17 Nisan 2009 Cuma

Sol Devletçi Değildir! E Nedir?






Engin ARDIÇ’ın bugünkü yazısından alıntılayacağım şu bir kaç satır bana ilginç geldi.

“…Bu "çakma komünist bozuntularına" en güzel yanıtı, bırakalım, gerçek bir komünist, hem de sapına kadar komünist, TKP eski birinci sekreteri Nabi Yağcı versin (kod adı Haydar Kutlu). Bakınız geçen gün ne demiş: "2008 dünya mali krizi yeni enstrümanlar getirecek. Yoksa bizim heveskâr solcuların dediği gibi bu son küresel krizle ne liberalizm, ne de kapitalizm bitti.


Bizde solculuk devletçilikle özdeşleştirildiği için, kapitalist devletin kapitalist piyasaya müdahale etmesine sosyalizm demeye başladılar. Komik tabii, alakası yok." Şimdi anladınız mı bizim çakma solcular niçin "çağdaş yaşam" ayağından faşistlerle omuz omuza geldiler, niçin "Ergenekon kuçukuçusu" kesildiler ve de oylarını gidip gidip CHP'ye verirler? Nabi Yağcı şunları da söylemiş: "Dün işkence görenler, şimdi 'AKP gitsin de isterse darbe olsun' diyebiliyorlar. Demokrasiyi savunmayan sol, sol olamaz. Kolay solcu olunuyor bizde. Sol, ulusal kurtuluş savaşı edebiyatıyla beslendi. Kırk yıldır, asker-sivil bürokrasinin gücüyle batılılaşmayı savundu. Solda bu damar hâlâ çok güçlü. Bunlar bugün de Ergenekon'un içindeler."

Engin ARDIÇ’ın sathi düşünmeye nasıl karşı olduğunu, doğru bildiğini nasıl güzel savunduğunu ve hele yakın tarihle ilgili ne kadar güzel ipuçları verdiğini önceden belirterek, yazısına bodoslama dalmayacağımı söyleyeyim. Kendisi zevkle okuduğum bir yazar.

Zaten sözüm doğrudan ona değil. TKP eski birinci sekreteri ( Sınıfsız toplum için adam öldürmeye “silahlı propaganda” diyebilen solcular her şeye rağmen bu tip şatafatlı unvanlara bayılırlar…) Nabi YAĞCI solculuğun devletçilik anlamına gelmediğini söylemiş.

Belki bilerek belki bilmeyerek her ağızlarını açtıklarında “revizyonistten” başlayıp nereyse ana-avrat sövmeye vardırdıkları Torçki ve haleflerinin izinden gittiğini söylesek yanlış mı olur? Troçki, devrim denen zorbalığın geçici bir şey olmadığını, ardından barışın değil, yıkılandan çok da beter bir bürokratik zorbalığın geleceğini tahmin etmişti. Yani Stalinizmin, sosyalizmin insanlık ayıbı olacağını tahmin etmişti… Ne oldu? İnsanlık, barış, kardeşlik sloganları atanlar hedefledikleri proleter diktatörlüğün zorbalıktan başka bir şey olmadığını gösterdiler.

Nabi YAĞCI’ya göre işin özü bu değil! Ona göre sol, devletçiliği savunmuyor veya bu, solun gereği değil.

O zaman solun mümeyyiz vasfı nedir?

Eğer Marksizm devletçilik karşıtı bir ideoloji ise yıkmaya çalıştığı “burjuva” düzeninin değerleri yerine ne koymak istemektedir ve bunun için benimsediği yol nedir?

Marksistler “üretim araçlarının” mülkiyetini kolektif hale getirmek isterler mi istemezler mi? Bunu kim yapacaktır? Halk toplanıp işi gücü bırakıp üretim araçlarını yağmalamak la mı uğraşacaktır? Bunun maliyetinin farkında olmamak mümkün değildir. Onun için bunu “halk adına” birileri yapmalıdır.Bunu halk adına sürekli yapacak tek bir müessese vardır: Devlet!

Devletin işçilerin elinde olup olmaması veya sınıfsız bir toplum içinde kurulup kurulmaması fark etmez… Tabiatı icabı en nihayetinde bir zor kullanıcı olarak insanları proleterlerin değerleri ve normları yönünden ( gerçi bunların ne olduğu hiç anlatılmamıştır ama partinin emri neyse onu benimsemek gerektiği, insanlara sürgünler ve katliamlarla gayet güzel gösterilmiştir…) güdecek bir çoban olması gerçeğinden onlar da kaçamamıştır.

Bütün “kapitalist üretim biçimi” zırvalarına rağmen, alüminyum tencereden, uçağa kadar ekonomi denen şeyin el verdiği tek üretim biçimini kullanmak dışında bir şey yapamayan, kapitalistlerin bulduğu seri üretim biçimini kullanıp bu üretim biçimini kullanırken de ancak mülkiyetle bir anlam kazanan iktisadi hesaplamanın beton duvarına toslayan sosyalistler/ komünistler gene bundan halkı bir araya yığarak mı yoksa onlar adına karar verecek bir organize güçle sayesinde mi kurtulabilecekleri sorusunun tek bir cevabını bulabilmişlerdir: Devlet!

Görünen odur ki mülkiyeti ortadan kaldırdığımızda, o zamana kadar her bir parçası fertlerin kendi menfaat algılarıyla kendiliğinden “idare edilen” koskoca bir sistemi yürütecek ilâhî bir düzenleyiciye ihtiyaç hasıl olmaktadır. Çünkü bir kere daha söylersek, sistem (ekonomi) ancak mülkiyetler özel olduğunda “kendiliğinden” işleyebilmektedir.

Dolayısıyla devletçi olmayan sol söylemi, Marx’ın ve Engels’in bütün hayalciliğine rağmen imkânsızdır. İşin tabiatı gereği, mülkiyeti kolektifleştirseniz dahi onun aslında ortadan kalkmadığını sadece el değiştirdiğini bize göstermektedir. Mülkiyetin “tasarruf edilmesi” sorunu da kendiliğinden bunun için bir devleti mec
buri kılmaktadır. Troçki sosyalist devrimin bürokratik ir diktaya dönüşmesi tehlikesinden bahsederken dahi bunun aslında başka türlü olamayacağını idrak edemiyordu.

İşte tam da bu sebepten, ekonomiye her devlet müdahalesi, sistemi sosyalizme doğru kaydırır, işte bundan dolayı müdahalecilik, şiddetine göre sosyalizmin tonlarından biridir.

Dolayısıyla devletçilik tabiatı icabı sosyalisttir zaten.

Sayın “birinci sekreter”( geride daha kaç tane vardır, Allah bilir?)devletçi olmayan sosyalizmden bahsederken aslında “kapitalist devletçi olmayan” bir devletçilikten bahsettiğini de ima ediyor:”… kapitalist devletin kapitalist piyasaya müdahale etmesine sosyalizm demeye başladılar.”

Yıllarca bize felsefe öğreten solun derinliği bu kadar işte. Kapitalizmi bir devlet tercihi sayan bir insana hangi ekonomiyi nasıl anlatabiliriz? Herhalde Sayın birinci sekreter, fırıncıların ekmek yapıp satmalarının bir devlet emri olduğunu sanıyor? Yani aslında devlet kapitalizmi değil de sosyalizmi benimsese ekmeğin arz ve talep denen o pis kapitalist uydurmalarından kurtuluverip herkes yetecek kadar çoğalabileceğini sanıyor?

Bu tip ciddiyetsizlikleri, daha da kötüsü bağnazlığı/cehaleti, bir tür feraset gibi sunması herhalde Engin Bey’in eski solcu damarından geliyor? Fırıncıların, ayakkabıcıların, manavların alışverişle para kazandıkları bir sistemde işlerin nasıl yürüdüğünü görmek için sadece semt pazarına çıkılması yeterliyken ucu bucağı bulunamayan bir alay zırvayla insan tabiatının künhüne vakıf olduğunu iddia eden bir insanı örnek göstermesi bence Engin ARDIÇ gibi dolu bir insana yakışmamış. Ne yapalım, herkesin zevki ayrı…





Not: Yazıdaki "Demokrasiyi savunmayan solcu olamaz!" mavrası da başka bir yazınn konusu...






Hiç yorum yok: