Blog yazarlarımızdan Derya Hanım ile bu konuyu sürekli konuşuyoruz ama hâlâ bazı şeyleri anlayabilmiş değilim.
Anlayamadığım
konu: Türban.
Bir
evlilik programında, türbanlı aday
hanım, hayalindeki erkeğin George Clooney gibi olduğunu söylemiş. George
Clooney batılı ülkelerde erkek cinsel çekiciliğinin örneklerinden biri midir? Evet!
Yani
türbanlı katılımcı hanım, herhangi bir erkekle ilgili cinsel tatmin ve arzu
ölçüsünü açıkça dile getirmiş midir? Evet!
Türban,
dinci parti tarafından, bir özgürlük alanı olarak pazarlandı. Amaçları, sözde yükseköğrenimde,
türbana ( Müslüman kadınlara) bir alan açmaktı.
Ve
ne oldu? Türkiye’de kadın nüfusunun neredeyse dörtte üçü kapandı. Daha sonra
dinciler kendi aralarında, neyin gerçek
tesettür olduğunu tartışmaya başladı.
Sıfır beden Slav mankenlerle
pompalanan güzellik ve cinsel cazibe hayalleri her yeri istilâ etti.
Lâkin bugünlerde artık o türban reklâmı
afişleri bile yok ortada. Sanırım kadının günlük hayattan tamamen
uzaklaştırılmasının bir aşaması olarak onlar da kaldırıldı.
Peki
ama türbanla ne amaçlanıyordu? Sanırım kadının cazibesinin erkeklerden gizlenmesi amaçlanıyordu. Peki türbana rağmen güzellikleri
ortada duran Slav mankenleri örnek alan ve alımlı makyajlarıyla gösterişli türbanlarıyla yüzlerinin
güzelliğini iyice ortaya koyan “türbanlı bacılarımız” neyin peşindeydi? Evet
sıradan türbanları ve pespaye pardösüleriyle insanda bir acıma duygusu
uyandıran kapalı hanımlar pek çoktu. Oysa bir anda türban, zenginiyle fakiriyle
herkesi kucaklayan bir tür “estetik fetiş” halini aldı. Marka güneş
gözlüklerini türbanlarının üstüne takan hanımlar, alımlı, seçkin ve güzel
görünüyorlardı ama öbür yandan “eline erkek eli değmemiş” birer namus timsali
oluyorlardı, sanırım.
Erkeklerin
zaten fırsatçı birer “ tecavüzcü” ( bu kelimenin anlamını “mütecaviz”
karşılamıyor artık…) oldukları ve olmalarının da tabiatları icabı gerektiği bütün
ulema tarafından neredeyse onaylanmıştı. Bunlardan biri “ Öküzlerin bakmasından
rahatsızsan, bayramlık tren gibi süslenmeyeceksin bacım!” bile diyebiliyordu.
“Öküz”
bilinen ve geçerli bir argo kullanımdı, oysa “bayramlık tren” diye bir şey
yoktu. “Öküzün trene bakması” , bir
uygarlık eserine bigâne kalmış insanı tanımlamak için kullanılıyordu.
Ama
bu yazıda işin erkek cephesine bakmayacağım. “Öküz” ve “tecavüzcü” olması dinen
zaten en başta kabul edilmiş bir cinsle kadın cinsinin nasıl barışık
yaşayabileceğini düşünüyordum.
Galiba
“türbanlı bacılarımız” için erkeğin saldırganlığı da şehveti de sorun teşkil
etmiyor. Onların karşı oldukları şey “Müslüman
olmayan” erkeklerle beraber yaşıyor olmak. Oysa kendisine sayısız cariye ve
huri “müjdelenmiş” erkeklerin tamamı, türban fetişini durmaksızın sömüren “öküz” takımı. Ki bu takımın şehvetlerinin
kadınlarla sınırlı olmadığı da son zamanlarda türlü rezaletle yavaş yavaş
ortaya çıkıyor.
Kadınlarımız,
bir yandan güzeller güzeli Slav kızları gibi endam arz etmeyi haya ediyor,
hayallerinin bir köşesini George Clooney gibi bir ikona ayırıyor, diğer yandan
kendilerini, çocuklar dahi ele geçirebildikleri her savunmasız canlıyı
kullanabilecek “öküz” takımına adayabiliyor.
Bu
bir “kişilik yitimi” gibi görünüyor; hatta “gönüllü kişilik yitimi” gibi görünüyor.
Bir
yanda, kadını cinsel tercihleri dahil olmak üzere, kendini gerçekleştirmek için tamamen özgür bırakan beşeri hukuk ve
lâiklik diğer yanda kadını ancak erkekle var olabilen ve tamamıyla erkeğin cinsel oyuncağı yapan bir
sözde “ilâhî nizam”.
Marka
türbanlar, orijinal bağlama usulleri vs. aslında hep kadının güzellik özleminin
bir ifadesi. Zaten dikkat edilirse marka türban takan kadınların çoğunun kocası son derece “modern”
giyimli , batılı görünümlü erkekler. Bir diğer dikkat çekici şey de “modern
türbanlıların” eşleriyle el ele ve cinsel bir eşitlik görüntüsüyle yürümeleri.
Oysa inandıklarını söyledikleri şer’i düzende erkeğe böylesi bir yaklaşım
göstermeleri yasak. Erkekleriyle el ele, kol kola yürürken batılı olmakta
sakınca görmeyip de saçlarını gizlediklerinde
namuslu ve Müslüman olduklarına inanmak, asgari bir mantığa sahip herkes için
açıkçası saçmalık veya riyakârlık.
Eşleri
olduğunu düşündüğümüz erkeklerle içli dışlı olup da marka türbanlarıyla ve
güneş gözlükleriyle alış veriş merkezlerinin alkollü mekânlarına bile girmekte
beis görmeyen kadınların ne tür bir “özgürlük” arzusu çektiklerini anlayabilmek
mümkün değil. Yoksa onlar, zaten özgür
olan açık kadınların hayat alanını yavaş yavaş işgal etmeye mi çalışıyor?
Sebebi
ne olursa olsun, yapılanlar sadece “öküzlere” yarıyor.
“Türbanlı
bacılarımız” lâikliğin medeniyetini, onun sağladığı özgürlük ile daraltıp yok
etmeye çalışırken aslında günlük
hayatımızda “kendi öküzlerinin” egemenliğini kurmaya çalışıyorlar. Yapılanın psikolojik sebepleri üzerinde çok daha uzun düşünmek
gerekiyor ama vardığı sonuç işte bu: “Öküzüme dokunma!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder