TDK
sözlüğünde normal; alışılagelene uygun olan, şaşılacak bir yönü bulunmayan,
olağan, doğal olarak tanımlanmaktadır. Normal kelimesi norm kelimesinden
türetilmiştir. Norm standart içi ise normal, standart dışı ise anormaldir. Norm
ise, insan eylemlerini ve davranışlarını düzenlemeye yardım eden, toplumsal
bakımdan bağlayıcı olması beklenen kurallar, yönergeler ve gereklerdir.
Standart, kıyaslama için kullanılan ölçüdür. Bir toplum içerisinde de farklı normal tanımlamaları vardır. Toplumsal statü,
sınıf gibi farklılaşmalar normları da etkiler.
Şimdi gelelim
başörtüsünün normalleşmesine; normallik göreceli bir kavramdır. Afşar Çelik
Beye ya da bana göre normal olmayan şu veya bu nedenden ötürü başını kapatmayı
tercih eden bir kadın için normal olabilir. Ben empatik yaklaşımdan daha çok
bir kadın olarak en nihayetinde din olgusu ile süslenmiş bir davranış ve
yaşayış kalıbına farklı bir bakış açısı ile yaklaştım.
Ülkemizin bir kültür gecikmesi yaşadığı ortada…
Medeniyet gereklerine aynı hızda karşılık veremediğimiz, binlerce lira
ödediğimiz televizyonlarımızın üzerine dantel oyalar örttüğümüz, teknoloji
harikası akıllı telefonlarımız ile Ankara’nın Bağları fon müzikli videolar
hazırladığımızı kim inkâr edebilir. Bir zamanlar TRT televizyonlarında arabesk
müzik yapan sanatçılara yer verilmezdi, kültürümüzü yozlaştırdıkları
gerekçesiyle. Günümüzde bırakın yasaklamayı, koca memlekette başka akıl
sorulacak adam kalmamış gibi akılcı başı olmadılar mı?
Başörtüsü aslında bir
arabesk meselesidir. Tekrar ediyorum köyden kente göç ile kentli olamamış
kitlenin türkü üretemediği için klasik sanat müziğini yabancı bulduğu için
duygularını ifade edişidir, “Bir Teselli Ver”…Başörtülü kadın da köyle kent
arasına sıkışıp kalmıştır. Tabii şartlar olgunlaşınca da her ülkede olduğu gibi
din bezirganları, geçmişe sıkışıp kalmış şarkcılar, tam kadro sahne
almışlardır. Örneğin; Mustafa Yürekli bir yazısında (haber7com),”Müslüman
zihninin daima çatışma halinde olduğu Batılı değerler tarafından önce
kuşatılması, sonra yenilgiye uğratılmasıyla neticelenen süreç, 20.yüzyıl boyunca batıcılık adı verilen
aşağılık kompleksine dönüşmüştü. Bu kompleks, modern dünyayı temsil eden her
şeyi tereddütsüz kabullenmeye evrildiği için derinliğimizi yitirme kabusu ile
karşılaştık.”diyor. Benim kültür gecikmesi yaşıyoruz diye eleştirdiğim durumu
bırakınız eksiklik olarak görme aksine “Aşağılık kompleksi “ olarak gördüğünü
belirtiyor.
Bu noktada yazarı
düşüncelerinden ötürü yargılıyor değilim, sadece farklı bakış açıları ve
topluma yansımalarından söz etmek istedim. Başörtüsü, yukarıdaki düşüncenin
şekilsel olarak en basit ifadesidir. Erkek egemen bir yapıda doğal olarak (Erkek açısından) en zayıf birey olarak
görülen kadın üzerinden toplumu yeniden dizayn etmek en kolay yaklaşımdır.
Kadının onuru, iffetini başörtüsünden daha iyi ne koruyabilir ki?
14 Mayıs itibariyle
haber sitelerine bir haberi düştü. Kendilerine Özgür-Der üniversite gençlik
grubu üyeleri, İstanbul’da devam eden ‘Istanbul Modest Fashion Week’i protesto
etti. Grup adına açıklama yapan bir genç kız özetle tesettürün bir ticari meta
ya da reklam malzemesi olmadığını, esas olarak iffet ve kimlik, hayat tarzı ve
duruş anlamı taşıdığını açıklamış. Onun içindir ki önce ki yazımda renga renk
başörtülerini istedikleri gibi takma haklarını savunmuştum, kadınların.
Ben kendi
savımı savunuyorum. Aslında basit izahı ile kentli olamamış kadının kendi
modasını yaratma ve kendini iyi hissetmesi meselesidir, başörtüsü… İslamcılar da
laikler de empatiden uzak daha derin ve simgesel anlamlar yüklüyorlar meseleye
o kadar..
1 yorum:
Derya Hanım'ın uzun zamandır beklediğim yazısını bir solukta okudum. Şahsen önceki yazılarından daha derli toplu ve sağlam bir argümantasyona sahip olduğunu söyleyebilirim. Yazının son bölümündeki saptama son derece önemlidir. Buna karşılık dinci üniversite gençliğinin tutuculuğunun kökenlerine bakmaması yönünden biraz eksik kalıyor.
Ben olaya "objektif bir felsefi" bakış için artık çok geç olduğunu düşünüyorum. Çünkü yazarımızın "empatik" bakışı ancak başörtüsü ya da türban denen riyakakârlık simgesinin hayatlarımıza tesir edemediği şartlar altında anlamlı ve sağlıklı olabilirdi.
Çünkü artık türban egemendir, muktedirdir ve dahası ezicidir. Kadınların %60an fazlası örtünüyor ve bu %60+ ülkede açıkça şeriatçı siyaset yapan bir partiyi destekliyorsa olaya "köylü estetiği" diyerek açıklama getirmek bana göre yetersizdir.
Türbanın içerdiği derin nefret ve aşağılık kompleksinin yerleşmesine izin verilip verilmemesi , bugün asıl tartışılması gereken konudur. Çünkü akla ve mantığa dayanması gereken bir hukuk devletinin yönetiminin akıl dışı bir dinsel simgeyle güdülendiği gerçeği, artık köylü cehaletini ve estetiğini araştırmak işini gereksiz kılmakta.
Ve... Biraz ısrarcılık ederek tekrar sormak isterdim:
Bugün mayo reklamlarının yasaklanmasının, İHLlerin hastalıklı sayıda artmasının, ülkenin yönetiminin istesek de istemesek de değiştiğinin ilan edilmesinin, %49 oy almış bir başbakanın bir emirle uzaklaştırılmasının, kadın cinayetlerinin ve tecavüzlerin on kat artmasının türbanlı bayanlara "normal" gelmesini, normalleşme sayabilir miyiz?
Bunlar elbette yazının tartışmalı yönleri. Ama türban sorununa kökenine dair son derece incelikli, empatik ve akılcı bir yaklaşım sergiliyor ki şahsen böyle bir akıl yürütmeye evsahipliği etmekten sevinç ve gurur duyuyoruz.
Yorum Gönder