Burada
ana nokta Türk’ün taklitçi değil de üretken bir kültüre sahip olmasıdır. Bu
noktada Türk, dindaşlarıyla Arap
örneğinde benzeşmek veya eşitlenmek gibi
bir şeyi aklından asla geçirmemiştir.
Dini
Arap örfüyle ve bidatleriyle asla özdeşleştirmemiştir. Türk, dinlerin savaştığı
dönemde, dininin bayraktarlığını yaparken, dini taşıyanın kendisi olduğunu,
zaferi ancak ve yalnız adı Türk olan bir milletin hak ettiğini unutmamıştır.
Dinin diğer dinler karşısındaki konumunu korurken bu şerefi Araplarla veya
farslarla paylaşmamıştır.
Dolayısıyla
Türk’ün asla enternasyonalist bir
ümmetçi din anlayışı olmamıştır. Birbiriyle aynılaşmış bir din kardeşleri birliği gibi bir hayale asla düşmemiş, bütün
manevi birliğine rağmen din
kardeşlerinin kendi menfaatleri gereği edebilecekleri ihanetleri daima aklında
tutmuştur.
Bu
gerçekçi yaklaşımı, halifeliği eline alarak göstermiştir.
Dolayısıyla
din adına yürüttüğü bir “ilâhî siyaset” veya din savaşçılığı gibi haçlı
karakterine benzeyen, şimdilerde evanjelistlerin soyunduğu “büyük din
birleştiricisi savaşçı” rolüne de asla soynmamıştır. Türk din konusunda,
milletlerin farklılıkları gerçeğini daima göz önüne almış ve belirleyici olanın
millî örfler ve menfaatler olduğunu hatırlamıştır.
Bugün
Türk siyasetinde MHP’nin zaafı, siyasal islâmcıların benimsediği Arap örfçüsü/
taklitçisi kültürel kalıpları olduğu gibi benimsemek ve Türk’e,
enternasyonalist, kimliksiz bir İslam
savaşçısı rolü biçen dinci kalıplara sahip çıkmaktır.
Türk’ü böyle algılamaya başladığımızda, tarih
kendiliğinden çarpılmakta, Türk örfünün yılmaz savaşçıları, bir anda intihar bombacısı ucube sakallı Arap militanlar haline gelmektedir. Kendini
erkeğinden asla geri görmeyen Kara Fatmalar gitmekte, yerine aklen ve dinen
eksik olduğuna inanıp kendine biçilen rolü oynayan, Arap giyimli türbanlı,
çarşaflı pısırık kadınlar gelmektedir.
Türk’ün ne idüğü belirsiz muhayyel bir ümmet birliği üyesi addettiğimizde; dünyaya kendi
gözlerimizle bakmayı günah sayıp Arap gibi
görünmek endişesi baş vermektedir. Bugün “Türk-İslâm” diye başlayan
fikirlerin savunucuları, üretici, nevi şahsına münhasır bir Türk kültürü
fikrinden vazgeçip bu kültürü Arap ölçüsünde taklitçi bir kimliksizlik haline
getirmeyi dinin gereği sananlardır.
Bu
neden önemli ve daha kötüsü sakıncalıdır?
Türk’e
göre bakmamak Türk’ü bir yerlerde kaybetmek demektir de ondan… İslâm adına
Türk’ü, ikinci plâna atıp onu ancak Arap örfünün basit bir savaşçısı ve
taklitçi bir konar göçer olarak görmek noktasına varır da ondan… Çünkü Türk ve
İslâm adına ortak bir takım şeyler geliştirmeye çalışmak kendiliğinden bunları birbiriyle yarışan iki
kategori olarak görmek anlamına gelir de ondan… Bunun sonucundan bu ikisinden
birinden, en nihayetinde vazgeçmek gerektiği manası kendiliğinden ortaya çıkar
da ondan.
Bugün gelinen safhada, AKP denen siyasal İslâmcı
fitne programının MHP tabanından bunca oy alabilmesinin sebebi, Türk-İslâmcı
zihniyetin, bizi kaçınılmaz olarak götüreceği, “Türk’ten İslâm adına
vazgeçilmesi” noktasına gelinmiş olmasıdır. Nitekim artık Bozkurt
sadece Hamas taklitçisi tuhaf bir dinci
siyasetin, tuhaf bir el işareti haline
gelmiş, MHP’nin ve ülkücü kuruluşların
logolarından da duvarlarından da
Bozkurt silinmiştir.
Dinle bakmak tutkusu, Türk’ü kendine göre
siyaset geliştirmek şuurundan ve kabiliyetinden uzaklaştırmıştır. Söz konusu
olan, Türk’ün din anlayışıyla bakmak olsaydı, belki gene sorun çıkmazdı. Sorun,
mevcut milliyetçi siyasetin, “din” dendiğinde, Arap olmaya çalışmayı dindar
yaşamak sanmasıdır. Sorun, evrensel bir dine mensup olmanın, evrensel
kimliksizlikte erimek anlamına geldiğini sanmaktır. Bazıları bunun hiç de öyle
olmadığını mutlaka söyleyecektir ama kimin dini nasıl algıladığı, giyimiyle, kuşamıyla, kadına bakışıyla,
ibadetleri yorumlama biçimiyle vs gün gibi ortadadır. MHP ortalama seçmeninin
din anlayışıyla AKP siyasal dinciliğinin din anlayışı arasında hiçbir fark
olmadığı da açıktır.
Maalesef
MHP, Türk seçmeni için Türk’e göre bir
anlayışın öncülüğünü ve rehberliğini yapamamıştır. Belki kurulduğu dönemlerde
ciddi bir rüzgâr estirmiş, Türkçülüğün mirasının gücünü kullanmıştır. Sonra
gelenler, bu mirası tüketmişler ve adı dışında
basit bir taşra dindarlığından
gayrısını siyasete bırakamamışlardır. Bu
gün MHP fiilen bir küçük AKP gibi düşünmekte ve hareket etmektedir. AKP’nin hiçbir politikası MHP tarafından
nihai oylamalarda reddedilmemiştir. En nihayetinde PKK’ya Suriye’nin kuzeyinde
toprak kazandıran politikalar da zayıf gerekçelerle de olsa desteklenmiş ve meclisten MHP yardımıyla
geçirilmiştir.
Türk
siyasetinin temel hastalığı, Atatürk
devri sonrası, bir türlü Türk olamamasıdır.
Türkiye
Cumhuriyetinin ve elbette Türk
Dünyası’nın bekası, ancak ideolojisini Türk gibi gören ve okuyan, Türk için
Türk’e göre düşünen siyasetçilerle teminat altına alınabilir.
Türk’ü
başlı başına bir varlık olarak görmeyen solculuk Stalinizm’e, Leninizm’e,
Maoizm’e varır ve ajan/provokatör işbirlikçi
olmaktan öteye gidemez.
Türk’ü
nevi şahsına münhasır bir Müslüman olarak görmeyen dindarlık, militan,
saldırgan ve Arapçı bir ümmetçilik
haline gelir.
Türk’ü
kendi başına büyük ve milletleşmiş bir toplum olarak görmeyen liberalizm,
milletin hürriyetine ve refahına refahına hizmet etmek yerine, etnik ırkçılığın sömürü yatağı haline gelir.
Bu
yüzdendir ki Türk siyaseti artık Türk’ün
siyaseti haline gelmelidir. Türk’ün ancak kendi egemenliğinin
tartışmasızlığı altında yürütülecek bir doğal haklar rejimi tesis
edilmedikçe; yürütülecek her siyaset,
Türk düşmanlığının mevzii kazanması anlamına gelecektir. Türk siyasetinin
bilincinin Türkleştirilmesi Türk’ün hayatta kalması için elzemdir.
Yazımızı,
sözleri ayet olmamakla beraber, ayetlerin
hikmetinden nasiplenmiş bir Türk atasının sözüyle bitirelim:
Ne mutlu Türküm
diyene!
BİTTİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder