18 Ocak 2013 Cuma

Dayak Yemiş Bir Keşe Doğru


Yazmanın kendisi ne kadar önemli... Ne kadar önemli sahi?

Ne yazmak gerektiğine dair bir yazar ne kadar kafa yorar? Bu konu kafamda dönüp duruyor.

Belki de hayatı okuyamadığım için yazmak üzerine bu kadar kafa yoruyorumdur?

Evet galiba yazmak hayatı okuyup okuyamamakla ilgili. Aslında ne yazmak gerektiği, bununla ilgili galiba...

Ne yazmak gerektiğini düşünmek o kadar önemli mi? Yoksa mesele okurun ilgisini mutlaka çekmek ihtiyacından mı ibaret? İyi de okur ne ile ilgilenir ki?

Bu konuyu çok kereler yazdım... Bunun bir sebebi olduğunu biliyordum ama şimdi kafam aydınlanıyor gibi... Sanırım kendime bu konuyu ne kadar çok sorarsam kafam bir o kadar çabuk aydınlanacakmış diye düşündüğümden...  Öyle mi oluyor gerçekten, bilmiyorum.

Bunun sebebi, aslında okunmayan bir yazar olmam galiba... En yakınlarının bile umursamadığı,  gözüne soktuklarının bile bir türlü göremediği bir yazar olmak herhalde... İlgi dilencisi ve kendine acıyan bir yazı bağımlısı olmam herhalde... Başka bir izahını bulamıyorum.

Gene de... Her gün yazıyorum... Niye yazıyorum? Çünkü yazınca kendimi "dolmuş ve tamamlanmış" hissediyorum. Yazıyı yerine teslim edince bir iyilikle dolmuş hissediyorum kendimi. Fazla anlam yüklüyorum belki yazmaya ama  bu öte yandan hayatı anlamak, hayata bir anlam vermek çabası değil mi?

Ama bir kere yazmaya başlayınca... Yeter ki o eşiği aşabileyim... O zaman bir tuhaf umursamazlık sarıyor beni...  Yola düşüyorum ve kendimce buluyorum yolumu.

Gece çok geç bu vakit. Gece alabildiğine soğuk. Televizyon açık ve eski bir filmi var Robert De Niro'nun... Bütün bunlar bir tesadüf olamaz. Hem... Olsa bile ne gam?

Vitrinde gülümseyen bir manken, çiçek demetleri, Dire Straits'ten nefis bir şarkı: "You And Your Friend"...  Ben bugün dayak yemiş bir keşi yazmak istiyorum, ne yapmalıyım? Bilmiyorum... Ama bu yazıyı bloga  yerleştirince biraz rahatlayacağım... Biliyorum.

Hiç yorum yok: