2 Ekim 2012 Salı

Milletleşme Düşmanı Grupların Ortak Ahlâk Yoksunluğu


Etnik terörle ilgili “ Karşılıklı silâh bırakma” ifadesi karşı konulmaz, eleştirilemez bir hümanizm tabusu halini aldı.

Silâh bırakması gereken taraf kimdir? Türkiye’yi ırkçı temelde bölüp, egemenliği paylaşmak veya devralmak isteyen düşmanımız PKK! Türk Ordusu’nun silâh bırakması söz konusu edilebilir mi?

Bir ordu ancak kesin bir yenilgiden sonra silâh bırakır. Oysa Türk Ordusu yenilmemiştir.

PKK bir devletin nizamî ordusu değildir ve bu yüzden herhangi bir savaş mevzuatından yararlanması da söz konusu  değildir. Öyle bile olsaydı Türk Ordusu’nun görevi düşmanı yok ederek zaferi kazanmaktır.

Silâh bırakılacaksa bu bize PKK’nın lütfu olamaz. Silâh bırakma konusunun müzakeresi normal  bir millî devlette ancak düşmanın canının bağışlanması  şartı ile müzakere edilir. Canı için yalvaran bir düşmanla da egemenliğinizi tartışmazsınız.

Oysa bu gün “ulusçulukla hesaplaşan” dinci iktidar partisi,  milletin düşmanına karşı zaaf göstermekte, milletin onurunu korumak bir yana, onu, etnik ırkçı kuduz köpekler sürüsü karşısında, mağlup ve zelil bir pazarlıkçı yerine koymaktadır. Kim ne derse desin dinci partinin bu tavrı dünyanın her yerinde “vatana ihanet”  kabul edilir. Elbette bütün derdi seccadesini özgürce serecek bir köşe bulmak olan siyasal İslamcılık ve onun seçmen kitlesi için Türk vatanının, vatan kavramının, millet olmanın, millî şeref ve haysiyetin, millî değerlerin ve tarihin hiçbir anlamı yok.

Millet olmanın ahlâkî temeline dair bir fikri olmayan, bütün ahlâkı kadını örtmekten ve onu aşağılamaktan ibaret olan, muhaliflerini de aklındaki tek ölçüyle cinsellikle sindirmeye çalışan ve şantajı  ahlâksızlık saymayan bu iki yüzlü kitlenin, etnik ırkçı bebek katillerine karşı devletin tavrının  millet olmanın ahlâkıyla  ilgisini anlaması mümkün değil.

Millet olmanın ahlâkî temeli nedir? Millet, “değere ve kurala dayanan, ” bir toplumsal yapı olduğu içindir ki ahlâkla doğrudan ilgilidir. Bir “zarar vermemek iradesi” olarak ahlâk ancak kuralla yaşamayı, beraberliğinin temeline kuralı koymuş ve kurallı beraberlikle farklılıkları bir bayrak, dil ve tarih içinde birleştirebilen yapılar için yani milletler için değerlidir,  ehemmiyetlidir, hayatîdir.

Milletleşememiş topluluklarda “ahlâk”, beraberliğin temellerinden değildir. Millet dışı topluluklarda, yoğun olarak yaşanan kapalılık ve kıt kültürlülük, fertlerin  beraberliğini, “itaat” üzerinden geliştirir. Kabile liderine, “önderliğe”, aşiret reisine itaat, milletleşmemiş yapılarda  her şeyden önce gelir. Ve meselâ gücü yettiği için taciz ve tecavüzde bulunanlar, böyle yapılarda cezalandırılmaz, dışlanmaz, ayıplanmaz. Veya cemaat imamının dediklerini yaparken cemaat üyelerini haksız yere kayırmanın ahlâksızlık sayılması gerektiği de dinci yapılarda idrak edilemez.

İşte PKK bu yüzden, kendi içine kapalı ve milletleşmenin çeşitliliği ve dönüştürücü gücüne düşman siyasal İslâmcılık ile bu kadar rahat pazarlık edebiliyor. İki grup da Türk Milleti’nin, büyük, dönüştürücü, kavrayıcı kültüründen korkan, içe kapalı ve itaat güdülü toplumsal yapılar. Dolayısıyla, ağalarından  veya örgütün tehdidiyle belirlenen adaylar dışında meclise vekil gönderemeyen etnik ırkçı kesim ile adayları tarikat ve cemaatlerce belirlenip bütün istekleri Türkiye’yi aynı renk türban, cüppe ve aynı boy sakalda “birleştirmek” olan siyasal dincilik, aynı bilinç  seviyesinde ve düşünüş biçiminde hareket ediyor.

Dolayısıyla “silah bırakmak” tabirinin etnik ırkçılarla bizim aramızdaki  anlam farkına dikkat etmeyenler kuru sıkı bir hümanizmle önlerine gelen her değeri istismar ediyor, kirletiyor, bozuyor tahrip ediyor.
Silâh bırakmak konusunda Türk Ordu’sunu pazarlığa sokmak isteyenler, ahlâkî yetmezlikler ve  gerilikleri yüzünden Türk Ordusu’nun hangi değerlerin savunucusu ve koruyucusu olduğunu anlamak istemiyorlar çünkü aynı değerleri anlayacak ne toplumsal yeterlilikleri ne bilinçleri ne de arzuları var.

Türkiye, kendi kızlarına dağda tecavüz edenlerden bağımsızlık, devlet ve ulus bekleyen etnik ırkçılarla devleti ve milleti dolandırmakta mahzur görmeksizin türban ve Arapça ezberlerle istediği her şeyi yapabileceğini sanan, ahlâk fakiri siyasal İslâmcılar arasında şu anda paylaşılıyor.

Türk Milleti bu gün ciddi bir ahlâk sınavı veriyor.

“ Hayırda birbiriyle yarışmayı”,  namazda, örtünmede, Arapça konuşmakta gösteriş yarışı sanan, dinci riyakârlığın fark edilmesi ve artık  siyaset sahasında bu tip bir riyanın istismarına engel olunması, bunun yanı sıra karşısındakini ölümle tehdit ederek demokrasi kuracağını sanan, ırkçı terör örgütünün demokrasi sömürüsünün de ebediyen engellenmesi başta gelen sorumluluğumuz.

 Her ikisi de ancak  zarar verebildiği, ezebildiği, yok edebildiği ölçüde var olabilen bu  iki grubun  gelecekte millî egemenliğe ortak edilmemesi  en mühim iştir. Çünkü bu iki grubun da asıl saldırdıkları mevzi milletleşmenin temelindeki ahlâkî tutarlılık ve değere bağlılık davranışıdır. Türk Milleti, siyasal dinciliği ve etnik ırkçılığı siyaset sahnesinden ebediyen uzaklaştırmadıkça, din ve ırk sömürüsü arasında yıpranmak tan kurtulamayacaktır.

Yazımızı sözleri ayet olmamakla beraber  hanif bir Müslümanlığın örneği olan büyük bir Türk atasının sözüyle bitirelim:

Ne mutlu Türk’üm diyene!

Hiç yorum yok: