4 Mayıs 2016 Çarşamba

Ulus Devlet Ölmedi Tüm Dünyada Yaşıyor



Ulus-al devlet öldü mü?
Ödlek öcün aldı mı?

Türkiye’de son on yılın belki de en sevilen hurafesi, “Ulus-devletin sonuna gelindiği”…  Fukuyama’nın ( Ki kendisini henüz okumadım fakat demir perdenin yıkılışının, tarihi meydana getiren gerilimi bitirerek tarihin sonunu getirdiğine dair fikirlerini okumuşluğum vardır.) “Tarihin Sonu” adlı fikrinden mülhem başta liberaller olmak üzere  dev bir soysuzlar korosu “bir şeyleri bitirmenin”, “sonunu getirmenin” telâşını yaşıyor.

Her şeyden önce “ulus devlet” diye bir kavramın olmadığını, doğrusunun “ulusal devlet” olduğunu hatırlatmalıyız. “Ulus devlet”, liberal hainler korosunun tanımıyla ulusla devletin bir sayılması anlamına gelen faşizan bir terim. Fakat ne yazık ki bu terim tamamen hayal ürünü. Çünkü gerçek dünyada ulusla devletin “organik” ir bütünlük sergilediği hiçbir devlet yok.

Uluslaşma ile devletleşmenin birbirine bağlı olarak gelişmesi kesinlikle gerekli. Buna karşılık ulus ve devlet organik bir birleşme meydana getirebilecek ve böylece yekvücut hareket edebilecek yapılar değil.

Buna karşılık ulus, adalet ve emniyet tekeli olarak devleti şekillendirecek, ona kendi kültürel damgasını vuracak olan öznedir.

Ulus devlete karşı olan batılılar “her yönüyle aynılaşmış” insanlardan oluşan bir yapıyı hayal ediyorlar. Sorun şu ki uluslaşma bir aynılaşma işinden ziyade bir mutabakat işidir. Aynılaşma ancak kabile yapılarında bir “amaç” olarak belirir. Ulus yapıları, egemen bir ulusaltı topluluğun sağladığı siyasal  güç altında , diğer ulusaltı yapıların zamanla bu yapıyla uzlaşmaları, kurucu ulusaltı yapının kültürünün bu yapılarca benimsenmesi ve  egemen yapının verdiği ortak bir soyadı  altında meydana gelen siyasi ve hukuksal bütünleşmeyle meydana gelir. Dolayısıyla bu süreçte ulusaltı yapıların kan bağlarının belirleyiciliği ortadan kalkar. Yeni “kan bağı”, ortak duygular, ortak değerler, ortak normalar geliştirilen diğer yapılarla meydana getirilir. Kabile yapılarında “soy” doğrudan doğruya belirlenebilir bir kan bağına dayandırılırken uluslarda “soy”  ortak değerlerin paylaşıldığı bir büyük aileye dayandırılır ki o ailenin adı “ulustur”. Dolayısıyla bir ulusal devlet, kabile ötesi bir “medeni” beraberliğin esridir

Devletin işleyişi, “derinliği”, kapsayıcılığı  da bu anlamda kendisini kuran toplumun gelişmişliğiyle  orantılı.

Eğer devlet denen zor kullanma mekanizması bir kabile tarafından kurulmuşsa onun işlevi büyük ölçüde “zor kullanmaktan” ibaret kalacaktır.

Eğer devlet, bir “ulus” tarafından veya “uluslaşma yeteneğine sahip olan” bir topluluk tarafından kurulmuşsa o artık büyük ihtimalle “zor kullanıcıdan” daha fazlası haline gelmiş bir örgütlenme olacaktır.
Bir kabileye ait “devlet”, devletin en basit işlevi olan “yaygın zorlama” dışında başka bir iş bilmeyecektir. Çünkü bir kabilenin/ topluluğun bütün ihtiyacı, üyelerinin doğaya ve diğer kabilelerin zorlamasına karşı korunmasıdır. Bir kabile hayatını sürdürmek dışında bir  iş göremez. Yeni kanunlar yapamaz, geleneklerinin geçerliliği üzerinde kafa yoramaz.

Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Sırplar ve adını anmaya gerek olmayan  diğer topluluklar bu nevidendir. Bunlar için önemli olan yalnızca  bozulmaz ir kan bağıyla kendilerini dış dünyadan ayırıp beraberliklerinin siyasetini de tarihi düşmanlıkların ve kinlerin meşrulaştırmasına dayandırmaktır.

Şüphesiz yukarıda saydığımız topluluklar artık bir kabile olamayacak kadar kalabalıktır ama kabilenin kapalı toplum yapısını sürdürmek dışında, bir var oluş mantıkları ve dahası çareleri de yoktur. Çünkü nüfusları artık kültürel etkileşimle genişleme yeteneğini kaybetmiş, organik artık dışında çoğalma çareleri kalmamış, kendi üretici ve dönüştürücü kültürlerini geliştirememiş, kan bağı aidiyetinden dolayı kültürel etkileşim yeteneğini kaybetmiş topluluklardır.

“Hayali bir altın çağda dünyanın hâkimi oldukları ve sonra bir takım siyasi kalleşliklerle tahtlarından edildikleri” dışında bir tarihleri de yoktur.

Evet bu gün dünyada bu tip kabilelerin devletleri çoğalmıştır. Bunun iki sebebi var gibi görünüyor.

Birincisi imparatorluklar devri bitmiştir. İmparatorluklar devri bitince bundan en fazla zarar gören Türk devletinin içinden odun talaşından hallice “devletler” çıkmıştır.

İkinci aşamada, sömürgeciliğin  imparatorluk sonrası haritacılığının eseri olan devletlerin içindeki kabile yapıları da sömürgeciliğin  20 YY. enerji politikaları ile imparatorluk bakiyesi bu yapay harita devletlerinin içinde, bu devletleri parçalamak üzere ateşlenmiştir. Meselâ Kuzey ırak Kürt yığışması, Kuzey Suriye Kürt silâhlanması vs… Bunun yanı sıra savaş koşullarının kendilerini bir arada yaşamaya ittiği bir takım etnik federatif beraberlikler de kurulmuştur. Çekoslovakya, Yugoslavya gibi… Gerçi bu arada SSCB’yi de anmamız gerekiyor ama onun kurucu unsurunun kesin ve tartışılmaz şekilde Ruslar olması onları bu kabile devletlerinden ayrı bir kategori yapıyor.

Özellikle ikinci aşamada bazıları bir ölçüde bağımsız kurulmuş gibi de olsa özlerinde ulusal bir  bilinç taşımadıkları için bütünlük sergilemesi mümkün olmayan, dolayısıyla ancak etnisiteye dayalı federatif paylaşımla varlığını sürdüren bir takım devletler artık varlıklarını daha fazla sürdürememişlerdir. Buna karşılık SSCB Rus hegemonyasının ve kültürel baskısının eritemediği ve asla eritemeyeceği büyük bir Türk ulusal bakiyesinden dolayı federatif yapısını, bütün zorbalığına rağmen daha fazla sürdürememiştir.

Bugün meydana gelmiş  aşırı etnikleşmiş devlet yapılarının tamamı, uluslaşamamış kabilelerin/etnisitelerin  , farklılıklarla bir arada yaşamak yeteneğine sahip olamamaları, varoluşlarını kine ve öfkeye dayandırmaları, kültürel üretimden ve dönüştürücülükten mahrum olmaları ve organik nüfus artışı dışında bir çoğalma şekli bilmemelerinden dolayı ortaya çıkmıştır.

Meydana gelen şey ulusal devletlerin bitmesi değildir. Meydana gelen şey, ulusaltı topluluklarının uluslaşmış toplumların organizasyon gücüne duydukları kıskançlıkla “devletleşme” çabalarıdır.

Parçalanmış devletlerin hiç birisi ulusal devlet değildir, buna dikkat edilmelidir. Ulusal devletin bittiğine örnek olarak gösterilen parçalanmalar, bir arada yaşamayı zaten hiç bilememiş ya da  SSCB’de olduğu gibi uzlaşmaz ve başat kültürel aktörler olan ulusal yapıların birbirinden ayrılmasıyla meydana gelmiştir.

Ulusal devletin sonunun geldiğini söyleyenler kendi devletlerini kurdukların sanan kabilelerin, kendilerini dünyaya birer ulus olarak tanıttıklarını  görmezden gelmektedir.

Dünyada ulusal devletler bitmemiştir. Örneğin Suriye’deki büyük insanlık dramı, etnik devlet kurmak vahşetinden kaçan insanların özellikle ulusal devletlere sığınması bunun kesin kanıtıdır.

Çünkü  o insanlar, eşit yurttaşlar olarak görülecekleri  ve özgürce yaşayacakları ülkelerin sadece ulusal devletler olduklarının farkındadır.

 Çünkü o insanlar her etnisitenin kendi mahallesine kafa kesmesiyle meydana getireceği çetelere “devlet” denemeyeceğini farkındadır.

Çünkü o insanlar  “millet adına karar verecek” mahkemelerin olmadığı yerde “din adına” veya “aşiret adına” karar verecek zorbaların olacağını yaşayarak görmüşlerdir.

Bugün dünyada ulusal kimliğinden vazgeçerek kendiliğinden bölünmüş, demokratik mekanizmalarla kendisini etnik egemenlik alanlarına ayırmış tek bir ulusal devlet var mıdır? ABD mi, Almanya mı, Fransa mı, İngiltere mi, Rusya mı bölünmüştür veya bunlarda bizimkine benzer bir bölücü parti vardır?

Tam aksine dünyada, uluslaşmanın tarihi derinliğine sahip olmuş az sayıdaki büyük toplumsal yapıya dayanan ulus devletlerin hiç birinde, en ufak bir bölünme gayreti veya eğilimi yoktur. Bu devletlerin hepsi istisnasız şekilde dil, hukuk ve  emniyet tekellerinin ulusal egemenlik altında korunması için  âzâmî gayret sarf ediyorlar.

Bugün başta liberaller olmak üzere Türk düşmanı bütün enternasyonalist ihanet kampının bize tersten okumaya çalıştığı gerçek, işte budur. Ulus devlet ölmemiştir, önemi her geçen gün daha artmaktadır. Çünkü medeniyetin kabile vahşetine karşı korunması için insanlığın önünde başka bir seçenek yoktur.








3 yorum:

selcen dedi ki...

İslam dünyası en ilkel ve arkaik haline dönme durumunda iken Türk müslümanları onların kuyruğunda kendi yıkımlarını hazırlarken,cennet ve huri hayali ile uyurgezer haldedirler.

Orhun dedi ki...

Ulus devleti "öldür"üp üzerine "aşkın insanlık/din birliği"ni kurmak fantezisi gariptir sadece Türkiye dinci /sol/ enternasyonalist / humanist kesimlerinde ciddiye alınıyor.

"Şeriat cenneti" olmadı, "sosyalist cennet" olmadı şimdi "etnik cennet" arıyorlar. Tüm dünyada genlerine kadar işlemiş sağlıklı, kimi açık kimi gizli milliyetçiliklerden inşa edilmiş ulus devletler sapasağlam dururken.

Ulus olmayanın "homo sapiens karşısında neandarthal" bile olamayacağını anlamak için daha ne kadar PKK/YPG ve IŞİD seyretmek gerekiyor?!

Hocam konuyla ilgili sorsam: Kültürel dönüştürücülük ifadesi var, bunu tarihsel perspektiften biraz açabilir misiniz. Şöyle ki uluslaşmanın hukuk birliğinin tamamlayan tarihsel temel burada yatıyor ve bazı etnisitelerin uluslaşamama sebebi de burada.

Saygılar, selamlar...

Afşar Çelik dedi ki...

Yorumlar o kadar güzel oluyor ki böylesi akılları uyarmaktan dolayı çok mutlu oluyorum. Dönüştürücü kültür incelenmesi, düşünülmesi gereken bir olgu. Bu konuda ayrı bir yazı yazılmalı belki de. Aklınıza, elinize sağlık.