8 Şubat 2017 Çarşamba

Varlığımın Fonu: İzahatta Mahfi Eğimez’in Suyunun Suyu


Ve Hatta Ekonomik Zurnalar Konçertosu 

Kim ne derse desin Mahfi Eğilmez bence iktisadın bir numarası. Terminoloji ile günlük dili  nefis harmanlıyor. Yani : “ Senin anlayacağın dile mümkün olduğunca  yaklaşıyor, hacım…”

Merak edenler asıl Mahfi Hoca’yı  okusun ama “suyunun suyuyla” bile idare edebilen yüce irademe bir de ben tercüme edeyim dedim; elbette Mahfi Hoca’ya istinaden!

Varlık Fonu denen havalı şeyin iki kaynağı varmış. Aslında bunları bire indirebiliriz ama iki diyelim:

Birincisi bütçe fazlalarıymış. Yani senin anlayacağın hacı ağabey;  bizimkilerin, dört bakanlıktan fazla bütçesi olan DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı)  gibi kurumları varken , senin cebinden  ödediğin vergilerle edindikleri  paraları, doğru dürüst harcayarak devletin kasasında biriktirebilmesi gerekiyor. Daha da anlamadıysan: “Devlet   topladığı vergilerden daha azını harcayacak ki “bütçe” denen cüzdan, fazla versin.”

Olmadı şöyle düşün: maaşı aldın nı? Aldın. Gereksiz harcamalar yapmazsan ve ay sonunda cüzdanında hâlâ para kalabilmişse senin bütçen “fazla” vermiş oluyor. (Tabii be senin “bütçe” mütçe yapamayacak kadar üşengeç olduğunu, kendimden biliyorum ya neyse…)

İkincisi de emtiya satışlarından veya emeklilik fonlarından vs elde edilen fazlalıklarmış.  “Emtiya” denince yüzüne bir “enfiye” memnuniyetsizliği yerleşenleri görür gibiyim ama enfiye insanı hapşırtır ve  inanılmaz faydalıdır.

“Emtiya” denen şeyler, para dışında alınıp satılabilen ve bir yerden bir yere  taşınabilen mallar anlayabildiğim kadarıyla. Hani Marks’ın meşhur yabancılaşma kuramına temel teşkil eden ve ticaretin o “kirli” yüzünü temsil ettiğine inandığı “meta” denen şey var ya hah, onun çoğuluna “emtiya” diyoruz. Hah! Ama buna hisse senetleri vs dahil değil ha! Onlar sembolik paralar. Para yerine geçebildikleri için emtiyadan sayılmıyor. Yani “Ulan  on yüz bin milyon tane Sabancı hissemi çantamda taşıyorum işte, bu da mı emtiya değil?” diyorsan,  maalesef değil güzel kardeşim.

Yani fakirin anlayabildiği kadarıyla senin dışarıya mal satışın, dışarıdan mal alışından fazla olursa… Ki o zaman “cari açık” denen şey meydana gelmez… işte o zaman meydana gelen fazlalıkla  bir "varlık fonu" oluşturabiliyorsun.

İşin özü şu: Devlet baba senden benden topladığı vergileri düzgün kullanır da  cebinde fazla parası kalırsa “keyfe keder” bir “yatırım sepeti” meydana getiriyor. Bankacıların sana kabara kabara söylediği “Sepet yapalım” cümlesi var ya hah, işte bunu ekstre ekstra ekstra hatta on yüz bin ekstra larç beden gömlek giymiş biri söylerse yapmayı düşündüğü şeyin adına varlık fonu deniyor.

Şimdi bu hayali süper kahramanın  eşkalini birazcık da olsa anlayabildik mi?

Şimdi düşünmemiz gereken şey şu: Bey ağabeyciğim! Sen yılda iki kere ( Gelir vergisi ve bir sonraki yıla mahsuben alındığı söylenen peşin vergi) vergi verirken ( Milletin damına kuş  konduran ağabeyleri tenzih ederim, onlardan vergi aldığımız için özür dilemiş ve vergilerini affetmiş bulunuyoruz.) ve her gün  2. Devlet-i  Deliye-i  Bossmanli’ye  yeni alınmış on yüz bin milyon yıldızlı makam uçaklarının ve “Ankara’nın seyredilmeğe değer saray, külliye, camilerinin” ve dahi çok değerli bir bakanlarımızın “ vergiler yetmiyor!” feryatlarını işitirken….

 Cidden “varlık fonu” denen şeye kaynak olacak bir “bütçe fazlalığı” meydana getirilebileceğine inanıyor musun? Gene çok “seçkinci” konuştum , kahretsin! Yani: “ Ağabeyciğim! Senin paralar devletin harcamalarına yetmiyormuş, bakanlar kendi ağızlarıyla söylüyor! Hadi beni s.ktir et,  bakan der ki: “Fakiriz!”

 Gelelim “emtiya satışından elde edilecek fazlalıklara”. Bu da şu anlama geliyor: İhracatın, ithalatından fazla olacak ki” kâr etmiş” olasın. ( Ki “cari açık” bana göre tartışmalı bir terim olmasına rağmen üretim gücüne ışık tutması açısından anlamlıdır.) Kâr ettikten sonra da  “Ulan paraları Leyla’ya mı bassak yoksa sepet mi yapsak?”  diye koyacak yer bulamayacak durumda olacaksın ki “varlık fonu” falan kurabilesin.

Emeklilik fonu olayına hiç girmiyorum, o ipin ucu, Bağ-Kurlular reel/ gerçek gelirlerine bakılmaksızın toptan eşitlenip de borçlandırıldığında çoktan kaçmıştı. Yani? Mahalle bakkalınla on yüz bin çalışanlı patronun, aynı  kefeye konup da ikisine de “ İkiniz de on ikinci  basamaktansınız; verin bakalım  dört yüz bin lira prim!” deyip da bakkalının iflâhını kestiğinde iş bitmişti zaten. Ondan sonra da hemen her yıl “Bağ-Kur affı çıkardık. Ulan bakkalın neyini affediyorsun, adamın senin istediğin prim kadar kâr etmesi için  kaç lira ciro yapması gerektiğini biliyor muydun? Hadi bakkallar gene de götürü vergiye taabi olduklarından biraz nefes alabiliyorlardı belki ama… ha bir de diğer emekliler var. Besim Tibuk ağabey henüz etkin siyaset yaparken Türkiye’de emeklilerin nasıl “dolandırıldıklarından” bahsetmişti. Yani yirmi yıl çalışan bir insandan kesilen primlerin bankadaki faizle kazanacağı paraya karşılık emekli ikramiyelerini kıyasladığında, emeklilerin devenin kulağına razı edildiklerini göstermişti.

Yani? Yanisi varlık fonuna kaynaklık edecek sağlam bir emeklilik fonları kaynağımız falan da yok!

O zaman nereden çıkıyor bu “varlık fonu” fantezisi? Acizane fikrim bu varlık fonu denen şeyin, “ Ulan sayıştayla fala uğraşmayacağımız, canımızın istediği gibi harcayabileceğimiz şöyle tatlı bir havız falan yok mu?”   düşüncesinin ürünü olduğudur. Türkçesi : ( Bu topraklar hâlâ Türkiye, dilimiz de hâlâ Türkçe) Senin alın terinle verdiğin vergileri  har vurup harman savurabilmenin “seçkince” söylenmiş hali…

Hani durmadan “Allah bu okumuşların şerrinden cümle ümmeti Muhammed’i muhafaza buyursun!” falan diyerek Osmanlı oluyorsun ya… Hah güzel ağabeyciğim “ Paranı ver gerisine karışma!” diyen  yeni Bossmanli  sultaların, bunu sana “varlık fonu” diye kakalayınca  nedense  aklına hiç “seçkincilik” yapıp yapmadıkları gelmiyor.

Kısacası: Yüce TBMM’nin denetiminden uzak bir keyif havuzu senin  gözünün önünde inşa edilmişken hâlâ “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” vecizenle beni büyülüyorsun ya hiçbir şey demiyorum.

Not:
( Bu arada bir ukalalık daha edeyim mi? Hadi edeyim! “Çalmak” hırsızlık etmektir. “Çalışmak” meşru bir emek harcamaktır. Ama gelinen noktada “çalışmak”, “çalmak” fiilinin, işteşlik eki olan –iş ile çal-ış-mak olarak “ortaklık halinde çalmak”  diye  uydurabileceğimiz  hali olarak algılanıyor  neredeyse… Cümle de pek bir bozuk oldu ya idare ediverin gari!)


4 yorum:

ayarsız dedi ki...

Ne diyim, Allah sonumuzu hayretsin. Varlık fonu dolamayacağına çalmak zor olacaktır di mi? 😜

Afşar Çelik dedi ki...

Amin! :)

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

SayınYazar, aynen devam..Bu da durmak yok yola devam gibi oldu ya, neyse..yalnız yorumlara takıldım, bizim milletin hastalığıdır işini yukarıya sevk etmek, aman!!

Afşar Çelik dedi ki...

Türklük işinin mesleki deformasyonu olsa gerek? Beğendiğinize çok sevindim, eksik olmayın.