16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kürtçü/Etnikçi ve Şeriatçı Çelişkiler

 

Türkiye’de herkes insan haklarından, özgürlüklerden, demokrasiden bahsediyor. Peki ama neden herkes aynı sonuçlara ulaşamıyor?

Bunun sebebi basit: Biz Türkiye’yi, Atatürk’ün kurduğu,  imtiyazsız ve sınıfsız Türk  vatandaşlarından oluşmuş bir ülke olarak görmek istiyoruz.

Oysa gerçek Türk vatandaşlığının, toplumsal, kültürel ve siyasi açılardan  toplumun her kesimine nüfuz edememiş olması.

Bu neye yol açıyor?

Türk vatandaşlığı,  dünya üzerinde üç yüz milyona yakın nüfusuyla büyük bir millet olan Türk Milleti’nin kendi adıyla anılan ülkesinde , onun siyasi, hukuki ve tarihi bir parçası olmak demekti.

Oysa ülkenin ücra bölgelerinde yaşayan,  kapalı bir yapıyı sürdürmekte ısrar eden Kürtler ve din yoluyla kendilerini dışarıya kapamayı şeriatçı alt kültür yapıları bu bütünleşmeyi içlerine sindirememiş görünüyorlar.İşin kötüsü Kürtler ve taşralılıktan köken alan dindar gruplar  bu yapılarını kozmopolit şehir yerleşimleri içinde de  getto benzeri mahalleleşmelerle sürdürdüler.
Bu, bahsi geçen toplumsal yapılarla ilgili objektif bir tespittir.

Bugün devletin güvelik güçlerinin, büyük şehirlerde girmeye çekindiği Kürt  veya tarikat  kenar mahalleleri var mıdır? Evet vardır. Son günlerde özellikle Kürt  ayrılıkçı terörünün şehir yapılanmalarının bu kenar mahallelerde, ellerinde silahlı gezen unsurlarının fotoğrafları sosyal medyayı  epey işgal ediyor.

Kürtçü ve şeriatçı   yapılar, toplumu   sürdüren toplumsal, hukuki ve siyasi bütün kurumları reddediyorlar.

Onlar  zaten “toplumlaşmayı” toptan reddediyorlar. Çünkü onlara göre insan beraberliği ancak  görünüşte benzeşen bir grup canlının birbirini kesin şekilde tanımasına dayalı bir beraberlik. Bu beraberlik algısı, kurala dayalı insan beraberliğinden ziyade fiziksel benzeşimle sürdürülen hayvan sürülerinin beraberliğine daha çok benziyor.

Dolayısıyla Kürt olmayan, Müslüman olmayan ( Hatta sünni olmayan) herkes, ancak kendi  av sahasında beslenmesi gereken farklı bir sürüyü temsil ediyor. Elbette bu bir benzetme ama her  etnik grubun  kendi başına bir özerk veya  bağımsız bölge kurması gerektiğini söylemek başka bir anlama gelmiyor.  Kokusunu ve dokusunu tanımadıklarını kendi bölgesine sokmamak veya onları ancak av olarak tanımak sadece hayvanlara özgü bir beraberlik türüdür.

Buradaki yakıcı çelişki şu:
Kürt ve şeriatçı yapılar bir yandan onlara özgürlük imkânı sağlayan yapıyı sürekli kullanabilmek istiyor diğer yandan bu yapının gayri meşru olduğu iddiasıyla onu yıkmaya çalışıyorlar.

Türkiye Cumhuriyetini kuran “uluslaşma” dinamiği, insanlara hiçbir beraberliğin sağlayamayacağı kadar geniş bir  hürriyet alanı sunuyor. Çünkü Türk olmakla insanlar  elde edebilecekleri en geniş    beraberlik değerleri kümesini  elde etmiş oluyorlar. Bu değerler kümesi onlara  psikolojik bir tatmin sağlarken istedikleri görünüşü, “cemaati”,  dayanışma grubunu vs. meşru şekilde seçebilmek, değiştirebilmek imkânını da sunuyor.

Oysa Kürtçü ve şeriatçı yapıların temel özellikleri, değişimi engellemek. Bu iki yapı da kndilerine mensubiyeti irade dışı sayıyorlar. Dinin iradi bir tercih olması gerçeği “ Din kardeşlerinin birbirinden mesul olması” safsatasıyla derhal hasıraltı ediliyor. Kürt olmak zaten belli bir aşirete mensubiyetle derhal ortaya konabiliyor.

Bu iki yapı da insanların iyiliği ve kötülüğü, beraberliği veya bireyselliği kendi başına seçmesine kökten karşılar. Dolayısıyla insanlara bir büyük kültürel ve tarihi yapının üyesi olmaktan dolayı gurur veren ve bu gururla kendini,  hukuk altında eşit bireyler olarak tanımlamalarına imkân veren ulusal devlete öldürücü bir kin duyuyorlar. Bunu da  asimilasyon, katliam, zulüm, firavunluk” gibi simgelerle nitelemeye  çalışıyorlar.

Ancak fiziksel olarak benzeşen  türdeşlerin serbestçe dolaşabildiği yaşam alanlarını hayal etmekla kanun önünde eşit fakat farklı değer kardeşlerinin beraberliği aynı şey olabilir mi?

Oysa demokrasi ancak değerler, değer yargıları, tarih ve hukuk birliği içinde uzlaşmış bireylerin barışçı seçimleri ile yaşatılabilir ki bu da ancak uluslaşma/milletleşme ile sağlanabilir.

Kürtçü ve şeriatçı yapılar, beraberlik dinamikleri sayesinde yıkıcı eylemleri şüphesiz daha rahat örgütleyebilirler. Yapamayacakları şey ise vatandaşlarına kanun önünde eşitliği, bireysel tercihlerle yaşamak hürriyetini ve ortak bir değerler kümesi etrafındaki gurur hissini sağlayabilecek gerçek bir hukuk devletidir.
Bugün yaşanan  toplumsal ilkellik krizi Türkiye’ye de özgü değildir.
Bugün etnik ve şeriatçı ayrılıkçılık dünyanın sayılı bütün ulusal devletleri için  nükleer silahlardan bile  daha büyük bir tehdittir.

Ulusal devletler bu tehditleri ortadan kaldırmazlarsa yalnızca bölünmekle kalmayacaklardır. Dünyanın kabileler ve dinler arasında yürütülen milyonlarca  etnik savaşla yanmasına da sebep olacaklardır.



4 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Aslında inanç ve inançsızlık gibi ince bir çizgi ile ayrılan benzer iki yapıdan söz etmişsiniz. Oturup konuşsanız siyasetle ilgilenmeyen her hangi biri için bu iki ucu birbirinden ayırmak çok güçtür. Aynı pasaklı görüntü, aynı ezik ruh hali...Ortak paydaları üniter yapı ve Atatürk düşmanlığı...Ellerinize sağlık, sayın yazar.

Afşar Çelik dedi ki...

Derya Hanım,

Yazılarınızla yorumlarınızla bloga dinamizm getirdiniz.

Yorumunuzu zevkle okuduk.

Lütfen devam! :)

Saygılar.

or dedi ki...

Değerler oluşturabilme, insan aklına ve zamana göre değişebilen hukuk yaratabilme, tüm bu değerleri ve hukuku ayrımsız uygulayabilme... Kanun önünde eşitlik ilkesi...

Bu ilke ancak ve ancak belli bir zihin altyapısına sahip, tarihsel derinlikten gelen koşullanmalar varken çalışabiliyor. Aksi taktirde PKK veya şeriat mahkemelerinin orta oyununa dönüyor.

"Gelişmiş"lerde sorgulanmıyor: Hava gibi su gibi bir ilke.

Değer yaratma ve dönüştürme konusunda mekanizmalara da meraklıyım, onu da hatırlatayım. :)

Saygılar, selamlar.

Orhun dedi ki...

Değerler oluşturabilme, insan aklına ve zamana göre değişebilen hukuk yaratabilme, tüm bu değerleri ve hukuku ayrımsız uygulayabilme... Kanun önünde eşitlik ilkesi...

Bu ilke ancak ve ancak belli bir zihin altyapısına sahip, tarihsel derinlikten gelen koşullanmalar varken çalışabiliyor. Aksi taktirde PKK veya şeriat mahkemelerinin orta oyununa dönüyor.

"Gelişmiş"lerde sorgulanmıyor: Hava gibi su gibi bir ilke.

Değer yaratma ve dönüştürme konusunda mekanizmalara da meraklıyım, onu da hatırlatayım. :)

Saygılar, selamlar.