7 Şubat 2017 Salı

Hokkabaz Keynes Tasarrufa Karşı







Tarihi figürler cemiyetine hoş geldiniz! 

Başbakan M. Teatcher,  ekonomist Joh Maynard Keynes'e eşlik ediyor






















Geçen yıllarda bir slogan uydurulmuştu “Al, ver ekonomiye can ver!” diye.

Buram buram Keynes kokan bu sloganı milletçe pek sevdik. Keynes ne diyordu? “ Güzel kardeşim ne kadar çok harcarsan bu harcama ekonominin bir “çarpan etkisiyle” büyümesini sağlar!”

İlk bakışta mantıklı görünen bir düşünceydi. Yani siz bir liralık harcama yaptığınızda yalnızca bir liralık etki yapıyordunz ama aynı etki milyonların katkısıyla büyüyerek üreticilere sermaye oluyordu.. Nüfusun artmadığı, enflasyonun olmadığı bir cennet için mükemmel bir hayaldi bu.

Eğer teknolojik gelişmeyi durdursak “Hemşerim artık başımıza icat çıkarma!” diyerek bütün yaratıcı zekâları susturup  durumu bugünkü haliyle dondursak; belki Keynes’in söyledikleri haklı olabilirdi.

Ne yazık ki işler öyle yürümüyordu. Çünkü  nüfusun artışı ve teknolojinin  durdurulamaz gelişimiyle birlikte  hayatımızı bir önceki günkü para hacmiyle sürdürmek artık mümkün olmuyordu.

Keynes para hacmi için “Artsın da nasıl artarsa artsın!” diyordu. Dolayısıyla  para hacmi ve fiyat ilişkisini görmezden geliyordu. Asıl görmezden geldiği şey ise fiyatlarla kaynak arzı arasındaki ilişki yani elimizdeki toplam hammadde miktarını  ölçmemize yarayan ibreydi. Kısacası “ Yahu yemişim petrol rezervlerini dayı! Bas bas paraları Leyla’ya!” diyerek para basma işini bir tür popüler yayıncılık haline getirmek istiyordu. Birinin “Abi petrol azaldı, artık  benzin daha pahalı olmalı!” ya da “ Aga petrol üretimimiz güzel valla! Hadi benzininiz bol olsun!”  demesine falan aldırmıyordu Keynes. İşin açığı bizim hükümetlerimizin de buna pek aldırdığı söylenemez.

Buradan nereye geleceğim?

Keynes bir noktada haklıydı evet. Bir maldan ne kadar çok alınırsa o malın üreticisi o kadar kâr eder ve işini büyütmek imkânına kavuşur. Burada iki sorun öyle bir  köşede mahzun ve melül beklemektedir.

Bunlardan birincisi ekonominin hacmidir. Ekonominin hacmi göbeklerimiz dolduran paradan mı ibarettir? Yoksa asıl belli bir zaman zarfında yaratılan yeni işler ve bu işlerde üretilen yeni mallar ve hizmetleri  de içerir mi?

İkincisi biraz daha minnak görünümlü ve bu yüzden daha az ciddiye alınan bir sorundur ki o da  sermaye sorunudur.

Birinci sorun bize şunu anlatır: “ Ekonomi denen şey yalnızca artan nüfusun temel ihtiyaçlarıyla ilgili değildir. Yaratılan her türlü malın arz ve talebinin özgürce gerçekleştirilebilmesi demektir. Yalnızca bisküvi üretilen hayali bir ekonomi kuralım. Nüfus artsa bile tüketicilerin püskevite olan ilgisi sayesinde püskevit üreticisi güzel bir kâr edip fabrikasını büyütüp yeni işçiler işe alabilir. Para  tüketiciden doğruca üreticiye gider ve üretici ekonomiyi geliştirir. “  Bunda ne kötülük var be? Ne bozgunculuk yapıyorsun?” diyen bazı akgezenleri duyar gibiyim.

Tamam da yarın bir gün evin çocukları “Ya bu nedir baba? Sabah akşam püskevit yemekten nur topuna döndük! Canımız azıcık da sucuk istiyor!” derlerse ne olacaktır? Şimdi yiğit akgezenlere sormak istiyorum: “Bütün paramızı püskevitçiye verdik. Başka bir yere verecek paramız kalmadı, püskeviti bırakırsak ne bok yememizi önerirsiniz?” Demek ki tüketicinin parasının doğrudan tüketilmesi, üreticinin büyümesi anlamında geçici bir büyüme yaratabilir ama ekonomide genel bir büyüme yaratamaz. Yani bütün parayı püskevitçiye verdiğinde sucuk üretmek isteyen adam ancak avucunu yalar. Görüldüğü gibi tüketime yolladığımız para pek de ciddi bir işe yaramadan öğütülür gider.

İşte bu noktada, köşede  mahzun ve melül bekleyen “sermaye sorunu” parmak kaldırıp söz ister. “Söyle evladım!” dediğimizde bize şunları söyler: “ Hayata “sıfırdan başlayanlar” ancak sermayeyi bir şekilde borç alarak işe başlayanlardır. Yani ben olmadan, sermaye olmadan  hiçbir iş yaratılamaz!” der. Biz de “Aferin sana !” der başını okşarız.

“Tamam da evladım seni yani sermayeyi nasıl bulacağız? Bütün para tüketici ile püskevitçi arasında dolanıp duruyor!” diye sorarsak bize muhtemelen şunu söyleyecektir: “  Bütün paranızı püskevitçiye vermeyip de bir bankaya yatırırsanız elinizde yarın daha fazla bir paranı olabilir.”

Muhtemelen bir çoğumuz “Faiz haraaaaam!” deyip kıçımız tutuşmuş gibi orayı terk edeceğizdir çünkü  bankaların para satanlarla para alanlar arasında aracı birer kurum olduklarını düşünmek  cücük beynimize zor gelecektir.

Püskevit ekonomisinde akıllının biri bir gün çıkıp şunu diyebilir:  “ Hanım abla, sizin çocuklar sucuk istiyor, zaten sucuk  üretecek bir abi var şu köşede ama para bekliyor. Senin parayı alıp ona verelim, uygun bir sakal da alarak tabii… Ondan geri alacağımız parayı kırışırız, ne diyon? Ama bana azıcık mühlet vereceksin, parayı da durmadan püskevite harcamayacaksın. Gene harca ama hepsini harcama bari bak, çocuklar duba gibi olmuşlar puahahaha!” der. Tabi son  kısmı söyleyebilecek kadar cesur bankacı henüz doğmamıştır ama…

Sermaye sorunu tekrar söze karışır: “Ayrıyetten canım abim! Püskevitçi hem üretimi büyütecek hem sermayesini arttıracak falan bu işler öyle kolay değil. Sen bütün paranı püskevitçiye verdiğinde iş bitmiyor. O bütün parasını üretime harcayıp da tüketemez. Tüketirse ikinci gün püskevit de bulamazsın başka şeyde! En nihayetinde püskevitçi abim de bankanın kapısını çalacaktır!”

Tamam da bu kutsal bankacılık işi parayı nereden bulacaktır? Bankayı icat eden akıllı ağabeyimizin yaptığı gibi parasının geleceği için onu bir yerlere uygun faizle borç vermeğe gönüllü insanların “tasarruflarından” bulacaktır. “Ya verilen borçlar ödenemezse!” diyen müzmin karamsara yanıtım: “Eğer ödenemeyen borçlar sorunu o kadar büyümüşse zaten ortada ne banka ne de tasarruf kalmıştır” demek olurdu.

Üreticiyle tüketici arasındaki “tasarruf-sermaye-kredi” üçlemesi olmazsa hiçbir darphane, ekonomi falan yaratamaz. Yani hanım ablamın  “tasarruf” diye adlandırdığı şey onun açısından parasının değerlendirilmesi ve kâr ettirilmesi iken sucuk üreticisi için işini yaratabilmenin can suyudur.

Yani? Ekonomi öyle alıp vermeyle falan olmuyormuş. Ekonomi ancak insanların birbirlerini besleyebilecekleri verimli   rezervler yaratmasıyla büyüyebiliyormuş ki  bunun ilk ve vazgeçilmez adımı tüketimi ertelemek yani tasarruf etmektir. Yani elimize geçen parayı har vurup harman savurmak  hiçbir işe yaramıyormuş. Umarım ben dahil herkes biraz aydınlanmıştır…









4 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Akgezenlerin halkından Jon Snow gelir bu sezon sanırım da bu püskevitçi ne yapacağız, be cancazım? Ellerinize sağlık..

Afşar Çelik dedi ki...

Püskevitçi de artık kendine uygun bir yumurtacı bulur gari, deyorum emme? Sayenizde bir mecra bulduk bakalım, akacağız âlemlere!

Aklınıza, elinize sağlık.

ayarsız dedi ki...

Elinize sağlık, akgezerlerden laf açılmışken bu kış harbiden soğuk yaaa

Afşar Çelik dedi ki...

Sevgili Ayarsız,
Atalarımız ne demiş? "Kış geliyor!" ( Winter is coming!) Bırrrrrrr!