Ne
yazmak gerektiğine dair bir yazar ne kadar kafa yorar? Bu konu kafamda dönüp
duruyor.
Belki
de hayatı okuyamadığım için yazmak üzerine bu kadar kafa yoruyorumdur?
Evet
galiba yazmak hayatı okuyup okuyamamakla ilgili. Aslında ne yazmak gerektiği,
bununla ilgili galiba...
Ne
yazmak gerektiğini düşünmek o kadar önemli mi? Yoksa mesele okurun ilgisini
mutlaka çekmek ihtiyacından mı ibaret? İyi de okur ne ile ilgilenir ki?
Bu
konuyu çok kereler yazdım... Bunun bir sebebi olduğunu biliyordum ama şimdi
kafam aydınlanıyor gibi... Sanırım kendime bu konuyu ne kadar çok sorarsam
kafam bir o kadar çabuk aydınlanacakmış diye düşündüğümden... Öyle mi oluyor gerçekten, bilmiyorum.
Bunun
sebebi, aslında okunmayan bir yazar olmam galiba... En yakınlarının bile
umursamadığı, gözüne soktuklarının bile
bir türlü göremediği bir yazar olmak herhalde... İlgi dilencisi ve kendine
acıyan bir yazı bağımlısı olmam herhalde... Başka bir izahını bulamıyorum.
Gene
de... Her gün yazıyorum... Niye yazıyorum? Çünkü yazınca kendimi "dolmuş
ve tamamlanmış" hissediyorum. Yazıyı yerine teslim edince bir iyilikle
dolmuş hissediyorum kendimi. Fazla anlam yüklüyorum belki yazmaya ama bu öte yandan hayatı anlamak, hayata bir
anlam vermek çabası değil mi?
Ama
bir kere yazmaya başlayınca... Yeter ki o eşiği aşabileyim... O zaman bir tuhaf
umursamazlık sarıyor beni... Yola
düşüyorum ve kendimce buluyorum yolumu.
Gece
çok geç bu vakit. Gece alabildiğine soğuk. Televizyon açık ve eski bir filmi
var Robert De Niro'nun... Bütün bunlar bir tesadüf olamaz. Hem... Olsa bile ne
gam?
Vitrinde
gülümseyen bir manken, çiçek demetleri, Dire Straits'ten nefis bir şarkı:
"You And Your Friend"... Ben
bugün dayak yemiş bir keşi yazmak istiyorum, ne yapmalıyım? Bilmiyorum... Ama
bu yazıyı bloga yerleştirince biraz
rahatlayacağım... Biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder