22 Temmuz 2009 Çarşamba

İhtiyaç mı Talep mi? Marksizmin iktisat Dışılığı


Toplumsal düzeni, iktisadî ilişkiler açısından tartışılmaz şekilde izah ettiğini iddia etmesine rağmen Marksizm metafizik bir iktisat dışı batıl inanç olmaktan öteye gidememiştir.
Bunun en büyük sebebi davranışı gözleyerek davranıştaki düzenlilikleri kavramaya çalışmak yerine psikolojizme saplanmasıdır.

Buna bir örnek olarak ihtiyaç ve talep hakkındaki cehaletini ortaya koyabiliriz.

Marksizm ekonomiyi, insan davranışından ayrı, ona aşkın bir tür Tanrı gibi görmüştür. Böylece belirleyici bir güce sahip olan aşkın düzenleyicinin tabiatını değiştiğinde, insan tabiatın da kendiliğinden değişeceğini düşünmüştür.

Bu düşünüşün temelinde de insanın “ihtiyaçlarının esiri” olması kanaati vardır. Daha en başından bir şeylerin esiri ve bağımlısı olan insan ancak bu belirleyicilerden kurtulduğunda “özgür” kalabilirdi. “Aç adam özgür değildir!” martavalı, bu inanışın özetidir.

İhtiyaç, aç bir insan hayal edildiğinde kolayca kavranabilecek bir kavramdır. Zaten genellikle sosyalizm fakirlik veya açlık durumuna atıfla haklılaştırılmaya çalışır.

Hayatta kalmamızla ilgili zaruri durumlar ihtiyaçların en kolan kavranılanlarıdır ama burada marksizmin teleolojik ahlâkınca gizlenen şey ihtiyaçların bunlardan ibaret olmadığıdır. Yemek, barınma ve güvenlik ihtiyacı giderilmiş inanların tatminsizliklerinin sürmesi iktisadi analiz yapan Marksistlerin asla çözemeyeceği bir paradokstur.

Burada onların asla anlayamayacağı şey ihtiyacın sübjektif tabiatıdır.
Bu sübjektivite iki konuda daima geçerlidir:

Birincisi, “neyin ihtiyaç sayılması gerektiğine” ferdin kendi karar verip verememe durumu…

İkincisi bu ihtiyacı kendi başına giderip giderememesi durumu…
Bu iki durum da Marksistlerce burjuva göstermelik değeri sayılan hürriyet ile doğrudan alâkalıdır.

Çünkü ihtiyaç, ferdin herhangi bir şeyin yoksunluğunu hissetmesi durumudur. Susuz kalan insan onun yokluğunu hisseder, aç insan ekmeğin yokluğunu. Ama bu tip zaruri yokluk hislerinin ortaklığı dışında kimin neyin yokluğunu hissettiği hiç kimse tarafından bilinemeyeceği gibi, bunun belirlenmesi veya daha ilerisinde dikte edilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla iktisadî analizi bir geçici ve ferdî hissî duruma dayandırmaya kalktığımızda ulaşacağımız sonuç, herkesin aynı şeylere ihtiyaç duymasını sağlamamız gerekliliğidir. Bu duruma ekonomik çarpıklık yönünden tekrar değineceğiz.

İktisadî analizin temel kavramlarından biri olmakla beraber ayını zamanda temel insan davranışlarından biri olan talep ise psikolojik kökenden bağımsız şekilde gözlemlenen bir davranıştır. Belli bir alım gücündeki ferdin arz edilen malın fiyatını ödemek üzere gösterdiği rızaya kabaca talep diyebiliriz. Talep bir olgu olarak karşımıza çıkar. Onun sebeplerini bilmemiz mümkün olmadığı gibi, gerekmez de… Genellikle bir “istek” olarak tanımlanmasına rağmen gerçekleşmeyen alışverişlerde, rıza gösterilmeyen fiyatlarda talepten bahsedilemez. Dolayısıyla istemekle iktisadî anlamda talep aynı şey değildir. Talep gerçekleşmiş rızanın adıdır. Dolayısıyla bir “tarihsellik” taşır. Oysa istek zamandan bağımsızdır ve geçicidir.

Talebin belli bir alım gücü ve rıza gösterilen fiyat bileşenlerinden oluşması iktisadın “sınırlılık” kuralını bize hatırlatır. Kaynakların sınırlılığı, arzı sınırladığı gibi bu arza gösterilen rızayı da sınırlar. Dolayısıyla geçmişteki rıza miktarına dayanarak, üreticiler gelecekteki arzlarını belirlemeye çalışır.

Oysa “ihtiyaçta” durum böyle değildir. İhtiyaç tamamen psikolojik bir vaka olmaktan dolayı, onun, kaynakların sınırlılığıyla bir ilgisini kuramayız. Dolayısıyla da bir ihtiyacın giderilmesi için üreticinin eline hiçbir tarihsel veri sunamaz.
Yemek ihtiyacını gidermek için kuru ekmekle yetinmememiz, talebin salt ihtiyaçla açıklanamayacağının en güzel delilidir.

Talep bize, rıza gösterilebilecek en yüksek fiyat hakkında bilgi verir. Bu fiyat sınırı üreticilere arz miktarı hakkında fikir verir.

Bahsi geçen bu durum ancak birden fazla üreticinin yer alabildiği piyasalar için söz konusudur. Bu piyasalarda arz edilen malların hangilerinin “ihtiyaç” olduğuna müşterilerin kendileri karar verir.

Sosyalist bir rejimde ise temel ihtiyaçların giderilmesinin yanında, devletin tek ekonomik aktör olmasından dolayı diğer bütün ihtiyaçların da devlet tarafından tanımlanması kaçınılmazdır. Malların arzı için seçici talep mekanizması söz konusu olmadığından da ihtiyaçların neler olduğuna da devlet karar verecektir. Bu durum, kaynakların sınırlılığıyla ilgili kaçınılmaz bilgisizliğimizin de paylaşıldığı piyasa ortamının yol gösterici mekanizmalarının yokluğundan dolayı kendiliğinden israfa ve fakirleşmeye yol açacaktır.

Talep insan davranışlarının düzenliliklerinden birinin adıdır. İhtiyaç ise kökeni asla tam olarak bilinemeyecek, kişiden kişiye değişen bir yoksunluk duygusunun adıdır.

Bu ikisinden ihtiyacı kendisine mikyas kabul eden Marksizmi ekonominin tabiatını anlayamamış ve bu yüzden de uygulanmaya kalktığı her yerde de kaçınılmaz bir şekilde bürokratik zorbalık rejimlerine yol açmıştır. Çünkü ihtiyaçların ferdî müracaatlar olarak talep mekanizmasıyla dile getirilebileceği vasatı ortadan kaldırmıştır. Üretimin kestirilebilir ölçülere değil de kaprislere ve açlığa dayandırıldığı bir yerde de ne kaynakların durumu hakkında bilgi elde edilebilir ne de ihtiyaçların giderilmesi ile ilgili gerçek bir tatmin yaratılabilir.

Bundan dolayı, Marksizm bütün terim kalabalığına rağmen ekonomi denen faaliyetler ortamını açıklamakta güdük kalmış, iktisat dışı bir hurafeler yığınından başka bir şey değildir.

Hiç yorum yok: