25 Eylül 2009 Cuma

Açılımda Etik Eksiklik

Açılım taraftarlarının bulanık suda balık avlamak isteyen etnik ırkçı siyasetin etik eleştirisini yapmaması çok dikkatimi çekiyor.

Durmaksızın tekrarlanan “olayın sebeplerinin” neye hizmet ettiği belli değil. “Kürtler ayrıma uğramıştır, bundan sonra uğramamalıdır!” deniyorsa, memleketin her yerinde yerleşebilen ve çalışabilen Kürt kökenli Türk vatandaşlarının eksik kalan ne gibi hak ve özgürlüğü varsa temin edilmesinin tartışılmasına kimsenin itirazının olmadığı nedense sürekli göz ardı ediliyor.
Açılımcılar, kendileriyle birebir aynı görüşte olmayan herkesi faşist ırkçı diye damgalarken, etnik siyasetin ırkçı ahlaksızlığını örtbas ettiklerini fark edemiyorlar, ya da bunun fark edilmediğini sanıyorlar.

Açılımda sorun, sorunun muhatabı olarak sürekli etnik ırkçı terör örgütünün ve “taleplerin” kayıtsız şartsız kabulünün gene terör örgütünün silâh tehdidi vasıtasıyla dayatılmasıdır.
Açılımcılar, meselâ en evvelâ, etnik terör örgütünün “Kürt” tanımlamasının etik olup olmadığı yönünde hiçbir muhakeme geliştirmiyorlar . Etnik terör örgütü ve onun siyasî uzantısı DTP ırka ve dile dayalı bir kimlik tanımlaması yapıyor.

Bir kere bu tip bir tanımlama açılımcıların yüzlerine taktıkları hümanizm maskesiyle hiç de uymuyor. Irki bağlılığı çoktan geride bırakmış ve soyut ilişkilere göre şekillenmiş Türk kimliğinin hukukla ve insanlıkla bağdaşırlığının yanında, bir toplumu diğerinden kesin şekilde ayırmak için ırkî farkın mütemadiyen vurgulanması acaba açılımcılara “ahlâkî” görünüyor mu? Yoksa onla, ırkçılığın azlıklar için meşru olduğu kanaatinde mi?

Türk’ün vatandaşlığı tanımlamakta niye yetersiz kaldığını sürekli ırk ve dil kriterleriyle ve bir de cumhuriyet dönemi bazı yanlış politikalarıyla açıklamaya çalışanlar, buna Kürt azlığın bu kimliği reddini gerekçe gösterirken acaba ülkenin geri kalanının da onların tanımlamalarını kabul edip etmemek hakkının olup olmadığını hiç düşünüyorlar mı?

Eğer etik bir müdafaa yapılacaksa bu hem Kürt hem Türk kimliklerinin objektif mukayesesini gerektirir. Peki böyle bir mukayese yapılmış mıdır? Ahlâkî olan yapılan mevzi yanlışlardan dolayı koskoca ve inkâr edilemez bir kapsayıcı ve bağlayıcı kimliği reddetmek değil, azlığın bu kimliği benimsemesi için ne gerektiğine bakmaktır.
Bu yapılmış mıdır? Maalesef hayır!
Türk kimliğinin bağlayıcı tanımlayıcılığını hangi sebepten olursa olsun reddetmeye kalkmak, o kimliğin içerdiği bütün değerleri reddetmek demektir.
Bu durumda, ülkenin her yanına yerleşmiş, doğal bir kabul görmüş vatandaşlarımızın da bu değerleri inkâr etmesi gerektiğini söylemiş olursunuz. Hem barıştan söz edip hem de Türk’ün reddi açıkça çataldilliliktir.

Açılımcıların en büyük etik dışılığı, terör örgütünü, “doğal ve meşru” savunma gücü olarak kabul etmektir. Bir kanunsuzluk, onu destekleyenlerin sayısından dolayı meşruiyet kazanmaz. Açılımcılar “Kan dursun!” derken, hukuk sağlayıcının meşru silâh gücü ile, o hukuk sağlayıcıya yönelmiş silâhlı tehdidi bir tutarak sürekli sanki Türkiye Cumhuriyetinin meşru bir düşmanı varmış havası yaratmaya ve bunun da doğallığını dayatmaya çalışmaktalar.
İşte ahlâk dışılığın en büyük örneği de budur.

Önce zor kullanarak tehdit ederek istekler savuracaksınız ondan sonra gayrimeşru sayılmaktan şikâyet edeceksiniz. Eğer akıldan yana bir eksikliğiniz yoksa bu cinayete ortaklığa kadar varan dereceli bir suç ortaklığı ve ahlâksızlıktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin silahlı güçlerine savaş açmış bir örgüt, ülkenin kaderi hakkında muhatap alınabilir mi? Açıkça “düşman” olan bir örgüt ve onun yandaşlarının “bizim “hakkımızda konuşmaya hakları olabilir mi?
Açılım muhalifleri işin barışçı ve hukuki yönlerini tartışmaktan kaçınmıyorlar. Oysa açılımcılar, etnik terörün “yedekte tutulmasının” ve “taleplerin” savunucusu ve yürütücüsü olmasının tartışılmasına hiç yanaşmıyorlar ki bu da ayrı bir riyakârlık…
“Kan dursun!” söyleminde her iki tarafı eşit meşruiyette kabul etmek hümanizm değil, Türk düşmanlığı demektir.

İkinci Dünya Savaşı’nda mütecaviz Almanya’nın durdurulması için kan döken müttefik askerlerine veya İspanya İç Savaşı’nda faşizme karşı savaşanlara bunlar söylenseydi acaba ne olurdu?
Sorun zate
n açılımcıların “Kan dursun!” söylemindeki etik bulanıklığı gidermemekteki ısrarında yatıyor.

Kan üç yolla durdurulabilir.
Birincisi etnik terörün galibiyetiyle ve Türk’ten arındırılmış bir etnik izolasyon kurmasıyla ki bunun olamayacağı artık anlaşılmıştır.

İkincisi etnik terör örgütü üyelerinin Türk adaletine teslim olmalarıyla ki bu yol nedense “Kan dursun!” diyen açılım taraftarlarının hiç telâffuz etmedikleri ve bu yüzden de değirmen taşı misali veballerinin ağırlığını oluşturan yoldur.

Üçüncü yol, etnik terör örgütünün fiilen ortadan kaldırılmasıdır. Bunun mümkün olmadığını savunanlar olacaktır ama gerekli uzmanlık ve strateji ile bu hiç de imkânsız değildir. Kaldı ki Sri Lanka bunun örneğini gayet başarılı şekilde vermiştir.
Bu üç yoldan hangisinin daha etik ve kabul edilebilir olduğu hususunda hiçbir fikir beyan etmeksizin yalnızca etnik terörün “yenilemez” olduğunu Türk toplumuna kabul ettirmeye çalışmak ancak “etki ajanlığı” ile açıklanabilir.

Açılım taraftarları sürekli “sebepleri” açıklayarak etnik terörü aklîleştirmeye meşrulaştırmaya onu “temsilci” makamına yerleştirmeye çalışırken etnik terörü onaylamayan, ülkemizin her yerindeki çok sayıdaki Kürt Kökenli Türk vatandaşın tartışabilme kabiliyetine zarar vermekten dolayı hiçbir vicdanî rahatsızlık duymuyor gibi görünmekteler. Bu yaptıklarıyla, Kürt adını terör ahlaksızlığıyla lekelediklerini nedense kimse söylememekte…

Açılımcıların açılımın belirsizliğinden siyasi ve hukuki sonuçlarından duyulan endişeleri faşizm ve ırkçılık diye karalaması, şiddete çanak tutmakla aynı şey. “hangi şiddet” sorunun cevabı esas, “ahlâkî” olarak verilmelidir. Türk emniyet güçlerinin, bir mütecaviz örgüte karşı uyguladığı şiddeti gayrimeşru kabul etmek düşmanı kabul etmektir.

Bir ülkeye yönelik silâhlı tehdit söz konusuyken tarafsızlık, mütecavizin tarafını tutmak demektir. Ama bu kadarcık bir akıl yürütme için insanın önce sağlam bir ahlâkî omurgaya sahip olması gerekir.







2 yorum:

selcen dedi ki...

Görünen o ki, etnik terör taraftarları öyle aşırı ve radikal talepler ileri sürüyorlar ki,açılım diye kıvranan iktidar kesimi için durum "aşağı tükürse sakal,yukarı tükürse bıyık" durumuna gelmiştir.O yüzden etik eksikliğin esas kaynağı buradadır.

Afşar Çelik dedi ki...

Şımaran çocuğa uyulmaz değil Mi Selcen Hanım? Veya katilin dediği yapılmaz... Etik uzlaşmayla sağlanmaz. Etik haddini bildirmeyle savunulur. gene gelin, sağolun...