Siz "aptal bir sarışın" görüyor olabilirsiniz... |
Dağdaki çoban bu ülkenin köylü
tipolojisidir. Onun taşralı/ kasabalı
türü de “Zübüktür”.
Ülkeyi kuran Atatürk ve
arkadaşlarından , Türk milliyetçiliğinin çeşitli düşünürlerine kadar pek
çok vatanseverin köylüyü ululadığı bir
gerçek.
Sorun bahsi geçen kişilerin dönemindeki köy
şartlarıyla Dağdaki çoban’in bugün yaşadığı şartların arasındaki büyük ve aşılamaz fark.
Türk köylüsünün ululandığı
dönemde, köylü yaşayışı, şehir
yaşantısından hemen hemen tamamen kopuktur. Bu dönemde köy toplumu, dışarıya
kapalı ve kendi geleneklerini üreten, kendi çapında medeniyet yaratıcısı bir
toplumdur. Hayatın hemen her anının belli törenlerle biçimlendirildiği bir yaşayış söz konusudur. Halk kültürü bu
dönemde üretken ve sıcaktır.
Oysa özellikle kara yollarının,
ABD’nin petrol politikalarıyla yaygınlaştırıldığı dönemlerden itibaren
köylü, artık “elinin emeğinden” gayrısıyla geçinebileceğini, siyasete
yaslanarak geleneklerin üstünde ayrıcalıklı bir yaşayış sürebileceğini
keşfetmiştir. Zübük tipolojisinin DP
dönemi ile ilişkilendirilmesi tesadüfî değildir.
1950 sonrasında karayolları
köylüleri şehrin konforuyla öyle hızlı buluşturmuştur ki köylü için
geleneklerini seremonilerin vs bir önemi kalmamıştır.
Gelişen iletişim araçları
köylünün, halk kültürünün üretici
yönlerinin törpülenmesine sebep
olmuştur. Köy seyirlik oyunları, halk oyunları, çocuk oyunları yerini önce
radyonun, sonra televizyonun paketlenmiş eğlencelerine bırakmışlardır. Şehrin
kenar mahallelerine yerleşip de elindeki
avcundaki gelenekleri de yitiren köylü
yığınları arabesk ile avunur olmuşlardır.
İş bu kadarla kalsa belki bir
giderilebilir bir hasardan bahsedilebilirdi. Oysa köyden kent göç durmamış ve
hatta artmıştır.
Şehrin konforu köylünün gözünü
kamaştırmıştır. Özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da Kürt köylüsü hâlâ elindeki mal varlığını nakde çevirerek kentin
ya da batı ülkelerinin konforuna herhangi bir şekilde eklemlenmek için çırpınmaktadır.
Bu yüzden özellikle Doğu ve Güneydoğu Kürt köylüsü, kendisinden başka bir hayat
süren insanların propagandalarına açık bir hale gelmiştir.
Veya kadınını eve kapamayı
namusun yegâne amacı sayan ama haberlerdeki sunucunun açık saçlarına ve belki
göğüs dekoltesine bakmaktan kendini alamayan köylü erkek için dünya bazen anlaşılamaz bir çelişkiler yumağı
haline gelmiştir.
Karayollarıyla başlayan yıpratıcı
kültür el etkileşim içinde köylü, eski
kapalı toplum yapısını sürdürmek için şeriatçılığın çeşitli şekillerine
bağlanmayı bir çözüm sanmıştır. Dinin emrettiği
tutucu yaşam biçimini, kapalı toplum yapısını sürdürmenin yegâne yolu
olarak görmüştür. Özellikle Süleymancılar gibi
şeriatçı grupların köylerde kurdukları sözde yurtlarda pek çok köylü
çocuğu Arap özentisiyle ve şeriat tutkusuyla şekillendirilmiştir.
Köylü toplumundaki dine dayalı
içe kapanma siyasetin de derhal ilgisini
çekmiştir elbette. Böylece özellikle “sağ” siyaset dine dayalı söylemleriyle
köyleri birer oy paketi olarak görmüştür. Bu dönüşümden, zihniyet açısından
maalesef şehirli olmaktan çok uzak olan
meselâ milliyetçi bir parti olarak MHP bile etkilenmiş, halka Türk
Ülküsünü ve uygarlaşmasını anlatmak yerine halkın hurafelerini kutsayan
fırsatçı ve dalkavukça bir biçimde yaklaşmayı kendince aklîleştirmiştir.
1950 Türk köylüsü için bir kırılma
noktasıdır. Kürt köylüsü hâlâ etnik kabile bilinciyle yaşadığı için onun
yaşantısında değişen şeyler sadece
bu etnik labileci bilinci besleyen
araçların daha modern bir hale gelmesi
olmuştur.
Bugün siyasetin Türk Ulusu’nun
bekası için bir tehdit haline gelmesinin en büyük sebebi, köylünün ve köylü
zihniyetinin topluma egemen olmasıdır.
AKP denen şeriatçı parti, ( AYM 2008 Kararı) kendi içine kapalı köylü
toplum yapısının, yasaları kendince sömürerek
kanserli bir biçimde büyümüş halinden başka bir şey değildir. Bu
partinin Anadolu şehirlerindeki tabanı, zengin veya fakir, apartmanlarında hâlâ
köy yaşantısı sürdüren, kadını dışlamayı
ahlâk sayan, cinsiyet tutuculuğu dışında hiçbir konuda ciddi bir ahlâkî endişe
taşımayan, hileyi şeriyeci bir cemaatten
ibarettir.
Bir kâğıda bir leke bırakmakla o lekenin sonucu hesap etmek aynı şey midir? |
Türkiye’de Türk köylüsü,
hükümetlerin gelip geçici oluşları, siyasi heveslerinin ve menfaatlerinin
devletin ve milletin bekasına tesirleri gibi şeyler hakkında asla
düşünmemiştir. Türk köylüsü sadece oyu karşılığında elde edeceği
menfaatle ilgilenmiştir. 1999
seçimlerinde sağın en popüler siyasetçisinin fındık taban fiyatı ile oy satın
almaya çalışması bunun kanıtlarından yalnızca biridir.
Türkiye’de köy toplumu şehre
ölçüsüzce akın etmiştir. Şehrin konforu ölçüsüzce ve kuralsızca sömürülürken bu
konforu yaratan iş bölümüne hiçbir katkı yapılmamıştır. Bunun sebebi köy toplumunun
kapalı yapısındaki iş bölümünün, şehrin karmaşık ve üretici işbölümüyle
kıyaslanamayacak kadar basit olmasıdır.
Diğer yandan kapalı toplum yapısının sürdürülmesi için gereken kuralların
sayısının az ve bu kuralların genellikle pek somut şeyler olmasından ötürü köylü
bireyi için şehrin yaşayışındaki sebep sonuç ilişkileri , korkutucu derecede karmaşıktır. Şüphesiz şehir insanı da
bu ilişkileri bütünüyle kavrayamamıştır fakat
hoşuna gitsin gitmesin, iş bölümündeki her işin şehir yaşayışının
konforu için elzem olduğunu sezecek kadar uygarlaşmıştır.
Türkiye’de Türk köylü toplumsal
yapısı özellikle sağ siyaset tarafından ciddi menfaat temini ile
güdülendirilmiştir. Sebep sonuç
ilişkileri ile sezgisi zayıf ve
menfaatleri ancak kısa vadeli ve neredeyse hayvani düzeyde olan köylü
toplumu siyaseti ancak “devleti seçimler
yoluyla sömürmek” şeklinde anlayabilmiştir. Ne yazık ki CKMP’den dönüşmüş milliyetçi MHP dahi bu yöntemin dışına çıkamamıştır.
Türk köylüsü “sağ” denen dine
dayalı siyasî kampın biri menfaat diğeri
din olan iki söylemiyle kendi ulusal köklerinden ve bilincinden uzaklaştırılmıştır.
Hal böyle olunca Suriye ve Kuzey
Irak Kürt yığışmalarının millî bekamız
üzerindeki tesiri gibi konuları düşünmekten bile uzak kalmıştır. Çünkü din
simsarlarının onlar yerine düşünmeleri ve hatta siyasi yön göstericilikleriyle
köylüler dağdaki çobanın cehaletini, şehirde kalabalık nüfusları ve bulaşıcı dinî
hurafeleriyle şehir yaşantısına egemen kılmışlardır.
Özellikle uydu çanaklarının
yaygınlaşmasıyla yerli, yabancı pek çok
yayına bir anda ulaşabilmenin yarattığı kültür şoku belki de ancak on yıllar
sonra anlaşılabilecektir. Bu yayınlar özellikle Kürt kökenli yurttaşlarda,
yabancılaşmayı ve Türk düşmanlığını
arttırmıştır.
Bugün Türkiye’de köylü toplumu,
verimli ziraatten ve hayvancılıktan koparak şehrin üretimini ekonomik ve insani
olarak sömüren, şehre de uyum sağlayamamış, üretici olmayan kültürünü her yere bulaştıran, akıl yürütmeden
ve vicdani sorumluluklardan uzak bir sağ seçmen kitlesidir.
Bu seçmen kitlesinin, Türk Ulusu’nun
ve devletinin bekası hakkında hiçbir endişesi
yoktur. Milliyetçi siyaset artık bu kitleye dalkavukluk etmekten vazgeçmeli; devletin, bu kitleye
ulusal bütünlüğü benimsetmesi için uygun projeler tasarlamalıdır.
Dağdaki çobanın şehirdeki
insanın, Türk Ulusu’nun kaderi hakkında
keyfî ve cahilce egemenliği basit bir “seçkinlik problemi” değildir; bu
Türk Ulusu’nun hayat memat meselesidir.
Katılırsınız katılmazsınız ama sanırım o ülkenin yarısından çok daha fazla "düşünüyordu"....
5 yorum:
Gelişmişlik en azından ekonomik anlamda şehirlerin büyük gökdelenlerle dolması olarak algılanmamalı, asıl köyün tezekten fakirlikten arındırılması, üretim yaparak ekonomiye katkı sağlar hale gelmesidir. Netice de ha Çemişgezek, ha Çukurambar kafa aynı kafa... Asıl nerde yaşadığın değil nasıl yaşadığın, neye nasıl inandığın.. İnanç ve mantık kurgusunu sağlayabiliyorsan ne ala..Sayın yazar her zaman ki gibi nokta atış yapmışsınız...
Derya Hanım,
Yine zihnimizi açan bir yorumla gelmişsiniz, hoş gelmişsiniz. Yorumunuza sonuna kadar katılıyorum. bahsettiğiniz gibi köyler olduğunu görmesem, anlayamazdım.
Yeni yazılarınızı da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Yakın zamanda Erol Evgin'in sözleri ile hatırladım. Sanırım en büyük sorun oyların eşitliğinden ziyade, oyla her şeyin değiştirilebileceği yahut her doğruya ulaşılacağı algısında...
İlginç olan: Aysun Kayacı -videoda- Müjde Ar'ın çirkefliği ile sonrasında ise zamanın yazarlarının yazıları ile kınanmıştı. Bugün ise oylarını ahlaka bakmadan veren, herhangi bir "eylem" sahibi olmayanları kimse kınamıyor.
Ne oldu? Ne fark etti?
Ahlak ve doğru arayışı oyların eşitliği ve belirleyiciliği ilkelerinden geri düştü. Önemsiz oldu.
Güçlüye tapma refleksine yapışıp kaldı bir millet.
Herkese akıl fikir ve ahlak versin Yaratan. Gerisi olmasa da olur.
Saygılar, selamlar...
Değerli Orhun,
Yine gayet net, anlaşılabilir bir özet yorumla gelmişsiniz. Hoş gelmişsiniz. Biy oyun neticeleriyle ilgilenmeyen insanların bir milletin kaderine yön verebilmeleri insanların, demokrasi yoluyla vahşete sürüklenebilmeleri anlamına gelmiyor mu?
Yani önemli olan " Ne pahasına olursa olsun oy kullanabilmek midir?"
Nefis, ufuk açıcı yorumunuz için teşekkürler ve saygılar. Hr zaman bekliyoruz.
Değerli Orhun,
Yine gayet net, anlaşılabilir bir özet yorumla gelmişsiniz. Hoş gelmişsiniz. Biy oyun neticeleriyle ilgilenmeyen insanların bir milletin kaderine yön verebilmeleri insanların, demokrasi yoluyla vahşete sürüklenebilmeleri anlamına gelmiyor mu?
Yani önemli olan " Ne pahasına olursa olsun oy kullanabilmek midir?"
Nefis, ufuk açıcı yorumunuz için teşekkürler ve saygılar. Her zaman bekliyoruz.
Yorum Gönder