Siyasal
düşüncelerin temel ekseni aynılaştırmadır.
Her
ideoloji bir “tiploji” yaratmaya çalışır ve ideolojilerin felsefi çatışmaları
da genellikle bu tipolojiler üzerinden yürütülür.
Liberalizmin
metodolojik bireyi genel olarak Homo economicus olarak bilinir ama bu tanımlama
liberal insan tasavvuru için eksiktir.
Sosyalizm
için adı konmuş bir insan tipinden
bahsedildiğini bugüne kadar duymamakla birlikte üzerinde düşünülen
ve ona göre toplumun dizayn edilebileceğinin
sanıldığı insan tipine muhtemelen Homo colectivicus denebilirdi.
Homo
colectivicus, varoluşsal temelde
özgeci, kültürel anlamda enternasyonal, toplumsal bağlamda paylaşımcı
bir insandır.
Buna
göre H. colectivicus, kendisi için yaşamak iradesinden yoksundur. Bu yoksunluk
doğal değildir, iradidir. H.clectivicus hayati ihtiyaçları dışında bir ihtiyaç
tanımayan ve gerektiğinde, başkaları için bundan vazgeçen insandır.
H.colectivicus
kültüre anlamda “saftır”. Hiçbir değer yargısı taşımayan, ahlâkı hiçbir kültürel
kaynaktan gelmeyen, dolayısıyla insanlığa kimliksiz bir insanlıkla bağlı olan
tiptir.
Toplumsal bağlamda iş gücünü tamamen topluma
bağışlamıştır. Özgeciliğin topluma
egemen olmasını ister ve özgeci bireylerden
oluşan bir toplumu organize eden bir devlet yapısı içinde mutluluğun kendiliğinden
meydana geleceğine gönülden inanır.
Peki
ama insana dair bu iki ana bakış bizi
nereye götürür?
Bu
iki bakışta da aşılamayan ve yadsınamayacak bir davranış vardır ki o da “bölünmedir”.
Klâsik
liberalizmin kabulünde haklar, onların müdafaası birey üzerinden gerçekleşir. Birey elle tutulan, gözle görülen ev
eylemlerinden sorumlu tutulabilecek en küçük birimdir.
Sosyalizmin
öznesi ise toplumdur. Öyle ki her birey
en nihayetinde toplumun bir “ürünü” olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla
yetenekleri topluma olan doğal borcuyken sorumluluklarını da toplumla
paylaşarak yargılanmalıdır.
Sosyalizmde
bölünme bu yüzden neredeyse yok gibidir. Çünkü bireyle toplum arasında yapısal
bir ayrım gözetmek mümkün değildir. Buna rağmen toplumu meydana getirecek temel
bir bireysel tipoloji oluşturmak gereği, ondaki örtük bölünmeyi kanıtlar.
Sosyalizm
ile liberalizm arasındaki fark, bireyin
bu bölünme/ayrışma durumunun, sosyalizmde gizlenmesi ve bastırılması, liberalizmde
ise gerçek bir ölçü olarak ele
alınmasıdır.
Bu
iki tercihin yol açtığı sonuçlar da şüphesiz uzlaşmaz farklılıklar içerecektir.
Liberalizmin bireyciliğinde tipolojinin dayandığı “aynılaşma” , aynı
eylemlerde bulunmak ya da aynı davranışları göstermek ile ilgili değildir.
Liberal bölünme mekanizmasının “aynılaşma” ölçüsü, “aynı kurallarla sınırlanmayı kabul
etmekle” ilgilidir. Liberalizmin toplumsal
düzen tasavvurunda davranışların emredilmesi değil, sınırlandırılması bu yüzden önemlidir.
Sosyalizmin
aynılaştırmasında ise doğrudan doğruya sınıf davranışının bireye dayatılması vardır.
Çünkü birey her şeyini topluma borçludur. Dolayısıyla özgeci, paylaşımcı
olmayan bir birey tel3akkisi sosyalizmde zaten mevcut değildir, yok
hükümündedir.
O
halde ideolojik insan telâkkilerini meydana getiren kabullere göre toplumsal
düzende bölünmeler şekillenir. Bunun sonucunda da üretim, adalet, savunma gibi bütün bir
politik alan şekillenir.
İdeolojilerin
toplumsal düzenle ilgili bu temel yaklaşımlarına birer hayal olarak bakıp da başka yollar denememiz daha insanî ya da
ahlâkî olur muydu? Neden olmasın?
Bazıları
gerçeğin bunlardan farklı olduğunu iddia edebilir ama şu unutulmamalıdır ki her
iki temel ideoloji de zaten “gerçeği
bulmak” ya da “gerçek olmak” iddiasındadır.
Eğer bu iki temel yaklaşımdan biri “gerçek”
değilse o zaman bunlardan birine dayanan bir toplumsal düzen, insanı ancak yok
oluşa götürebilir.
2 yorum:
Sayın yazar, milliyetçilik ve muhafazakar ideolojilerin tipolojilerinden de bahsetse de feyz alsak... Ellerinize sağlık.
Değerli yazarımız, yazılarının yanısıra yorumlarıyla da düşüncemize ışık tutuyor. Bize iyi bir konu verdi.
Aklına , eline sağlık.
Derya Hanım, lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin.
Yorum Gönder