14 Nisan 2016 Perşembe

Hangi İdeolojinin Müminisin Gülüsün? *


- Oyunuzu isterdim
- Bana verecek neyiniz var?
- Onun cebindekini almak gücü ve onu size vermek
" Verdim, gitti".
Blogun sadık okurlarından Orhun Bey, ideolojinin “dinleşmesine” dair kısa bir  yorum bırakmıştı. Bu yorum ne zamandır kafamda dönüp  duran fakat tembellik sisleri arasında bir görünüp bir kaybolan bir sorunu aydınlığa çıkardı.

Marx “Din kitlelerin afyonudur!” buyurmuş. Aslında doğru da söylemiş. Çünkü din, ancak insan aklının susturulmasıyla  egemenlik kurabilecek siyasal bir kurum.

Din neden siyasal  bir kurumdur? Çünkü din öncelikle hayatın tamamına egemen olmak iddiasındaki bir kurumdur. Bu iddiasını, siyasal alanda, bir egemenlik mevkii olarak halifelik ( papalık, ekümeniklik vs) ile hukuksal plânda da şeriat uygulamasıyla ortaya koyar.

Böyle olmak zorunda mıdır? Böyle olmayan din var mıdır? Maalesef yoktur. Çünkü  bu iddiaları gütmeyen herhangi bir düşünceye “din” denemez. Öncelikle bir düşünce, toplumla ilgili yaygınlık ve yaptırım unsurlarını elde ettiğinde “kurumlaşır”. Toplumsal davranışlara etki etmeyen hiçbir anlayışın “kurumlaşmasından” bahsedilemez.

Peki ama ideolojinin kurumlaşma veya dinleşmeyle ilgisi nedir?

Öncelikle ideoloji, toplumsal düzenle ilgili kavrayıcı ve bütüncül bir önermedir. Aynen din gibi  ideoloji de günlük hayatın bütün noktalarına egemen olmak ister. İdeolojiler, bireylerin birbirleriyle ve devletle ilişkilerine dair genelleyici bir bakış açısı içerirler. Dünyadaki mevcut  iki gerçek ideolojiden liberalizmin genellemesi keşifçi ve negatif/ caydırıcıyken sosyalizmin  genelleyiciliği “allâme”/bilgiç ve pozitif/buyurgandır. Ama bu ayrı bir konudur.

Burada söz konusu ideolojilerden Marksizm’in  dinleşmesi üzerine kafa yoracağız.

Din “emredici” bir kurumdur. Çünkü  kitabı ve peygamberi, “Tanrı’nın emirlerini” dünyaya yaymak üzere gönderilmiştir. Dinin yaptırımları, sadece yasaklarla ilgili negatif sınırlayıcılar değildir. Din aynı zamanda, bütün mensuplarında görmek istediği davranışları da  ayrıntılı şekilde va’z eder. Böylece din, “birbirine benzeyen inananlar cemaati” yaratmayı hedefler. “Kim ki birine benzemek ister ondandır.” Mealindeki hadisler bunun en belirgin kanıtıdır. Elbette   gerçek dinin kitapta yazılı olduğunu söyleyen daha akılcı dindarlar çıkacaktır ama bu gene de birer küçük din haline gelmiş mezheplerin aynılaştırıcı emrediciliklerini nereye koyacağımız sorusuna cevap veremezler.

Peki ideolojinin, özellikle sosyalizmin bununla ilgisi nedir? Marx’ın yanılmıyorsam “ Bütün dinler zamanla dünyevîleşir!” mealinde bir tespiti vardı.

Üstat  ne yazık ki  “ Bütün ideolojilerin de zamanla dinleşebileceğini” görememiş.  Burada bahsedilen ideoloji, özellikle sosyalizmdir. Çünkü  allâmelikle yani gerçeğin  bilgisine önceden ve  bütünüyle sahip olmak iddiasıyla ve bütüncül bir emredicilikle var olan tek ideoloji, sosyalizmdir. işin içinden felsefi bir takım ayrıntıları  ayıklayacak olursak  sosyalizmin temel tavrının, dinlerin tavrıyla aynı olduğunu görürüz.

Sıkça dillendirilen “teorik-pratik çelişmesi” sosyalizmde yapısal bir sorundur. Çünkü sosyalizm sadece devlet zoruyla yürütülen bir kollektifleştirme işi değildir. Sosyalizm, kendi insan tipini yaratmak iddiasındaki bir ideolojidir. Dünyada böyle işlemeyen bir sosyalizm falan yoktur. İsveç örneği fevkalâde yanlıştır çünkü İsveç özel mülkiyeti reddetmek şöyle dursun milli  refahını fikir mülkiyetine ve ticaret serbestisine borçlu olan bir ülkedir. Orada yapılan sadece devlet eliyle gelirin dağılımına müdahale etmektir. Bu bile yeterince kötü olmakla beraber  İsveç’te toplumsal düzene egemen olan ideoloji liberalizmdir.

Peki ama bu örnek yeterli midir?  O halde sosyalizmin neden bir din olduğuna bakmalıyız. 

Doğru kararlar vermeye inanmam.
Kararlar verir ve onları haklılaştırırm.(İyi mi?)
Bir dinin, “din” sayılabilmesi için kitabının, peygamberinin, şeriatının ve ruhbanının( ibadethanesinin) olması gerektiğini hatırlamalıyız.

Öncelikle sosyalizmin bir kutsal kitabı vardır: “Kapital”. Bütün sosyalistler,  gerçekliği ve doğruluğu tartışılmayacak bu kitaptan yararlanmak gerektiğine akıllarını hiçbir şekilde işletmeksizin inanırlar. Hiçbir sosyalistin Kapital’i eleştirmesi mümkün değildir. Çünkü o gerçeğin tam ve eksiksiz bilgisine  sahip yegâne kitaptır.

Sosyalizmin peygamberi Marxtır. Marx kutsal kitabın yanı sıra düzeltici bazı eklerle felsefesini “tamamlamıştır”.

Bunun yanı sıra kolektivist felsefenin diğer  düşünürlerinin fikirleri de icma gibi değerlendirilebilir. Bu filozofların fikirlerinin geçerliliği tartışılabilir olmakla beraber kutsal kitabı anlayabilmek için onların varlıkları elzemdir. Kıyamet birer  mezhep  kurucusu gibi davranan  bu düşünürlerin felsefelerinde kopar.  Dünyanın nasıl sosyalistleştirileceğine dair en berbat  katliam tasavvurları genellikle sosyalist fraksiyonların  yegâne problemidir.

O halde sosyalizmin şeriatı nereden gelir? Sosyalizmin şeriatı, öncelikle Kapital’den ve daha sonra da Marx’ın tamamlayıcı düşünceleri ve diğer sosyalist düşünürlerin önermelerinden gelir. Böylece sosyalist itikada göre kurulmuş bir devlette işler sosyalizmin kaynaklarına göre  uygun otoritelerin yorumları ile yürütülür.

Peki ama sosyalizmin bir ruhban sınıfı ve ibadethanesi var mıdır? Elbette vardır. Sosyalizmin ruhbanları, devletin en yetkili makamlarını bile denetleyen parti denetçileridir. Öyle ki sosyalist bir devlette hangi makamda oturursanız oturun bilirsiniz ki herhangi bir parti denetçisi işlerinizin veya fikirlerinizin Marksist şeriata uymadığına dair bir rapor hazırlarsa  haliniz haraptır. Nazilere düşman sosyalistler bilmelidir ki Naziler de sosyalistti ve onların da işleri Gestapo tarafından denetleniyordu.

Bunun yan ısıra meselâ “toplumcu gerçekçilik” gibi doğrudan doğruya partiye tapınıcı akımlar ile sosyalizm, bir Homo socialistus yaratmayı hedeflediğini de gösteriyordu. Öyle ki partinin, sosyalist şeriat ile va’z ettiği ahlâkın toplumun normatif ahlâkından çok daha üstün olduğu, aile üyelerinin birbirlerini jurnallemelerinde ortaya çıkıyordu.

Ama bütün bunların ötesinde, sosyalizm, aslında içermediği fakat inananları tarafından kendisine yakıştırılan bir etik romantizmle aklanmaya çalışılıyor.

Sosyalizm  ideolojinin dinleşmesine  en çarpıcı kanıt olarak önümüzde duruyor. Belki insanların akıldan çok dine ihtiyaç  duymaları, buna sebep oluyordur. Kim bilir?

İnsanların dünyayı akılla anlamak yerine onu inançla  kesip biçme tutkuları her zaman kendine bir dayanak buluyor galiba.

* "Hangi bağın bağbanısın gülüsen?" türküsünden mülhem.


















4 yorum:

selcen dedi ki...

Demek ki din de ideoloji de kesin inançlılar yaratıyor.Farkı yok.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım, kitabın ortasından okumuş. Sağ olsun, var olsun.

Her zaman bekliyoruz.

Orhun dedi ki...

Yazınız küçük bir yorumdan tetiklenmiş ama çok net bir çerçeve çizmiş. Emredicilik vasfının akıl dışı kurumlaşmasını dinden alıp "laik din"e taşımış.

İnsanlar akıl ile yaklaşıldı mı zor varlıklar... Savlar ileri sürmek, ikna etmek, tatmin edici olmayan sonuçları/ iddiaları değiştirmek; hepsi çaba ve gelişim istiyor.

Ama duygu sömürüsü ile aynı sonucu -hem de çok daha etkili biçimde- elde edebiliyorsunuz hatta durumunuzu koruyabiliyorsunuz. İşte sosyalizmin yaptığı bu "dinsel mekanizma"yı taklit etmek... Bittabi sonuç da alıyor.

Aklınıza elinize sağlık hocam.

Afşar Çelik dedi ki...

Orhun Bey,

Eksik olmayın, her seferinde yorumlarınızla hem zihnimizi açıyorsunuz hem de moral veriyorsunuz.

Yazarlarda anlaşılıp anlaşılmamak gibi bir endişe her zaman vardır. Öte yandan " Acaba ben boğru anlamış mıyım?" diye düşünmek genellikle pek aklımıza gelmez.

Yorumlarınız matematik birer sağlama gibi aklımıza ışık tutuyor, çok teşekkürler.

Yorumlarınız, yazıların, kırışıklarını açıp daha düzgün bir hale gelmelerini sağlıyor, ne kadar teşekkür etsem az.

Her zaman bekliyorum, lütfen ilginizi ve aklınızı esirmeyiniz.

Saygılarımla.