24 Nisan 2016 Pazar

Ne De Normaldir Başörtüsü Güzel Yurdumda



Başörtüsünün normalliği 1
AKP iktidarı ile birlikte ilk kez bir başbakanın eşinin başının kapalı olabileceğini öğrendi, Türkiye… Varoşlardaki kadınlar ilk kez kendilerini gördüler başbakanın yanında yürürken, önceleri ürkek davrandılar, zamanla normalleştiler. Cumhuriyetin en büyük kazanımı olan sınıfsız ve özgür toplumun bir parçası olduklarını gördüler. Sonra hemen her kadın gibi modayı takip etmeye başladılar. Başörtülerine, bağlama biçimlerine, kıyafetlerine özenir oldular. Ne var bunda, kara çarşafa inat gök kuşağı gibi olsunlar, makyaj yapsın, güneş gözlüğü taksın kot pantolon giysinler..,Üniversitede okusun, araba kullansın, dans etsin, Beyaz Show’a katılsınlar…Burası Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, “Türk Milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” ile  yönetilen Türkiye Cumhuriyetidir.”

Hayır… Bu satırlar başörtülü bir   yazara ait değil. İçinde doğruluk payı yok mu? Elbette var. Amma ve lâkin tarihsel gözlem ve söylem tahlili yönlerinden birazcık eksik  kalmış bir paragraf….

Bu paragrafın cümle cümle tahlil edilmesi ülkemizin içinde düştüğü durumun bilişsel yönünü anlamak açısından önem arz ediyor.

Yazarı şahsen tanıdığım için bir “yandaş” olmadığından adım gibi eminim. Bu paragraf “Ben olsaydım” mantığıyla yazılmış bir empatik yaklaşım. Kaldı ki aslında hepmizin kendi fikirleri hakkında zaman zaman yapması gereken bir sorgulamanın güzel bir örneği.

 Bu yüzden bu paragrafın analizinin  aslında yazara doğrudan doğruya bir cevap olmadığını en başta belirtmek istiyorum.

Cevabımız “ Bir de böyle düşünenler var..” denenlerin düşüncelerine, bu yazı üzerinden bir eleştiri olacaktır.

AKP iktidarı ile birlikte ilk kez bir başbakanın eşinin başının kapalı olabileceğini öğrendi, Türkiye…” Denmiş. “Öğrendik mi?” gerçekten?  Veya bir başbakan eşinin başörtülü olması bize gerçekte neyi öğretti? AKP iktidarı ile birlikte öğrendiğimiz şey “Bir başbakanın eşinin” giyim tarzı olmadı aslında. Burada böylesine naif ifade edilen şeyin daha derin ve geniş anlamı, “ Hukuk denetiminden yoksun ve “sınırsız bir demokrasinin” her giyimi bir yere taşıyabileceği” oldu sadece. Peki ama AKP’nin o çok öğretici demokrasi dersi bize, yazarımızın daha önceki paragraflarda gösterdiği kenar mahalle- entelektüel sanayi toplumu çelişkisi hakkında  ne öğretti?

Varoşlardaki kadınlar ilk kez kendilerini gördüler başbakanın yanında yürürken, önceleri ürkek davrandılar, zamanla normalleştiler”
Çok güzelim, alımlıyım ama ...
Sevgili yazarımızı kızdırmak istemem ama gülmeden edemedim. “Zamanla normalleştiler” mi gerçekten? Karısı, başbakanın yanında “lâik bir devlet protokolü” sayesinde yürüyebiliyordu. Yani başbakanın karısı kocasının yanında yürümesini ancak lâik bir kanun önünde eşitlik rejimine borçluydu. “Zamanla normalleşmek”  deyimiyle ilgili olarak Ankara’nın atık betonlaşmış, apartmanlaşmış kenar mahallelerine, bir göz atmasını yazarımızdan istirham ederim. Elvankent, Batıkent, Sincan gibi semtlerde apartmanının balkonunda yorgan kurutan, bahçede  yastığının, yorganın yününü yıkayan, evinin bütün ayakkabı birikimini kapısının önünde sergileyen, başı açık kadınlara hâlâ uzaylı gibi gözünü diken kadın profili  acab gerçekten normalleşmiş midir? Veya uçağa bindiğinde “Ben erkek yanında oturmam!” diyen lüks pardösülü başörtülü bacımız acaba gerçekten normal sayılabilir mi?

“Cumhuriyetin en büyük kazanımı olan sınıfsız ve özgür toplumun bir parçası olduklarını gördüler. Sonra hemen her kadın gibi modayı takip etmeye başladılar. Başörtülerine, bağlama biçimlerine, kıyafetlerine özenir oldular.”

Şu “sınıfsız” terimine bayılıyorum, kim ne derse desin. Demek ki gerçek anlamıyla hayallerimizdeki anlamı arasındaki fark gerçekten da hâlâ anlaşılamamış bir terim.

Öncelikle “sınıfsız” bir toplum “ideali” ( Aaaa! Yahu  Marx idealist değildi ama? Nasıl oldu şimdi bu?) toplumsal sorunları doğuran çelişkileri ortadan kaldırabilecek sihirli bir formül olarak ortaya atılmıştır. Tamam tamam … Bu “tarihsel bir zorunluluktu” da o yüzden kurucu bir idealist gericilik değildi falan filan…

Sınıfsız toplum ile insanların, problem yaratabilecek her türlü farklılığının ortadan kaldırılabileceği düşünülüyordu. Zamanlar sınıfsız bir toplumun ancak insanı ortadan kaldırarak yaratılabileceği anlaşıldı ve sosyalizmin asıl büyük çöküşü de böyle oldu. Çünkü insanlar arasındaki  zekâ, yetenek farklılıklarının bütün sonuçlarıyla doğal ve kaçınılmaz olduğu ortaya çıktı.

O halde cumhuriyet böylesi bir sınıfsızlık ideali üzerine mi kurulmuştu? Elbette hayır. Cumhuriyetin “sınıfsız” toplum idealinin “imtiyazsız”  bir toplumsal oluşum olduğunu düşünmek daha yerindedir. Cumhuriyetin “sınıfsız” toplumu, “kanun önünde eşit bireylerden oluşan” bir toplumdur. Bu ideal, “gelir farklılıkları yok edilmiş, tamamen eşitlenmiş bireyler” anlamına gelmez.

Cumhuriyetin sınıfsız toplumu, toplumsal düzeni akla ve bilime dayandıran ve bunların belirleyiciliği üzerinde hiçbir  başka düzeni veya inancı tanımayan bir “kanun önünde eşitleştirici” yönetim  tarzını benimser. Dolayısıyla  dini  veya etnik cemaatleşmelerin, cumhuriyetin beşeri hukuka dayalı, kanun önünde eşitleştirici egemenliğine rakip olmasına kesinlikle izin vermez.

Peki başörtülü “normal bacılarımız” “kocasının yanında yürüyebilen”( Demek ki aslında cumhuriyette   o güne kadar kadının kocasının yanında yürüyebilmesi sağlanamamıştı da  ilk defa baş örtülü bir hanım bize  kocasının yanında nasıl yürüdüğünü göstererek hepimizin normalleşmesini sağlamıştı .[ Polemikte provokasyonun dibine vurmaya kararlıyım.]) başbakan eşinin, başörtüsüzler gibi rahatça çalışabileceğinden, gezebileceğinden eminler miydi? Yoksa kocasının dini üstünlüğü, “normal baş örtülü başbakan eşinin” hayatında kanunların, “sınıfsız toplum yaratan” kanun önünde eşitlikten daha mı baskındı?

Normal baş örtülü başbakan eşi acaba “ Lâik bir ülkedeyiz, ben baş örtüsünü gerekli görmüyorum. Taksam bile istediğim toplantıya, etkinliğe katılabilirim! Hatta çalışabilirim!” diyebiliyor muydu?

Evet belki “normal başörtülü bacılar” kendi modalarını yaratıp kendi kadın dergilerini çıkarıyorlar ve hatta köşe yazarı oluyorlardı. Ama hâlâ erkeğin “emredici üstünlüğü” kabul edilmiş bulunuluyordu.

Öncelikle erkeğe böylesi bir üstünlük atfetmek ve daha sonrasında, yer sofrasında yemek yemek tarzına “resmi bir egemenlik” alanı açmak çabasıyla “normal baş örtülü bacılarımız”, onlara sanayi toplumunda “kanun önünde eşit bireyler” olmak imkânını sunan lâik toplumsal düzeni tahrip ediyorlardı, hâlâ tahrip ediyorlar.

Demokrasi şüphesiz bir ifade hürriyeti rejimiydi fakat kadını erkekten eksik gören ve bu yüzden toplumsal düzeni erkek egemen bir şeriat rejimi haline getirmeye çalışanların vahşetine de izin veremezdi. Çünkü böylesi bir düşünce tarzıyla demokrasiyi var etmek mümkün değildi.

Derya Hanım’ın normalleştiğini iddia ettiği güneş gözlüklü kadınlar belki ciplere biniyor, çoğumuzun maaşından pahalı baş örtüleri takıyor ve her yere bu bez parçasını bir tür işgal bayrağı gibi artık daha özgür sokabiliyor. Ama hâlâ birilerinin “ortanca hanımı”, cariyesi gibi yaşıyorlar. Üniversiteye gidiyor, beşeri hukuk eğitimi alıyor ve hâlâ şeriatı savunmaya devam edebiliyorlar. Televizyonlarda şeriat savunuculuğu yapıp güzelliklerini sergilerken milyonlarca kadının  erkek şiddetine, tecavüzüne daha fazla açılmasına sebep oluyorlar.

Bir dakika yahu? O sen güzelleşesin diye takılmıyordu ki..
Normalleşmiş bir türbanlı siyasetçi çocuk tecavüzleri konusunu “sınıfsız bir toplum siyasetçisinin” aklıyla değil de “Erkeğine taabi bir Müslüman kadının”  mantığıyla değerlendirerek “Bir kerelik bir şeyden hüküm verilemez!” diye değerlendirebiliyor.

Kısacası başörtüsü ya da türbanın özgürleşmesi, özgürlük alanının genişlemesini falan sağlamıyor.. Türbanın egemenliği, kanun önünde eşitlik ile biçimlenmiş, lâik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin tahribatına yol açıyor. Bunu demokrasinin bir gereği ve “normalleşme” sayabilir miyiz?
Başörtüsü ne zaman “normal” olabilirdi?

Başörtülü  bacılar,  ikinci kadına kendi hakları açısından karşı çıksalardı, kadını erkeğe taabi kılan din hükümlerine göre değil de  beşeri hukuka göre  kendi akıllarınca yaşamak istediklerini söyleselerdi, başörtüsünün toplumda  bir ahlâk ölçüsü olamayacağını söyleselerdi, açık kadınların tecavüzü hak etmediğini açıkça söyleyebilselerdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ancak ve yalnız uluslaşma ile ayakta kalabileceğini ve Müslümanların da ancak bu şekilde kendi akılları ve bireysel iradeleriyle ahlâkî ve normal bir hayat sürebileceğini söyleselerdi ya da  “Müslümanlar” diye bir kategori yaratılamayacağını, Müslümanların, tevhit inancını benimsemiş bireylerden oluştuğunu söyleselerdi, din adına işlenen cinayetleri, tecavüzleri kınayabilselerdi, “seks cihadı” denen sapıklığa karşı çıksalardı… Belki o zaman “normalleştiklerinden” bahsedebilirdik. Oysa bu gün baş örtüsü tartışmasız biçimde beşeri hukukun, akılcı  toplumsal düzenin yani lâikliğin, kanun önünde eşitlik idealinin karşıtı, mütecaviz ve saldırgan dinciliğin bir istismar aracından başka bir şey değil.
Hemşerim senin özgürlük anlayışına hayranım
 ama kafandakiyle olmuyor.

Başörtülü bacılar da çoğunluğu  içlerindeki kin duygusunu tatmin etmek için  bu simgeye sarılan ya da n iyi bir tahminle taabi oldukları erkeklerin emrinde yaşayan kadınlardan ibaret.

Yani yazarımız belki kızacak ama ortada ne normalleşme ne de sınıf  davranışı falan var. Ortada sadece dinin doğasından kaynaklanan bir riyakârlık ve hukuk sömürüsü var.


Hiç yorum yok: