18 Şubat 2017 Cumartesi

Türk Milliyetçiliğinde Entelektüel İsrafı


Hadi biraz özeleştiri yapalım.

“Türk Milliyetçiliği” yeknesak bir hareket değildir. Bu hareketin içinde her halükârda Türk’ü düşünen  bir avuç Türkçü’nün dışındakilerin tamamı “Türkçülüğü”, kuru ( Beşir Ayvazoğlu), dindışı, itici, Şamanist, ırkçı, hayalci bulan “Türk İslam” milliyetçileridir.

Bu iki grup arasında Türk düşmanlarına karşı  ittifak ve tesadüfi kişisel yakınlıklar dışında hemen hemen hiçbir  duygusal ve felsefi müşterek yoktur.

Bu ayrılık özellikle yaratıcılık ve “entelektüel  istihdamı” konularında  ortaya çıkıyor.

Yaşanmış bir olayla başlayayım: Bundan tam yedi sene önce , çok genç yaşta bu kötü dünyadan ayrılan, ince ruhlu bir çocukluk arkadaşımın  taziyesinde,  büyüklerimiz, milliyetçi camianın kendi yönetmenlerini, senaristlerini, ressamlarını, ediplerini vs. yetiştiremediğinden yakınmıştı.

Aradan geçen sene yedi seneden sonra aynı büyüklerimizin aynı şikâyetleri tekrarladıklarını duyunca acı acı gülmeden edemedim.

Her canlı, ancak  bünyesine uygun iklimde yaşayabilir. Filleri kutuplarda yaşatmamız doğal olarak mümkün olmadığı gibi kutup ayılarını da doğal yollardan  Fiji adalarında yaşatabilmemiz mümkün değildir.

Entelektüel insanın da bir yaşama iklimi vardır. Bu iklimin özellikleri, uygarlığın getirdiği fikir çeşitliliği ve özgürlüğü, insan hayatına ve düşüncesine saygı,  mülkiyet rejiminin korunacağına dair kesin bir hukukî  güvence, ulusal egemenlik ve bu egemenlik ile korunan ulusal hukuk birliği vs.dir.

Bu şartlar  ancak uygar ulusların yarattıkları şartlardır.  Aslında “uygar ulus” tamlaması dahi gereksizdir, çünkü “uluslaşma ve uygarlaşma”  birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Uygarlığın yaşatılması için duyulacak istek ve gösterilecek özen de ancak lâik bir hukuk devletinin gerekliliğine duyulan sarsılmaz bir akılcı inançla mümkündür.

Peki ama “Türk milliyetçiliğinin” ezici çoğunluğunu oluşturan “Türk islam Milliyetçileri” bu şartları temin edebilir mi?

Ne idüğü belirsiz bir söylem olarak Dokuz Işık’ı bile yerinden eden ve milliyetçiliği “İslam’ın zafer mücadelesi” haline getiren şeriatçi yönelimin, “Türk için Türk’e göre ve Türk tarafından” düşünecek bir  hareket doğurması mümkün müydü? Elbette değildi.

“Kanımız aksa da zafer İslâm’ın!” safsatasının ne özgür düşünceyle ne kişisel yaratıcılıkla ne bireysel vicdanla ne fikri mülkiyetle bir ilgisi vardı.  Ama bu safsatanın temel ilgisi : “İnsanların hayatlarının dinin ölçülerine göre düzeltilmesi” idi ki bu gün geldiğimiz fiilî şeriat düzeninde bu düşüncenin büyük payı vardır.  “Türk Milliyetçiliği”, Şamanist, ırkçı, kuru Türkçülük yerine “ Aleme nizamat vermeye soyunan şeriatçı doktrin üretim merkezi ve Türk’ün Arapça mealiyle uğraşan memur istihdam mekanizması” haline geldiği içindi ki ulusları yükselten uygarlıkla ilgisini kesmişti.

Oysa Türkçüler, toplumsal  kökenlerinden ayrı olarak Atatürk’ün kurduğu “ulusal uygarlık” paradigmasını benimseyen insanlardı. Sayıları az fakat entelektüel birikimleri ve dirayetleri, dinci milliyetçilere göre kat be kat fazlaydı. Bunun etkisi neredeyse elli yıl sonra ortaya çıktı. Öyle ki “Türk İslam Ülküsü” gibi uydurma amentüler, ancak ve yalnız ümmetçi, başörtücü, IŞİD sempatizanı memur kadrolaşmasına yol açarken Türkçü birikim, başta Atsız olmak üzere  kendi bilişsel mirasını geliştirdi.

Kısacası ana akım milliyetçilik “yalnız ve ancak Türk için” düşünmek yerine “ din için dünya” tasarlamaya uğraşması yüzünden entelektüelin yetişebileceği bütün toprakları kuruttu, kurutmağa da devam ediyor.

Mevcut hali bir tasvir edersek olay daha rahat anlaşılabilir. Türk milliyetçiliğinin son otuz yılında, eli kalem tutan, sanata yetenekli, felsefi bir  düşünce yeteneği olan  genç insanların hemen hemen hiç biri bu yeteneklerinden dolayı istihdam edilmemiştir. Türk milliyetçiliği denen ümmetçi hareketin tek derdi “devlet içinde nitelikli veya niteliksiz” memur istihdamını sağlamak olmuştur. Çünkü ana akım milliyetçiliğin toplumsal tabanı köylüdür ve köylü tabanın tek arzusu da “çalışmağa da gerek kalmaksızın elde edilebilecek ekmektir”.

Bu açıdan köylü dalkavuğu, fiilî ümmetçi, düşüncenin ve vicdanların bütün noktalarına en kaba biçimde tasallut etmiş bir siyasi hareketin; yönetmenlerin, yazarların, ressamların, kompozitörlerin vs.  emek biçimlerini anlaması mümkün olmamıştır. Çünkü “Türk Milliyetçiliğini” tekeline alan siyasal hareketin amacı, entelektüellerin yaşamasına uygun , uygar bir ülkeyi korumak ve kollamak değildir. Ana akım milliyetçiliğin amaçsal sapması onun kullandığı araçların da uygarlıkla bağdaşamamasına yol açmıştır. Amacınız “İslâm’ın zaferi”  ise Suna Kan, İdil Biret, Leyla Gencer, Fazıl Say vs yetiştiremezsiniz; ancak karısına türban taktırıp “hocalarının dediği” gibi yaşamayı ahlâk zanneden “Türk dilli Araplar” yetiştirebilirsiniz.

Sanat akımlarını anlamayı, edebî yetenekleri geliştirmeği, felsefi düşüncenin heyecanını “ Lider doktrin teşkilat” üçgenince anlamsız bulan insanlar, bunları “Türk Milleti’nin kaderine hükmetmek için” gereksiz sayanlar,  yaklaşık otuz yıldır  “Neden milliyetçi bir medya yok?” diye ağlaşmaktadır

Görünen o ki Türk milliyetçiliğinde  entelektüel istihdamı yerine bir “yarı okumuş kadrolaşması” hedeflenmiştir ve yapılan da bundan ileri gidememiştir.  Bu kadrolaşmanın temel entelektüel tarzı da “ akademisyen yetiştirmek” ve “akademisyenden beslenmek” şeklinde tezahür etmektedir.

Akademisyen yetiştirmek şüphesiz güzel bir şeydir. Sorun odur ki yetiştirilen akademisyenlerin entelektüel ortalamaları ortalama bir  taşralı MHP’linin pek az üstündedir. Bu pek kıyıcı bir tasvir gibi gelebilir ama Türk kimliğinin etnik ırkçı ve ümmetçi koalisyonca  tedricen silindiği şu dönemde dahi milliyetçi akademik kadroların dişe dokunur hemen hiçbir müdafaa gerçekleştiremedikleri de bir hakikattir.

Türk milliyetçiliğinde “istihdam sorunu” kişisel yakınlıklar, kayırmacılık ile çözülmeğe çalışılmıştır. Bu kayırmacılıkta da “büyüklerin” otoritesine yakınlık önemli bir ölçüdür. “falanca hocanın” övgüsüne mazhar olmak, “falanca tarikatin çemberine dahil olmak”,  adına “milliyetçi” denen bir camiada, entelektüellerin yerini işgal edebilmenin en kestirme yollarıdır.

Çünkü Türk milliyetçiliğinde okumuşların ekmek yemelerinin önündeki en büyük engel, siyasal milliyetçilikle zihinlerimize tasallut etmekten vazgeçmeyen   büyükler/ ağabeyler  kuşağıdır.   Kimse kusura bakmasın ama fantastik edebiyata ilgi duyan bir gencin öykülerinin yayınlanması için hayatında Tolkien’i duymamış ve okumamış taşralı bir siyasetçiden izin almasını beklemek, Türk milliyetçiliğinin ne ahlâkî ne de entelektüel ölçüsü olabilir.

 Adına “Türk Milliyetçiliği” denen Türkçülük cayıcısı hareket,  hem bireyleri kendi içinde eritmek hem onların akıllarına ve vicdanlarına hükmetmek hem de onlardan uygarlık eserleri meydana getirmelerini istemektedir.  Türkçülüğü “şeriat düşmanı bir ırkçılık” olarak gören siyasal milliyetçilik gerek amaç araç uyumsuzluğu gerekse uygarlık dışı bilinci ile kahredici bir “entelektüel israfına” sebep olmuştur. 

Türkçüler acil olarak siyasal milliyetçilikle bağlarını kopartmalıdırlar. Ayrıca gene acilen kendi içlerindeki yetenekli insanların üretimlerini sergileyebilecekleri ortamları yaratmalıdırlar. Bunun için büyüklerin veya ağabeylerin onayını vs. de beklememelidirler.






5 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Sayın Yazar, her bir kelimesine sonuna kadar katılıyorum ancak bir avuç sayılabilecek Türkçü ideolog dışında ( En azından bilinir) entelektüel tanımına uyan hemen hiç kimse yoktur. Netice de entelektüelin düşünce birikim noktasında sınırlarını kaldırmış özgür düşünceli olması beklenir, halbu ki bu camia konzervatif ve çıkarcıdır. Ellerinize ve kaleminize sağlık.

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Artı çıkan bir avuç entelektüelde camia tarafından kabul görmez zaten onlar da klasik anlam da Türk tipi aydın değillerdir. Aslında entelektüel ve bir klige ya da sabit bir düşünceye sıkışıp kalmak aynı anda düşünülemez de.

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli Yazarımız,

Yüreklendirici ve isabetli yorumlarınız için teşekkür ederim. Yorumlar ve eleştiriler, tamamlayıcı olmalı ki sizin yorumlarınızı bu yönden son derece yararlı buluyorum.

Belki artık Türkçü fikir zenginliğini boğan camia ile yolları ayırma zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?

Saygılarla...

e-SerdarK dedi ki...

Üstadım, kaleminize sağlık... Maalesef kolaycı/çıkarcı zihniyet toplumun içine bu kadar nüfuz ettiği için yaşanan oyunlara şahit olduk. Sırf kadrolaşma ve gücünü garanti altına almak için yıllarca liyakat gözetmeksizin olur olmaz her yere birileri yerleştirildi, kurumların kalitesi düştü, işlevleri kısıtlandı, eğitim kalitesizleşti... ve buna benzer bir sürü ayrıntı... Öyle bir noktaya geldi ki bu durum, bir noktadan sonra çıkarlar çatıştı, kavgalar başladı ve gelinen durum ortada... Betondan, asfalttan başka bir yatırımın olmadığı, bütün ekonomik sistemin bunlara dayandırıldığı bir yönetim anlayışı var ve insanlar da bir yerlerinden bu durumdan çıkar sağladıkları için neredeyse ölümüne bu durumu savunuyorlar. Malum ülkemizin bilim insanından, sanatçıdan, sporcudan çok imama ihtiyacı var bir de(!)... Velhasıl bunca karmaşanın içinde, milliyetçiliğin ayaklar altına alındığı, üç beş gün sonra da yere göğe kondurulamadığı bu garip atmosferde aklı, fikri, kalemi güçlü insanlara gerçekten çok ihtiyacımız var...

Afşar Çelik dedi ki...

Serdar Bey,

Öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler. Ama üşenmeyip bir de yorum yazdığınız için özellikle teşekkür ederim. Çünkü yorum blogun can suyudur.

Yorumunuza bir cevap yazmağa gerek yok, zaten altına imza atılası bir metin.

Milliyetçilerin, bu cinnet günlerinde, akıllarıyla yol göstermeleri gerekirken ona kapılmaları kadar üzücü bir şey yok.

İnsan geldiği köken kadar varmayı hedeflediği yer ile de bir önem arz eder. Ne yazık ki milliyetçilerde bir hedef ve akıl yürütme eksikliği gelinen ilkellikte büyük rol oynamıştır.

Blogumuzu takip etmenizi, yorumlarınızı eksik etmemenizi diler, saygılarımı sunarım.