10 Temmuz 2009 Cuma

Fırsat Eşitliği, Öğretim Ve Refah Seviyesi


İktisadî tartışmaların, üzerinde çok patinaj yaptığı ama asla bilhakkın tanımlanmamış bir kavramdır, “fırsat”.


Fırsat, ferdin seçimlerine bağlı edinilmiş imkânların genel adıdır.

Bu açıdan fırsat “verili” değildir, yaratılan bir imkândır.


Fırsatın “dağıtılan” bir değer olduğu yanılgısı, “sosyal adalet” yanılgısındaki dağıtımcılıkla aynı mantığı kullanır. Bu mantığa göre, adalet de fırsatlar da bir otorite tarafından “eşit” dağıtılarak toplumsal düzen sağlanır, sürdürülür.


Fırsatı kavramını fertten ayrı ve aşkın bir şeymiş gibi ele aldığımızda bu mantık tutarlıdır. Genellikle de bazılarının hayata daha şanslı başlamaları örnek gösterilir.
Hayata başlangıcımız konusunda herhangi bir irade serdedemeyeceğimize göre şansımızdan dolayı bizim suçlanmamız veya eşitlenmeye çalışmamamız saçmalıktır. Zira doğuştan sahip olduğumuz fırsatlar veya imkânlar da ancak ebeveynimizin ileriye dönük aklî yatırımlarının neticesidir. Zaten hepimiz bunun için çalışmaz mıyız? Çocuklarımızın hayata bizden daha ileri bir noktada başlaması için değil midir bütün gayretimiz?


Fırsat, ferdin neyi imkân kabul ettiğini gösteren bir seçimdir. Aynı şartlarda hemen hemen aynı özelliklere sahip görünen kişilerin, ortam şartlarından farklı yararlanmaları bunun en güzel delilidir.


Aynı yaşta ve aynı çevrede yetişmiş iki çocuğu bir çamur havuzuna bıraksak ve ellerine hiçbir kılavuz, alet bırakmasak bunlardan biri kuvvetle muhtemeldir ki çamurla kirlenmekten dolayı üzülecek ve oradan kurtarılmayı bekleyecektir. Diğeri ise gene muhtemelen içinde bulunduğu şartların keyfini çıkarmaya bakacak, çamurdan heykeller yapacak ve belki daha da ileri gidip onları satmayı düşünebilecektir. Onları satmaya başladığı anda kümülatif şekilde bir sonraki nesilde çok daha müreffeh bir yaşantının temellerini atacaktır. İki çocuğun yaşantısı arasındaki fark daha çamurdan heykel yapmayı düşünen çocuğun bu haylinin belirdiği anda başlamıştır.


Fırsat eşitlemek fikrinde dünyaya farklı zekâ ve yeteneklere sahip olarak gelmiş çocuklara aynı şekilde verilen eğitimin onar arasındaki farkları azaltacağı kanaati hâkimdir. Burada yanılınan nokta her zekâya uygun bir tek eğitim şeklinin var olmayışıdır. Bunun yanı sıra verilen bilgilerden çocukların yararlanma şekilleri önceden tespit edilemez ve kumanda edilemez. Çocuklar verilen bilgilerin bir kısmını ilginç bulup yaratıcılıkları için kullanırken diğerlerini dikkate almazlar. Buradaki seçim aslında “fırsatın” doğuş anıdır.


Çağdaş eğitim sistemlerinde öğrencilerin eğilimlerine uygun yöntemler ile ilgilerinin, yaratıcılıklarını ateşlemesi sağlanır ve çocukların kendi fırsatlarını yaratmaları sağlanır.
Bu basit bir hümanist yaklaşım mıdır? Bu yaklaşım ister hümanist, ister faydacı olsun neticesi, çocuğun yaratıcı fikirlerini bir an önce geliştirmesi sayesinde refahı yaratan ürünlerin meydana geliş maliyetini düşürmektedir.


Oysa fırsat eşitliği ile tek tipleştirilen eğitim modellerinde çocuklara bu farktan utanmaları, kendilerini geri çekmeleri öğretilirken öbür yandan, zekâlarına uymayan konularda zorlanarak hepsi ortalama bir zekâda eşitlenmeye çalışılmaktadır.


Bu moral ve teknik modelde çocukların çok azı kendi fırsatlarını seçebilmekte, gençlik çağlarında devletin belirlediği ve bu yüzden de aşırı derecede çarpıtılmış ir ekonomik düzende kendi zekâlarının ürünleri ile değil de gereken otoritelere yakınlık konusunda kendilerini zorlamakta ve tabir-i caizse büyük oranda bürokratik moronlar haline gelmektedirler.
Bir piyasada ( Ayrıca “serbest” demek ihtiyacı duymuyorum, serbest olmayan bir mübadele ortamı, piyasa olmak özelliğini kaybetmiştir.) nereden mezun olduğunuz bir dereceye kadar önemlidir. Sizi önemli kılan, işletmenin verimliliğine uygun şekilde üretip üretemeyeceğiniz, maliyetlerin düşmesine yardım edip edemeyeceğinizdir.


Oysa hiçbir diploma size yaratıcılık ve heves kazandıramaz. Memleketimizde meselâ çok sayıda mimarlık fakültesi vardır ama mimarlık ülkemizde hiç de arzu edilen seviyede değildir, yaratıcılıktan uzak, taklide dayalı ve cehaletle malul bir haldedir. Diploma yalnızca işin teknik yeterliliğine sahip olduğunuzu belgeler, o işi yaratıcı, verimli yapıp yapmayacağınızı gösteremez, sizin hevesinizi ispatlamaz. Diplomayla ressam olamazsınız, diploma sizin için senfoniler besteleyemez, diploma sizin yerinize romanlar yazamaz.
İşte fırsat eşitlemeciliğinin öldürücü, temel yanılgısı budur.


Eğer muhakkak bir fırsat eşitliğinden bahsedeceksek çocukların kendi fırsatlarını seçecekleri ve yaratacakları bir hürriyet ortamını onlara sunmalıyız. Bunun da makro seviyedeki görünümü piyasa ekonomisidir. Kendi yeteneklerine ve arzularına göre gelişmiş fertlerin her birinin kendi ödülünü özgürce arayabileceği bir ortam yaratılmazsa, piyasa verileri devletin “âkil” adamlarınca mütemadiyen çarpıtılıyorsa emek arzı ve talebi de bundan akıl almaz derecede zarar görür. İletişimi zayıf, tembel ve sosyal zekâsı tartışmalı lise mezunlarının sırtlarını devlete dayayabilmek için eğitim fakültelerine akıl etmeleri sanırım bunun en güzel delilidir. Oysa çocukların bilgiyle, öğrenmeyle ilgilenmeleri, bundan zevk almaları için her şeyden önce öğretmenlerin doğru rol modelleri olması gerekir.


Fırsat eşitliği dayatması, meselâ öğretmenliğe uygun olmayanların da “ekmek yemesi” eşitliği hümanist düşüncesi yüzünden, öğretim sistemimizi yerle bir etmiştir. Bunun maliyeti, nüfusla orantılı olarak kaybedilen iş saatleriyle karşımıza çıkmaktadır. Bu kayıp iş saatlerinin yol açtığı maddi kayıpları hesaplamamız mümkündür ve bu maliyet gelişmiş ülkelerle aramızdaki farka büyük ölçüde ışık tutacaktır.





Hiç yorum yok: