Etnik terörle ilgili “ Karşılıklı
silâh bırakma” ifadesi karşı konulmaz, eleştirilemez bir hümanizm tabusu halini
aldı.
Silâh bırakması gereken taraf
kimdir? Türkiye’yi ırkçı temelde bölüp, egemenliği paylaşmak veya devralmak
isteyen düşmanımız PKK! Türk Ordusu’nun silâh bırakması söz konusu edilebilir
mi?
Bir ordu ancak kesin bir
yenilgiden sonra silâh bırakır. Oysa Türk Ordusu yenilmemiştir.
PKK bir devletin nizamî ordusu
değildir ve bu yüzden herhangi bir savaş mevzuatından yararlanması da söz
konusu değildir. Öyle bile olsaydı Türk
Ordusu’nun görevi düşmanı yok ederek zaferi kazanmaktır.
Silâh bırakılacaksa bu bize
PKK’nın lütfu olamaz. Silâh bırakma konusunun müzakeresi normal bir millî devlette ancak düşmanın canının
bağışlanması şartı ile müzakere edilir.
Canı için yalvaran bir düşmanla da egemenliğinizi tartışmazsınız.
Oysa bu gün “ulusçulukla
hesaplaşan” dinci iktidar partisi,
milletin düşmanına karşı zaaf göstermekte, milletin onurunu korumak bir
yana, onu, etnik ırkçı kuduz köpekler sürüsü karşısında, mağlup ve zelil bir
pazarlıkçı yerine koymaktadır. Kim ne derse desin dinci partinin bu tavrı
dünyanın her yerinde “vatana ihanet”
kabul edilir. Elbette bütün derdi seccadesini özgürce serecek bir köşe
bulmak olan siyasal İslamcılık ve onun seçmen kitlesi için Türk vatanının,
vatan kavramının, millet olmanın, millî şeref ve haysiyetin, millî değerlerin
ve tarihin hiçbir anlamı yok.
Millet olmanın ahlâkî temeline
dair bir fikri olmayan, bütün ahlâkı kadını örtmekten ve onu aşağılamaktan
ibaret olan, muhaliflerini de aklındaki tek ölçüyle cinsellikle sindirmeye
çalışan ve şantajı ahlâksızlık saymayan
bu iki yüzlü kitlenin, etnik ırkçı bebek katillerine karşı devletin
tavrının millet olmanın ahlâkıyla ilgisini anlaması mümkün değil.
Millet olmanın ahlâkî temeli
nedir? Millet, “değere ve kurala dayanan, ” bir toplumsal yapı olduğu içindir
ki ahlâkla doğrudan ilgilidir. Bir “zarar vermemek iradesi” olarak ahlâk
ancak kuralla yaşamayı, beraberliğinin temeline kuralı koymuş ve kurallı
beraberlikle farklılıkları bir bayrak, dil ve tarih içinde birleştirebilen
yapılar için yani milletler için değerlidir,
ehemmiyetlidir, hayatîdir.
Milletleşememiş topluluklarda
“ahlâk”, beraberliğin temellerinden değildir. Millet dışı topluluklarda, yoğun
olarak yaşanan kapalılık ve kıt kültürlülük, fertlerin beraberliğini, “itaat” üzerinden geliştirir.
Kabile liderine, “önderliğe”, aşiret reisine itaat, milletleşmemiş yapılarda her şeyden önce gelir. Ve meselâ gücü yettiği
için taciz ve tecavüzde bulunanlar, böyle yapılarda cezalandırılmaz, dışlanmaz,
ayıplanmaz. Veya cemaat imamının dediklerini yaparken cemaat üyelerini haksız
yere kayırmanın ahlâksızlık sayılması gerektiği de dinci yapılarda idrak
edilemez.
İşte PKK bu yüzden, kendi içine
kapalı ve milletleşmenin çeşitliliği ve dönüştürücü gücüne düşman siyasal
İslâmcılık ile bu kadar rahat pazarlık edebiliyor. İki grup da Türk
Milleti’nin, büyük, dönüştürücü, kavrayıcı kültüründen korkan, içe kapalı ve
itaat güdülü toplumsal yapılar. Dolayısıyla, ağalarından veya örgütün tehdidiyle belirlenen adaylar
dışında meclise vekil gönderemeyen etnik ırkçı kesim ile adayları tarikat ve
cemaatlerce belirlenip bütün istekleri Türkiye’yi aynı renk türban, cüppe ve
aynı boy sakalda “birleştirmek” olan siyasal dincilik, aynı bilinç seviyesinde ve düşünüş biçiminde hareket
ediyor.
Dolayısıyla “silah bırakmak”
tabirinin etnik ırkçılarla bizim aramızdaki anlam farkına dikkat etmeyenler kuru sıkı bir
hümanizmle önlerine gelen her değeri istismar ediyor, kirletiyor, bozuyor
tahrip ediyor.
Silâh bırakmak konusunda Türk
Ordu’sunu pazarlığa sokmak isteyenler, ahlâkî yetmezlikler ve gerilikleri yüzünden Türk Ordusu’nun hangi
değerlerin savunucusu ve koruyucusu olduğunu anlamak istemiyorlar çünkü aynı
değerleri anlayacak ne toplumsal yeterlilikleri ne bilinçleri ne de arzuları
var.
Türkiye, kendi kızlarına dağda
tecavüz edenlerden bağımsızlık, devlet ve ulus bekleyen etnik ırkçılarla
devleti ve milleti dolandırmakta mahzur görmeksizin türban ve Arapça ezberlerle
istediği her şeyi yapabileceğini sanan, ahlâk fakiri siyasal İslâmcılar
arasında şu anda paylaşılıyor.
Türk Milleti bu gün ciddi bir
ahlâk sınavı veriyor.
“ Hayırda birbiriyle
yarışmayı”, namazda, örtünmede, Arapça
konuşmakta gösteriş yarışı sanan, dinci riyakârlığın fark edilmesi ve
artık siyaset sahasında bu tip bir
riyanın istismarına engel olunması, bunun yanı sıra karşısındakini ölümle
tehdit ederek demokrasi kuracağını sanan, ırkçı terör örgütünün demokrasi
sömürüsünün de ebediyen engellenmesi başta gelen sorumluluğumuz.
Her ikisi de ancak zarar verebildiği, ezebildiği, yok edebildiği
ölçüde var olabilen bu iki grubun gelecekte millî egemenliğe ortak
edilmemesi en mühim iştir. Çünkü bu iki
grubun da asıl saldırdıkları mevzi milletleşmenin temelindeki ahlâkî tutarlılık
ve değere bağlılık davranışıdır. Türk Milleti, siyasal dinciliği ve etnik
ırkçılığı siyaset sahnesinden ebediyen uzaklaştırmadıkça, din ve ırk sömürüsü
arasında yıpranmak tan kurtulamayacaktır.
Yazımızı sözleri ayet olmamakla
beraber hanif bir Müslümanlığın örneği
olan büyük bir Türk atasının sözüyle bitirelim:
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder