası",
" sloganik tekbir", " Türk-İslâm..." gibi mantık garipliklerinin ortaya çıkışında
aynı uzlaşma arzusu yatıyor.
Bu uzlaşma tutkusu veya
saplantısı yüzünden "millî" sıfatına yüklenen dinci/ümmetçi anlamlara itiraz edemiyorlar. Meselâ hiç bir
milliyetçi "millî görüş" denen şeriatçı ilkelliğin neresinin millî
olduğunu sormuyor bile... Millî sıfatının,
millet düşmanı, enternasyonalist bir dinci ilkellikle nasıl
paylaşılabildiğine hemen hemen hiç bir
milliyetçi şaşmıyor.
Milliyetçiler, hak dinin
gereklerine göre yaşamak "ülküsünü" güttüklerini düşünüyorlar ama
yanıldıkları nokta şu: Hak dinin gereklerine göre yaşamanın ne olduğunu
bilmiyorlar ve bu noktada dincilerle aynı söylemi ve mantığı kullanarak
sadece adı "Türk" olan, bir şeriat devletini arzuladıklarını bir
türlü fark edemiyorlar. Veya hiç biri, hayatı, birilerinin din yorumlarına göre
toptan şekillendirmek amacının, bir milletin ülküsü olamayacağını düşünmüyor.
"Türk İslâm ülküsü" denen, dincilikle uzlaşma gayretinin en başta
gelen açmazı bu.
Öncelikle" hak dinin
gereklerine göre yaşamın" anlamı ve bunun toplumsal düzendeki yeri
hakkında milliyetçilerin hiç bir fikri yok. Bunu, "ulemanın", el ayak
kesip kafa koparmak, kadın taşlamak
fetvalarından ibaret olduğunu düşünüyorlar. İmanla amel arasındaki ilişkiyi bu
yüzden dinciler gibi anlayarak bir tür Müslümanlar arası bütünlük ve uzlaşma sergilediklerini
sanıyorlar. Oysa yaptıkları, dini, bir
takım profesyonellerin anlayışına göre kesip biçmeyi, dindarlık sayan
dinciliği benimsek ve ona biat etmekten başka bir şey olmuyor.
Sonra "dindar bir toplumsal
düzen" hayaliyle herkesi, sözde dinin yasaklarına göre sınırlandırmayı ahlâkın
yolu sanıyor ve dincilikle uzlaşmanın ikinci noktasına varıyorlar. Dinin sınırlamalarının Allah'la fert arasında
olduğunu ve bu alana devleti sokuşturmanın şirkle yakınlaşmak olduğunu
düşünememelerinin sebebi de uzlaşmak uğruna dinci bir devlet felsefesini
benimsemeleri...
Sırf Arap oldukları için birinci
sınıf Müslümanlar oldukları sanılan insanları "rehber" kabul
etmeyi milliyetçilerin Müslümanlık
saydıklarını üzülerek görüyoruz. Veya yobazlıklarıyla milleti, aklın ve
vicdanın dışına çekerek onu, kendi
itibarlarının esiri haline getirmeye çalışan sözde "âlimleri", "
sözde "Allah dostlarını" benimsemenin de dindarlık olmadığını
anlayamıyorlar...
Bu yanlış uzlaşma saplantısı neye
sebep oluyor?
Bu yanlış uzlaşma saplantısıyla
siyasal İslâmcılığın milletsiz, kimliksiz ve sahipsiz bir ülke hedefi dinin gereği haline getiriliyor. MHP
kongresinden önce genel başkan adaylarından birinin, yanılmıyorsam kayseri eski
milletvekillerinden biriydi, "Ana dilde eğitime veya çok resmi dilliliğe sıcak baktığını" ifade etmesi bu açıdan
manidardı.
Bu uzlaşma körlüğü içinde Türk
Dünyası bir hedef ve proje konusu olmaktan çıkıyor.
Bu uzlaşma körlüğü, dinci kayırılmışların zengin edildiği, sözde
bir piyasa ekonomisinin
meşrulaştırılmasına sebep oluyor. Bu uzlaşma zihniyeti, devleti ele geçiren
herkesin, istediğini abad edip
istediğini zelil edebileceği otoriter
bir devlet anlayışının kafalara daha çok girmesine sebep oluyor.
Türk milliyetçilerinin dincilikle uzlaşma saplantısı, milletin
fertlerinin, milletin genel hukuk kurallarına uymak asgari müşterekinde birlik ve beraberliği, devletin kayırmacılığının ve baskısının olmadığı
bir ekonomik özgürlük ortamı, dinin ve
etnik ayrılıkçılığın toplumsal düzenden ve siyasetten uzak tutulduğu, medeni
bir düzene ulaşmayı imkânsız hale getiriyor.
Türk milliyetçileri ahlâkın, bir
takım din profesyonellerinin yorumlarına uymakla değil, genel zararsızlık
ilkesine bağlı olmakla ilgili olduğunu anlamalıdır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerine kurulduğu çağdaş,
lâik demokratik ilkelerin gereğidir. bunun
da ötesinde milliyetçilik milletin refah ve hürriyeti üzerinde bir büyük
uzlaşma ise bu uzlaşmanın dinci taassuba ve siyaset tutkusuyla buluşması mümkün
değildir.
Türk milliyetçileri, ahlâkın, milletin hürriyet ve refahı için
neye "hayır" denmesi gerektiği ile ilgili olduğunu da
unutmamalıdır. Türk Milleti'nin hukuksal ve siyasal birliğini, egemenliğini
ve tarihini tanımayan, bunları
tartışmaya açan, milletin hürriyet ve
refahıyla uyuşmayan hiç bir zihniyetle
uzlaşmamak gerektiğini artık kavramalıdır. Bu zihniyetlerin başında siyasal
İslâmcılık/dincilik gelmektedir. Bunun yolu da milliyetçiliğin dinî
söylemlerden, Arapçı tavırlardan, ümmetçi bakıştan arındırılmasıdır.
Türk milliyetçiliği, milletin her
bir ferdinin, hiç bir "âlimin"
veya şeyhin sınırlı aklının ve kavrayışının kölesi edilmeyeceği lâik,
akılcı, devletin kayırmasından ve komutasından
korunduğu özgürlükçü, demokratik bir hukuk düzeni için mücadele
etmelidir. Bunun yolu da dincilikle söylem aynılığına sebep olan uzlaşmacılık saplantısından kurtulmak ve
Arapçılığın siyasal eyyamcı otoriter din anlayışını kesin bir şekilde
reddetmektir.
Türk milliyetçileri, milletin
derdinin dermanı olmak istiyorlarsa önce hangi fikirlerin zehir etkisi
yaptığını anlayabilecek ideolojik donanımı edinmeli ve sonra Türk Milleti'nin hayatı ile uzlaşmayan
zehirleri ondan uzak tutmaya çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki ahlâk belden aşağı
bir tahrik paranoyası değildir. Ahlâk varoluşa zıt şeylerle uzlaşmamak
demektir. Türk milliyetçileri bu uzlaşmazlık ahlâkını kabul etmedikleri
müddetçe dinciliğin elinde oyuncak olmaktan kurtulamayacak; daha kötüsü Türk
Milleti'ni zehirlere karşı savunmasız bırakacaklardır.
4 yorum:
KİM OKUR KİM DİNLER VARAK-I MİHRÜ VEFAYI diyorum das başka birşey demiyorum.Dilinize sağlık.
Aslında birçok kavram olduğu gibi, “ din “ kavramı da oldukça yanlış anlaşılmış tarafımızdan. Dinin insanların hayatında çok büyük bir yer tutması, hayat tarzını, davranışlarını belirlemesi demek; dinin her yerde, her türlü sosyal veya siyasi ortamda söz konusu edilerek insanların sınıflandırılıyor olmasını gerektirmemeli. Din tamamen kişinin var oluşu, yaradılışı ( adına ne dersek artık ) hakkında sahip olduğu bir fikir, bir inanıştır ve sadece ve sadece kişiyi ilgilendirir. Nasıl ki “ Hangi tür toman okumayı seversin ? “ gibi sıradan bir sorunun yanıtını sorgulamıyorsak ya da aldığımız farklı yanıtları yadırgamıyorsak, insanların varoluş hakkındaki düşünce ve inanışlarını da yargılııyor olmamalıyız toplumca. Tüm insanlık bazında hatta, yalnızca bizim toplumumuz değil, bu kadar belirleyici bir etken olmamalı en azından. Hele ki farkılı dinleri bir yana bırakalım , aynı dinin mezhepleri arasında bile bu tarz amaçsız ve bölünmelere sebep olan çirkin atışmalar ve önyargılar varken, söylenebilecek çok da bir şey kalmıyor aslında.
“ Milliyetçi ” sıfatının din ile olan bağlantısını algılayabilmem ise zaman almıştı gerçekten. Ülkücü/Milliyetçi nedir ki diye merak edip ufak bilgiler edinmeye çalışmıştım seneler önce. “ Milliyetçi ” kelimesi ile dinin ne gibi bir bağlantısı olabilirdi ki? Okuduğum milliyetçi tanımları arasında bugünkü sözde milliyetçilerle ( istisnaları dışarıda bırakarak söylüyorum ) bağdaştırabildiğim bir tanesiyle bile karşılaşamadım bir türlü.Din ve vatanına milletine olan aşkı çorba haline getirmiş, din kısmını hele tamamen amacından saptırmış, dincilikle karıştırmış ve ne yazık ki yer yer malum toplulukların yaptığı gibi dini, çoğunluğu temsil etmek adına elinde, insanların çekindiği bir koz haline getirmiş bir anlayış...
Gerçekten olması gerektiği gibi, layıkıyla olsaymış keşke “ Milliyetçi “ sıfatı, ne de güzel olurmuş. Türkiye’de yaşayan, tamamen milliyetçi duygular besleyen fakat Müslüman olmayan bir Türk ile ; şu bizim bildiğimiz milliyetçileri, değişik bir kavram kargaşası içinde olan milliyetçi insanları tanımlarken, aynı “ Milliyetçi “ kelimesini kullanabilseymişiz keşke...
Selcen Hanım hoş gelmişsiniz. gene güzel bir özet cevapla taşı gediğine koymuşsunuz. Teşekkürler, saygılar. Arayı uzatmayalım, lütfen.
Yeliz hoş geldin. Bu bahsettiğin "sapma" veya mutasyonun başlıca sebebi, sanırım bizim bir köylü toplum olmamızdır. Milletleşmenin doğasındaki, açıklığı, etkileşimi bir köylü toplumunun anlaması mümkün değildi, nitekim o toplum da zaten bugün dinsel ve etnik fitnelerle fiilen parçalanmış vaziyette...
Zaman ayırıp okuduğun, üzerinde kafa yorduğun için çok teşekkürler. Her zaman beklerim.
Yorum Gönder