- Oyunuzu isterdim - Bana verecek neyiniz var? - Onun cebindekini almak gücü ve onu size vermek " Verdim, gitti". |
Blogun
sadık okurlarından Orhun Bey, ideolojinin “dinleşmesine” dair kısa bir yorum bırakmıştı. Bu yorum ne zamandır kafamda
dönüp duran fakat tembellik sisleri
arasında bir görünüp bir kaybolan bir sorunu aydınlığa çıkardı.
Marx
“Din kitlelerin afyonudur!” buyurmuş. Aslında doğru da söylemiş. Çünkü din,
ancak insan aklının susturulmasıyla egemenlik kurabilecek siyasal bir kurum.
Din
neden siyasal bir kurumdur? Çünkü din
öncelikle hayatın tamamına egemen olmak iddiasındaki bir kurumdur. Bu
iddiasını, siyasal alanda, bir egemenlik mevkii olarak halifelik ( papalık,
ekümeniklik vs) ile hukuksal plânda da şeriat uygulamasıyla ortaya koyar.
Böyle
olmak zorunda mıdır? Böyle olmayan din var mıdır? Maalesef yoktur. Çünkü bu iddiaları gütmeyen herhangi bir düşünceye “din”
denemez. Öncelikle bir düşünce, toplumla ilgili yaygınlık ve yaptırım
unsurlarını elde ettiğinde “kurumlaşır”. Toplumsal davranışlara etki etmeyen hiçbir
anlayışın “kurumlaşmasından” bahsedilemez.
Peki
ama ideolojinin kurumlaşma veya dinleşmeyle ilgisi nedir?
Öncelikle
ideoloji, toplumsal düzenle ilgili kavrayıcı ve bütüncül bir önermedir. Aynen
din gibi ideoloji de günlük hayatın
bütün noktalarına egemen olmak ister. İdeolojiler, bireylerin birbirleriyle ve
devletle ilişkilerine dair genelleyici bir bakış açısı içerirler. Dünyadaki
mevcut iki gerçek ideolojiden
liberalizmin genellemesi keşifçi ve negatif/ caydırıcıyken sosyalizmin genelleyiciliği “allâme”/bilgiç ve pozitif/buyurgandır.
Ama bu ayrı bir konudur.
Burada
söz konusu ideolojilerden Marksizm’in dinleşmesi üzerine kafa yoracağız.
Din
“emredici” bir kurumdur. Çünkü kitabı ve
peygamberi, “Tanrı’nın emirlerini” dünyaya yaymak üzere gönderilmiştir. Dinin
yaptırımları, sadece yasaklarla ilgili negatif sınırlayıcılar değildir. Din
aynı zamanda, bütün mensuplarında görmek istediği davranışları da ayrıntılı şekilde va’z eder. Böylece din, “birbirine
benzeyen inananlar cemaati” yaratmayı hedefler. “Kim ki birine benzemek ister
ondandır.” Mealindeki hadisler bunun en belirgin kanıtıdır. Elbette gerçek
dinin kitapta yazılı olduğunu söyleyen daha akılcı dindarlar çıkacaktır ama bu
gene de birer küçük din haline gelmiş mezheplerin aynılaştırıcı
emrediciliklerini nereye koyacağımız sorusuna cevap veremezler.
Peki
ideolojinin, özellikle sosyalizmin bununla ilgisi nedir? Marx’ın yanılmıyorsam “
Bütün dinler zamanla dünyevîleşir!” mealinde bir tespiti vardı.
Üstat
ne yazık ki “ Bütün ideolojilerin de zamanla
dinleşebileceğini” görememiş. Burada
bahsedilen ideoloji, özellikle sosyalizmdir. Çünkü allâmelikle yani gerçeğin bilgisine önceden ve bütünüyle sahip olmak iddiasıyla ve bütüncül
bir emredicilikle var olan tek ideoloji, sosyalizmdir. işin içinden felsefi bir
takım ayrıntıları ayıklayacak olursak sosyalizmin temel tavrının, dinlerin tavrıyla
aynı olduğunu görürüz.
Sıkça
dillendirilen “teorik-pratik çelişmesi” sosyalizmde yapısal bir sorundur. Çünkü
sosyalizm sadece devlet zoruyla yürütülen bir kollektifleştirme işi değildir.
Sosyalizm, kendi insan tipini yaratmak iddiasındaki bir ideolojidir. Dünyada
böyle işlemeyen bir sosyalizm falan yoktur. İsveç örneği fevkalâde yanlıştır
çünkü İsveç özel mülkiyeti reddetmek şöyle dursun milli refahını fikir mülkiyetine ve ticaret
serbestisine borçlu olan bir ülkedir. Orada yapılan sadece devlet eliyle
gelirin dağılımına müdahale etmektir. Bu bile yeterince kötü olmakla beraber İsveç’te toplumsal düzene egemen olan ideoloji
liberalizmdir.
Peki
ama bu örnek yeterli midir? O halde
sosyalizmin neden bir din olduğuna bakmalıyız.
Doğru kararlar vermeye inanmam. Kararlar verir ve onları haklılaştırırm.(İyi mi?) |
Bir
dinin, “din” sayılabilmesi için kitabının, peygamberinin, şeriatının ve
ruhbanının( ibadethanesinin) olması gerektiğini hatırlamalıyız.
Öncelikle
sosyalizmin bir kutsal kitabı vardır: “Kapital”. Bütün sosyalistler, gerçekliği ve doğruluğu tartışılmayacak bu
kitaptan yararlanmak gerektiğine akıllarını hiçbir şekilde işletmeksizin
inanırlar. Hiçbir sosyalistin Kapital’i eleştirmesi mümkün değildir. Çünkü o
gerçeğin tam ve eksiksiz bilgisine sahip
yegâne kitaptır.
Sosyalizmin
peygamberi Marxtır. Marx kutsal kitabın yanı sıra düzeltici bazı eklerle
felsefesini “tamamlamıştır”.
Bunun
yanı sıra kolektivist felsefenin diğer
düşünürlerinin fikirleri de icma gibi değerlendirilebilir. Bu
filozofların fikirlerinin geçerliliği tartışılabilir olmakla beraber kutsal
kitabı anlayabilmek için onların varlıkları elzemdir. Kıyamet birer mezhep
kurucusu gibi davranan bu
düşünürlerin felsefelerinde kopar. Dünyanın nasıl sosyalistleştirileceğine dair
en berbat katliam tasavvurları
genellikle sosyalist fraksiyonların
yegâne problemidir.
O
halde sosyalizmin şeriatı nereden gelir? Sosyalizmin şeriatı, öncelikle Kapital’den
ve daha sonra da Marx’ın tamamlayıcı düşünceleri ve diğer sosyalist
düşünürlerin önermelerinden gelir. Böylece sosyalist itikada göre kurulmuş bir
devlette işler sosyalizmin kaynaklarına göre
uygun otoritelerin yorumları ile yürütülür.
Peki
ama sosyalizmin bir ruhban sınıfı ve ibadethanesi var mıdır? Elbette vardır.
Sosyalizmin ruhbanları, devletin en yetkili makamlarını bile denetleyen parti
denetçileridir. Öyle ki sosyalist bir devlette hangi makamda oturursanız oturun
bilirsiniz ki herhangi bir parti denetçisi işlerinizin veya fikirlerinizin
Marksist şeriata uymadığına dair bir rapor hazırlarsa haliniz haraptır. Nazilere düşman
sosyalistler bilmelidir ki Naziler de sosyalistti ve onların da işleri Gestapo
tarafından denetleniyordu.
Bunun
yan ısıra meselâ “toplumcu gerçekçilik” gibi doğrudan doğruya partiye tapınıcı
akımlar ile sosyalizm, bir Homo
socialistus yaratmayı hedeflediğini de gösteriyordu. Öyle ki partinin, sosyalist
şeriat ile va’z ettiği ahlâkın toplumun normatif ahlâkından çok daha üstün
olduğu, aile üyelerinin birbirlerini jurnallemelerinde ortaya çıkıyordu.
Ama
bütün bunların ötesinde, sosyalizm, aslında içermediği fakat inananları tarafından
kendisine yakıştırılan bir etik romantizmle aklanmaya çalışılıyor.
Sosyalizm ideolojinin dinleşmesine en çarpıcı kanıt olarak önümüzde duruyor. Belki
insanların akıldan çok dine ihtiyaç
duymaları, buna sebep oluyordur. Kim bilir?
İnsanların dünyayı akılla anlamak yerine onu inançla
kesip biçme tutkuları her zaman kendine bir dayanak buluyor galiba.
* "Hangi bağın bağbanısın gülüsen?" türküsünden mülhem.
4 yorum:
Demek ki din de ideoloji de kesin inançlılar yaratıyor.Farkı yok.
Selcen Hanım, kitabın ortasından okumuş. Sağ olsun, var olsun.
Her zaman bekliyoruz.
Yazınız küçük bir yorumdan tetiklenmiş ama çok net bir çerçeve çizmiş. Emredicilik vasfının akıl dışı kurumlaşmasını dinden alıp "laik din"e taşımış.
İnsanlar akıl ile yaklaşıldı mı zor varlıklar... Savlar ileri sürmek, ikna etmek, tatmin edici olmayan sonuçları/ iddiaları değiştirmek; hepsi çaba ve gelişim istiyor.
Ama duygu sömürüsü ile aynı sonucu -hem de çok daha etkili biçimde- elde edebiliyorsunuz hatta durumunuzu koruyabiliyorsunuz. İşte sosyalizmin yaptığı bu "dinsel mekanizma"yı taklit etmek... Bittabi sonuç da alıyor.
Aklınıza elinize sağlık hocam.
Orhun Bey,
Eksik olmayın, her seferinde yorumlarınızla hem zihnimizi açıyorsunuz hem de moral veriyorsunuz.
Yazarlarda anlaşılıp anlaşılmamak gibi bir endişe her zaman vardır. Öte yandan " Acaba ben boğru anlamış mıyım?" diye düşünmek genellikle pek aklımıza gelmez.
Yorumlarınız matematik birer sağlama gibi aklımıza ışık tutuyor, çok teşekkürler.
Yorumlarınız, yazıların, kırışıklarını açıp daha düzgün bir hale gelmelerini sağlıyor, ne kadar teşekkür etsem az.
Her zaman bekliyorum, lütfen ilginizi ve aklınızı esirmeyiniz.
Saygılarımla.
Yorum Gönder