28 Temmuz 2009 Salı

Emreden Bir Siyaset: Solun Nihaî Cehennemi



Konu askerlik olunca akan sular durur.


Dolayısıyla bizim toplumumuzda bununla ilgili tartışmalar da mayın tarlasına benzer.
Millî komiğimiz Cem Yılmaz dahi “Halkı askerliğe karşı soğutmaktan falan başımız derde girmesin..” diyerek gerçeğin soğuğuyla buzlu bir espri yapmıştı.
Cem Yılmaz’ın anlattığı askerlik anılarını hatırlayınca bize çok doğal gelen bir şeyin aslında hiç de o kadar doğal olamayacağı kafama dank etti.



Asker, bütün varlığı ile yurt müdafaasına kendisini adamış kişidir. Asker, bir memleketin can sermayesidir. Bir çeşit geçici mülkiyet devridir askerlik. Orada kendi bedeninizi ve aklınızı canınızın istediği gibi kullanamazsınız. Varlığınızın tasarruf yetkisi geçici olarak üstlerinize devredilmiştir.


İşbu sebepten canınızı bile kullanımına sunduğunuz bir kurumdan becerinizi esirgemeniz söz konusu olamaz.


Acaba bu, kabul edilebilir bir karine midir? Hayatını becerisiyle, zekâsıyla kazanan birinin bu geçim vasıtasına “Üste kesin itaat” karinesiyle el koymak mümkün müdür?
Cem Yılmaz şimdiye kadar galiba üç bine yakın gösteri yapmış. Askerlikte ise galiba iki yüze yakın gösterisi vardı… (Kesin rakamı bilmediğimiz için bu rakamı meselâ yüz elliye düşürelim…)
Toplam gösterilerinin yüzde beşine tekabül eden bu gösterilerinden beş kuruş para kazanmamış.
Yani? Bir kısım vatandaşların ancak bedeli mukabilinde elde edebildiği zevki, diğer bir kısım vatandaşlar sadece görevlerinden dolayı bedava elde edebilmiş.


Cem Yılmaz’a mesleğini bedava icra etmesi emredilebilir mi? ( Sanırım Elvis Presley’de askerde mesleğini icra etmişti?) Yedek subayların konumları farklı gibi görünse de sivil kişilerden alınabilecek hizmetlerin ordu bünyesinden sağlanması yoluna gidilmesi, bu hizmetlerin gönüllü sözleşmeye dayanmaması işin sadece kalitesini biraz değiştirmektedir.
Askerliğin istisnai konumu aslında bize planlı bir komuta ekonomisi hakkında çok değerli bilgiler sunmakta…



Askerlik bütün bir insan varlığının, belli bir kollektivitenin emrine sunulduğu mükemmel bir laboratuar.



Askerlikte kimse size neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda fikir sormaz. Fikriniz ne kadar yararlı olursa olsun, konumunuz gereği ileri sürdüğünüz hiçbir fikre istinaden hiçbir şey yapılmaz! Her şey yukarıdan plânlanır ve meselâ sizin nükleer fizikle ilgili bilgilerinize ne kadar aykırı olursa olsun mutlaka uygulanır.


Farklılıklar yok edilmiş ve herkes merkezi komutanın emrinde eşitlenmiştir. Bu eşitleme de insanların zekâları dahil ferdiyetleri inkâr edilerek yapılır. Dolayısıyla “eşitlikçilik” fikrini savunarak, bazılarının diğerlerinden daha kabiliyetli olmasının yarattığı farktan şikâyet edenler için askerlik mükemmel bir modeldir.


Bu, genel olarak askerlik mesleğinin tabiatıdır.
Fertlerin ferdî kabiliyetleri dahil olmak üzere bütün sıra mallar askerlikte sadece “edinilir” Piyasa bu malları üretmiştir ve askeri bürokrasi bu malları piyasadan edinir. Asker için malın nasıl ve kim tarafından üretildiğinin önemi yoktur. O mallar “bir şekilde” eline ulaştırılmıştır.
Şimdiye kadar anlattıklarımız, askerlik kurumunun ve metodunun kendi kapalı vasatında bulunduğu “normal” şartlar altında bahsettiğimiz şeylerdir.


Bir de bu metodun toplumun geneline uygulandığını hayal edelim:


Yani ferdî varlığımızın bir bütüne, kollektiviteye kayıtsız şartsız adandığı, kabiliyetlerimizin bu bütünün emrine kayıtsız şartsız devredildiği bir düzeni hayal edelim. Bir komedyenin emirle çalıştırılması soyut bir mülkiyet problemi gibi görünüp düşünülmeye değer bulunmuyorsa, mahallemizdeki fırıncının, bakkalın, ayakkabıcının, oyuncakçının da aynı şekilde çalıştırıldığını düşünelim. Bir üniformalı memur geliyor ve “Bugünden sonra hepiniz ordunun malısınız! “ diyor? Ve emre itaat etmeyenlerin idam edileceğini söylüyor.


Bahsi geçen hayalî komutan meselâ fırıncımıza ekmek üretmesini emrettiğinde aklından geçen, fırıncının sonsuz bir un rezervinden sürekli ekmek üreteceğidir. Bir adım öncesini düşünebilen bir komutan un imalatçılarının, kendi emriyle sürekli üreteceğini savunacaktır. Daha öncesini düşünen bir komutan da muhtemelen emir verildiğinde üretecek çiftçileri tasavvur edecek ve böylece bütün bir hayatın mükemmel emir komuta zinciri içinde kurulabileceği kanaatiyle tatmin olacaklardır.


Sorun şudur ki kendisine buğday üretmesi emredilen çiftçi, yağış azlığından, toprak veriminden vs dolayı emredileni üretemezse ne olacaktır? Yani emir buğdayı topraktan bitirebilen bir “güç” müdür?


Veya maden üreticilerine silah ihtiyacı için emir verildiğinde, üreticilerin de bu emirlere can-ı gönülden uyduklarını da farz edersek bile istenen miktar cevherin bulunamaması durumunda hangi emir, demir cevheri yaratacaktır?


Veya deri üreticilerine deri üretmeleri emredildiğinde bütün gönüllü gayretlerine rağmen istenen kalitede veya kalitesiz de olsa istenen miktarda deri için hayvan sayımızın az olduğu ortaya çıkarsa ne olacaktır? Meselâ veterinerler verilecek bir emirle yapılacak sun’i tohumlama ile derhal hayvan sayısı arttırılabilir mi?


Buraya kadar insanların verilen emirlere gönüllü uydukları kabulünden hareketle geldik. Aşamadığımız sorun yalnızca tabiatın emirlere karşı “umursamazlığıydı.”


Belki baştan özetlemek faydalı olacaktır. Bütün bir düzenin emir ve komutaya/ itaate dayandığı bir mevcut kurumdan hareketle, toplumun tamamında cari olan bir emir komuta zincirini kısaca hayal ettik. İhtiyaçları için duvarlarının dışındaki serbest üreticilerden yararlanan askerlerden hareket edip bütün üreticileri duvarlarının arkasına alan bir büyük hayalî garnizon kurduk.
Bu iki durum arasındaki fark şudur ki mevcut durumda, askerler, kendileri ile alış veriş etmeye rıza gösteren ve gücü buna yetenlerle alış veriş ederken tabiatın şartlarıyla herkes gibi bağlıdırlar. Bu şartların değişikliklerinden herkes gibi etkilenirler.


İkinci durumda tabiatın değişiklikleri konusunda kördürler. Çünkü tabiatın şartlarından etkilenen aktör ve faktörlerin üzerinde körleştirici bir kalkan meydana getirmişlerdir. Emir ve komuta zincirinden dolayı ikinci durumda, üreticilerin tabiatın şartlarından etkilenmesi “yasaklanmıştır”! onlar için tek ve geçerli, meşru etki emirdir!


Çünkü garnizonda tek geçerli ve meşru insanlık durumu mutlak eşitliktir!
Buraya kadar hayal ettiklerimizden “ordu”, “askerlik”,”üniforma” kelimelerini çıkarırsak geriye kalan toplumsal düzeni eminim çok tanıdık gelecektir: Sosyalizm!


Artan oranlı vergilendirmenin kadife eldivenli demir yumruğundan, modern Leviathan’ın çelik hali Stalinizme kadar solun bütün renklerinin hayalindeki ideal toplum bir mega garnizondan gayrısı değildir.


Çünkü bu toplumda bütün Cem Yılmaz’ların, görevlerinden, emirlerden dolayı herkesi kendiliğinden eğlendireceği hayal edilmektedir.


Sorulmayan soru ise şudur: “Ya Cem Yılmaz bir garnizonda çalışmaktan hoşlanmazsa?”
Herhalde o zaman da birileri Cem Yılmaz’ın gönüllü olarak güldürmesini emreder ve sorun çözülür?




Hiç yorum yok: