25 Mayıs 2016 Çarşamba

Türk Milliyetçiliğinde “Dava” Saçmalığı





 
Sağ siyasetin en sevdiği kelimedir belki de “Dava”.

Ne anlama  gelir?  Haklılık iddiasındaki iki taraf arasındaki  duruşmadır, dava. Ama  yaygın kullanılışı daha ziyade   erişilmek veya gerçekleştirilmek istenen “ülkü”, “ideal” anlamındadır.

Peki ama Türk sağının “davası” nedir? MHP’de  hacca gitmiş liderin deyimiyle  bu dava” Allah davasıdır.”  Yani?  Bu iyimser bir yaygınlıkla “ Haklının hakkını aldığı bir adalet devletini temin etmek”  gibi anlaşılmıştır.

Türk sağının dinci kesiminde ise “dava”  doğrudan doğruya şeriat devletini savunmak anlamındadır. MHP’nin  üç hilalli Türk İslamcılık kararı aldığı 1969 kongresi sonrasında  “dava” kelimesi  örtük de olsa şeriat  arzusu olarak kabul edilmiştir.

“Dava”  bir haklılık iddiasıdır.  Türkiye’de sağın, “dinin tek ve geçerli gerçek” olduğu iddiasını özetleyen bir kelimedir.  Bu kelime ile “sağ” ile kendisini ifade eden dinci siyaset, toplumun devlet eliyle  şeriat kurallarına göre  yaşamaya zorlanmasını  ifade eder. Türkiye’de sağı biçimlendiren düşüncenin liberalizm değil de dine bağlılık olduğunu hatırlamazsak kelimenin kullanılışındaki güdüleri ve amaçları da doğru anlayamayız.

Buna göre toplum eğer şeriat ile idare edilirse haksızlıklar kendiliğinden engellenip hiç değişmeyecek bir ahlâkî düzen kurulmuş olacaktır.

Bu anlayış dünyadaki İslâmcılığın  zaten yaygın  kabulüdür. “Toplumun iyiliği” için Allah adına zor kullanmak İslâmcıların Kur’an’dan  aldıklarına inandıkları bir yetki, hak dahası bir görevdir.

Böylece Müslümanlar, İslamcılara göre karılarını istedikleri gibi kullanmalarına izin vermeyen, toplumu akla dayalı bir biçimde kanun önünde eşitleyen “kâfir  düzeninin”  geçersizliğini , ilâhi bir mahkeme önünde ispatla mükelleftir.

Peki ama bununla siyasal Türk milliyetçiliğinin ne ilgisi vardır?

Türkeş’in İslamcılığa kayışının  gerçek sebeplerini  bilemiyoruz elbette. Ama partisini bariz bir biçimde şeriatçı söylemlere iterek  halkın dindarlığından oy devşirmeye çalıştığını biliyoruz.

Bu tavrın MHP ile Türk milliyetçiliği ile ve  milliyetçi bir bilinçle ilgisi var mıydı, olabilir miydi? Bizim asıl üzerinde düşünmemiz gereken sorular bunlardır.

Türk milliyetçiliği, Türk Milleti’nin dünyada hür ve bağımsız yaşamasını arzulamaktır. Ayrıca Türk Milleti’nin dünyada etkili ve yetkili bir millet olarak var olmasını öncelemektir.  Vatanda Türk için Türk’e göre ve Türk tarafından bir devlet düzeni sağlamak, dünyada da Türk Milleti’nden olan herkesin hürriyeti, bağımsızlığı ve refahını sağlamak için uğraşmaktır.

Peki ama bunları yaparken ölçülerimiz neler olacaktır?

Türk Milliyetçileri 1969  MHP kuruluş kongresinde ölçülerini İslâm olarak belirlemişler ve tarihlerindeki en büyük yanlışı yapmışlardır. MHP ambleminin Türklüğün bir dönemki İslâmî sembolü olarak seçilmesi dahi şeriatçılığın etkisiyle olmuştur..
Devrinde  geçerli bir siyasetti...

1969 kongresi görünen odur ki Türk milliyetçiliğinin  particiliğin sığ siyasal aklına teslim edilişidir.  Çok kısa zamanda görülmüştür ki MHP’nin, Türkçülük fikrinin kurucularının akla, bilime , tarihe dayanan Türkçülüğüyle bir ilgisi kalmamıştır.

Çünkü MHP, tarihi, siyasi  ve sosyal bir gerçeklik olan “Türk Ülküsü” yerine “İslâmî “ bir dava  fikrini benimsemiştir. Türkeş’in bahsettiği “Allah davası” safsatasıyla   Türklüğü  dünyada iri ve diri kılmayı  hedefleyen “Kızıl Elma”  arasında hiçbir ilişki yoktur.

MHP “dava” terimini kabul etmekle  daha en başta şeriatçılığın metotlarını ve söylemlerini benimsediğini ilân etmiştir.  Şeriatçı/dinci “dava” safsatasıyla birlikte  siyasal milliyetçilik içinde, Türk olan her şey “bedene”, “geçiciliğe” indirgenmiştir.

Oysa Türk ülküsü  içinde, dini/ şeriatı, topluma ve dünyaya egemen kılmak gibi bir “dava” yoktur. Kaldı ki Türkler adaleti temin etmek  için dine de ihtiyaç duymamışlardır. Adalet denen şey, Türk Ulusu’nun var oluşunu sağlayan törenin uygulanmasından ibarettir. Türk  töresi  varlığını ne Araplara ne de İslâm’a borçludur. Türk devletlerinde Tanrı inancı şüphesiz  manevi bir destekleyicidir ama siyasal bir manevra alanı sağlamak dışında toplum hayatında, şeriatın töresel bir yeri yoktur.
Çaldıran sonrası büyük Türkmen kırımıyla birlikte Türkmenlerin bir kısmının Kürtleşmesi ve daha sonra yozlaştırılmış bir Tanrı inancının  hilafetin  egemenliği için dayatılmasıyla beraber  Türk toplumsal yapısında da yozlaşma başlamıştır.

İşte “dava”, bu yozlaşmanın, “ahlâkîleşme”, “ dindarlaşma”,” “Müslümanlaşma” sanıldığı, hâlen devam eden büyük kültürel soğuma ve gerileme döneminin anahtar kelimesidir.

Siyasal milliyetçilik, milliyetçiliğin toplumsal kökenlerine,  bir bakış açısı olarak  toplumsal kabulüne  yönelmek yerine, onu  sığ bir siyasi doktrin halinde özetlemeye çalışmış, bunda  fevkalâde başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın sonunda,   siyasal İslâmcılığın meşrulaşmasına zemin hazırlamış, Türk Milleti’in tarihinden, milli şuurundan, kahramanlarından soğumasına da sebep olmuştur.

Nitekim siyasal milliyetçiliğin çok sevdiği NFK, Serdengeçti, Arvasi gibi isimlerin şeriatçılar için de  önder sayıldıklarını hatırlamak önemlidir.  Çok yakın zamana kadar siyasal Türk milliyetçiliğinin Atatürk’e , İstiklâl    Harbi’ne bakışını  şekillendiren isimler bunlardır. Hatta 1991’deki büyük bağımsızlık dalgasından bu yana Türk  Cumhuriyetleriyle ilgili en ufak bir siyasi tasarı geliştirilememiş olmasında dahi “davacı” , şeriatçı zihniyetin, siyasal milliyetçilik içindeki uyuşturucu ve  yabancılaştırıcı etkisinden bahsedebiliriz.

Bugün milliyetçiliğin büyük problemi, onu Türk’e göre  düşünmek  bilincinden uzaklaştıran ve ona sahte bir  hedef gösteren “dava” kelimesinden bir an önce kurtulmaktır. Türk milliyetçiliğinin, Türk Ülküsünden başka bir “davası” vs. olamaz, olmamalıdır.  






3 yorum:

Derya Talipağaoğlu dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Derya Talipağaoğlu dedi ki...

Milli olmayı ırkçılıkla karıştıran, milliliği islamcılık sanan dincilerin kendilerine yakıştırdıkları sıfat! Bu durumda ne kadar mafya bozuntusu varsa alayı dava adamı oluyor; malum davadan davaya koşturuyorlar. Ellerinize sağlık sayın yazar.

Afşar Çelik dedi ki...

Eksik olmayın sayın yazarımız. Yorumlarınız ve yazılarınız fakirhaneyi güçlendiriyor. Yeni yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz.