25 Mayıs 2016 Çarşamba

Dağdaki Çobana Karşı Mıyım?



Siz "aptal bir sarışın" görüyor olabilirsiniz...
Kimse kızmasın ama evet, karşıyım. Neden mi? Aklı  fikri  siyasetten menfaat temin etmek olan, yazın parayı kırıp kışın yatmaktan başka zanaat bilmeyen, koyunları güdüp de koyun gibi güdülmekte mahzur görmeyen  herkesi küçümserim.

Dağdaki çoban bu ülkenin köylü tipolojisidir. Onun taşralı/ kasabalı  türü de “Zübüktür”.

Ülkeyi kuran Atatürk ve arkadaşlarından , Türk milliyetçiliğinin çeşitli düşünürlerine kadar pek çok  vatanseverin köylüyü ululadığı bir gerçek.

Sorun  bahsi geçen kişilerin dönemindeki köy şartlarıyla Dağdaki çoban’in bugün yaşadığı şartların  arasındaki büyük ve aşılamaz fark.

Türk köylüsünün ululandığı dönemde,  köylü yaşayışı, şehir yaşantısından hemen hemen tamamen kopuktur. Bu dönemde köy toplumu, dışarıya kapalı ve kendi geleneklerini üreten, kendi çapında medeniyet yaratıcısı bir toplumdur. Hayatın hemen her anının belli törenlerle biçimlendirildiği  bir yaşayış söz konusudur. Halk kültürü bu dönemde üretken ve sıcaktır.

Oysa özellikle kara yollarının, ABD’nin  petrol politikalarıyla  yaygınlaştırıldığı dönemlerden itibaren köylü, artık “elinin emeğinden” gayrısıyla geçinebileceğini, siyasete yaslanarak  geleneklerin üstünde  ayrıcalıklı bir yaşayış sürebileceğini keşfetmiştir. Zübük tipolojisinin DP  dönemi ile ilişkilendirilmesi  tesadüfî değildir.

1950 sonrasında karayolları köylüleri şehrin konforuyla öyle hızlı buluşturmuştur ki köylü için geleneklerini seremonilerin vs bir önemi kalmamıştır.

Gelişen iletişim araçları köylünün,  halk kültürünün üretici yönlerinin  törpülenmesine sebep olmuştur. Köy seyirlik oyunları, halk oyunları, çocuk oyunları yerini önce radyonun, sonra televizyonun paketlenmiş eğlencelerine bırakmışlardır. Şehrin kenar mahallelerine yerleşip de  elindeki avcundaki gelenekleri  de yitiren köylü yığınları arabesk ile avunur olmuşlardır.

İş bu kadarla kalsa belki bir giderilebilir bir hasardan bahsedilebilirdi. Oysa köyden kent göç durmamış ve hatta artmıştır.

Şehrin konforu köylünün gözünü kamaştırmıştır. Özellikle  Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt köylüsü hâlâ elindeki mal varlığını  nakde çevirerek  kentin  ya da batı ülkelerinin konforuna herhangi bir   şekilde eklemlenmek için çırpınmaktadır.

Bu  yüzden özellikle Doğu ve Güneydoğu  Kürt köylüsü, kendisinden başka bir hayat süren insanların propagandalarına açık bir hale gelmiştir.

Veya kadınını eve kapamayı namusun yegâne amacı sayan ama haberlerdeki sunucunun açık saçlarına ve belki göğüs dekoltesine bakmaktan kendini alamayan köylü erkek için dünya  bazen anlaşılamaz bir çelişkiler yumağı haline gelmiştir.

Karayollarıyla başlayan yıpratıcı kültür el etkileşim içinde  köylü, eski kapalı toplum yapısını sürdürmek için şeriatçılığın çeşitli şekillerine bağlanmayı bir çözüm sanmıştır. Dinin emrettiği  tutucu yaşam biçimini, kapalı toplum yapısını sürdürmenin yegâne yolu olarak görmüştür. Özellikle Süleymancılar gibi  şeriatçı grupların köylerde kurdukları sözde yurtlarda pek çok köylü çocuğu Arap özentisiyle ve şeriat tutkusuyla şekillendirilmiştir.

Köylü toplumundaki dine dayalı içe kapanma  siyasetin de derhal ilgisini çekmiştir elbette. Böylece özellikle “sağ” siyaset dine dayalı söylemleriyle köyleri birer oy paketi olarak görmüştür. Bu dönüşümden, zihniyet açısından maalesef şehirli olmaktan çok uzak olan  meselâ milliyetçi bir parti olarak MHP bile etkilenmiş, halka Türk Ülküsünü ve uygarlaşmasını anlatmak yerine halkın hurafelerini kutsayan fırsatçı  ve dalkavukça bir  biçimde yaklaşmayı kendince aklîleştirmiştir.

1950 Türk köylüsü için bir kırılma noktasıdır. Kürt köylüsü hâlâ etnik kabile bilinciyle yaşadığı için onun yaşantısında değişen  şeyler sadece bu  etnik labileci bilinci besleyen araçların  daha modern bir hale gelmesi olmuştur.

Bugün siyasetin Türk Ulusu’nun bekası için bir tehdit haline gelmesinin en büyük sebebi, köylünün ve köylü zihniyetinin topluma egemen olmasıdır.

AKP denen şeriatçı parti,  ( AYM 2008 Kararı) kendi içine kapalı köylü toplum yapısının, yasaları kendince sömürerek  kanserli bir biçimde büyümüş halinden başka bir şey değildir. Bu partinin Anadolu şehirlerindeki tabanı, zengin veya fakir, apartmanlarında hâlâ köy yaşantısı sürdüren, kadını  dışlamayı ahlâk sayan, cinsiyet tutuculuğu dışında hiçbir konuda ciddi bir ahlâkî endişe taşımayan, hileyi şeriyeci bir  cemaatten ibarettir.

Bir kâğıda bir leke bırakmakla
o lekenin sonucu hesap etmek aynı  şey midir?
Bu toplumsal yapının, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleriyle de Atatürk ilke ve devrimleriyle de hiçbir  ilgisi yoktur. (Kürt köylülerinin zaten kendilerini menfaat sağlamak dışında büyük ölçüde bizimle herhangi bir şekilde “kardeş” vs saymadığını belirtmeliyiz. Çünkü artık toplumsal yarılma Kürt köylülerinin  PKK propagandasıyla  iyice belirgin hale gelmiştir. Kürt köylü toplumsal yapısı,  etnik teröre,  ayrılıkçılığa desteği,  israfa  düşkünlüğü, şeriatçılığa yakınlığıyla ayrıca incelenmesi gereken ciddi bir sorundur.)

Türkiye’de Türk köylüsü, hükümetlerin gelip geçici oluşları, siyasi heveslerinin ve menfaatlerinin devletin ve milletin bekasına tesirleri gibi şeyler hakkında asla düşünmemiştir.  Türk köylüsü  sadece oyu karşılığında elde edeceği menfaatle  ilgilenmiştir. 1999 seçimlerinde sağın en popüler siyasetçisinin fındık taban fiyatı ile oy satın almaya çalışması bunun kanıtlarından yalnızca biridir.

Türkiye’de köy toplumu şehre ölçüsüzce akın etmiştir. Şehrin konforu ölçüsüzce ve kuralsızca sömürülürken bu konforu yaratan iş bölümüne hiçbir katkı yapılmamıştır. Bunun sebebi köy toplumunun kapalı yapısındaki iş bölümünün, şehrin karmaşık ve üretici işbölümüyle kıyaslanamayacak kadar  basit olmasıdır. Diğer yandan kapalı toplum yapısının sürdürülmesi için gereken kuralların sayısının az ve bu kuralların genellikle pek somut şeyler olmasından ötürü köylü bireyi için şehrin  yaşayışındaki  sebep sonuç ilişkileri , korkutucu  derecede karmaşıktır. Şüphesiz şehir insanı da bu ilişkileri bütünüyle kavrayamamıştır fakat  hoşuna gitsin gitmesin, iş bölümündeki her işin şehir yaşayışının konforu için elzem olduğunu sezecek kadar uygarlaşmıştır.

Türkiye’de Türk köylü toplumsal yapısı özellikle sağ siyaset tarafından ciddi menfaat temini ile güdülendirilmiştir.  Sebep sonuç ilişkileri ile sezgisi zayıf ve  menfaatleri ancak kısa vadeli ve neredeyse hayvani düzeyde olan köylü toplumu siyaseti ancak  “devleti seçimler yoluyla  sömürmek” şeklinde  anlayabilmiştir. Ne yazık ki CKMP’den   dönüşmüş milliyetçi MHP dahi  bu yöntemin dışına çıkamamıştır.

Türk köylüsü “sağ” denen dine dayalı siyasî kampın  biri menfaat diğeri din olan iki söylemiyle  kendi  ulusal köklerinden ve bilincinden uzaklaştırılmıştır.

Hal böyle olunca Suriye ve Kuzey Irak Kürt yığışmalarının  millî bekamız üzerindeki tesiri gibi konuları düşünmekten bile uzak kalmıştır. Çünkü  din  simsarlarının onlar yerine düşünmeleri ve hatta siyasi yön göstericilikleriyle köylüler dağdaki çobanın cehaletini, şehirde kalabalık nüfusları ve bulaşıcı dinî hurafeleriyle  şehir yaşantısına  egemen kılmışlardır.

Özellikle uydu çanaklarının yaygınlaşmasıyla  yerli, yabancı pek çok yayına bir anda ulaşabilmenin yarattığı kültür şoku belki de ancak on yıllar sonra anlaşılabilecektir. Bu yayınlar özellikle Kürt kökenli yurttaşlarda, yabancılaşmayı ve Türk düşmanlığını  arttırmıştır.

Bugün Türkiye’de köylü toplumu, verimli ziraatten ve hayvancılıktan koparak şehrin üretimini ekonomik ve insani olarak sömüren,  şehre de  uyum sağlayamamış, üretici olmayan  kültürünü her yere bulaştıran, akıl yürütmeden ve vicdani sorumluluklardan uzak bir sağ seçmen kitlesidir.

Bu seçmen kitlesinin, Türk Ulusu’nun ve devletinin bekası hakkında  hiçbir endişesi yoktur. Milliyetçi siyaset artık bu kitleye dalkavukluk  etmekten vazgeçmeli; devletin, bu kitleye ulusal bütünlüğü benimsetmesi için uygun projeler  tasarlamalıdır.

Dağdaki çobanın şehirdeki insanın, Türk Ulusu’nun kaderi hakkında  keyfî  ve cahilce egemenliği  basit bir “seçkinlik problemi” değildir; bu Türk Ulusu’nun hayat memat meselesidir.







Katılırsınız katılmazsınız ama sanırım o ülkenin yarısından çok daha fazla "düşünüyordu"....

5 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Gelişmişlik en azından ekonomik anlamda şehirlerin büyük gökdelenlerle dolması olarak algılanmamalı, asıl köyün tezekten fakirlikten arındırılması, üretim yaparak ekonomiye katkı sağlar hale gelmesidir. Netice de ha Çemişgezek, ha Çukurambar kafa aynı kafa... Asıl nerde yaşadığın değil nasıl yaşadığın, neye nasıl inandığın.. İnanç ve mantık kurgusunu sağlayabiliyorsan ne ala..Sayın yazar her zaman ki gibi nokta atış yapmışsınız...

Afşar Çelik dedi ki...

Derya Hanım,

Yine zihnimizi açan bir yorumla gelmişsiniz, hoş gelmişsiniz. Yorumunuza sonuna kadar katılıyorum. bahsettiğiniz gibi köyler olduğunu görmesem, anlayamazdım.

Yeni yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.

Orhun dedi ki...

Yakın zamanda Erol Evgin'in sözleri ile hatırladım. Sanırım en büyük sorun oyların eşitliğinden ziyade, oyla her şeyin değiştirilebileceği yahut her doğruya ulaşılacağı algısında...

İlginç olan: Aysun Kayacı -videoda- Müjde Ar'ın çirkefliği ile sonrasında ise zamanın yazarlarının yazıları ile kınanmıştı. Bugün ise oylarını ahlaka bakmadan veren, herhangi bir "eylem" sahibi olmayanları kimse kınamıyor.

Ne oldu? Ne fark etti?

Ahlak ve doğru arayışı oyların eşitliği ve belirleyiciliği ilkelerinden geri düştü. Önemsiz oldu.

Güçlüye tapma refleksine yapışıp kaldı bir millet.

Herkese akıl fikir ve ahlak versin Yaratan. Gerisi olmasa da olur.
Saygılar, selamlar...

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli Orhun,

Yine gayet net, anlaşılabilir bir özet yorumla gelmişsiniz. Hoş gelmişsiniz. Biy oyun neticeleriyle ilgilenmeyen insanların bir milletin kaderine yön verebilmeleri insanların, demokrasi yoluyla vahşete sürüklenebilmeleri anlamına gelmiyor mu?

Yani önemli olan " Ne pahasına olursa olsun oy kullanabilmek midir?"

Nefis, ufuk açıcı yorumunuz için teşekkürler ve saygılar. Hr zaman bekliyoruz.

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli Orhun,

Yine gayet net, anlaşılabilir bir özet yorumla gelmişsiniz. Hoş gelmişsiniz. Biy oyun neticeleriyle ilgilenmeyen insanların bir milletin kaderine yön verebilmeleri insanların, demokrasi yoluyla vahşete sürüklenebilmeleri anlamına gelmiyor mu?

Yani önemli olan " Ne pahasına olursa olsun oy kullanabilmek midir?"

Nefis, ufuk açıcı yorumunuz için teşekkürler ve saygılar. Her zaman bekliyoruz.