Üç katil de sosyalisttir... Ne ilginç tesadüf değil mi? |
Bir okurumuz -ki okunduğumuza inanmak zor ama- Türkiye'nin sağıyla solunun ideolojik anlamda ne farkı olduğunu, eğer aralarında belirgin bir fark yoksa niye çatıştıklarını sordu.
Sağ ve sol kavramının Fransız
meclisindeki genel felsefî ve
yerleşimden kaynaklandığını hepimiz biliriz. Buna göre sağ muhafazakâr, sol yenilikçidir. Daha
sonra tarihsel materyalizmin köktenci
ilericilik anlayışı solun karakteristiği haline gelmiştir.
Fakat solun karakteristiği artık
ilericlik vs. değildir. Solun Marx’la
yönelimi değişip ekonomik bakışla temellenmiştir.
Keza Marx’ın ekonomik felsefesi
dışındaki tarihsel yorumları tamamen materyalist birer Talmud yorumundan başka
bir şey değildir. Tarihe saçma sapan bir
yorum ve tarihten saçma sapan bir kehanet çıkarmak gayreti Marx’ın romantik
özelliğidir. Buna mukabil, dört işlem
hakkındaki cehaleti ve toplama çıkarmayı
yanlış anlamasından başka bir şey olmayan
“kâr analizi” solun, onun “akıl” niyetine kabul edebileceği tek yönüydü.
Marx’ın kârı, sömürüde gören bu analizi “zarar”
denen olayı açıklamakta hiçbir işe yaramıyordu. Sol, bu matematiksel şaşılığın
üzerine, bütün bir komuta ekonomisi kurulabileceği kör inancından başka bir şey
değildi artık…
Öncelikle solun ne olduğuna
bakarak sağın ne olması gerektiğini görmeliyiz. Sonra Türkiye’de gerçekten bir
sağ ve sol ayrımı yapılabilir mi ona
bakmalıyız.
Sol denen ideoloji iki ayak üzerinde durur:
Temel hakların reddi ve tarihsel
kehanet tutkusu…
Türkiye’de ekonomistler, Marx’ın
kadim Yahudi hikâyelerine benzeyen ekonomik tarih hurafelerini gerçek sanır,
bir de bu hurafelerin üzerine
kapitalizmin geleceğine dair kehanetler
yumurtlamayı severler… “Kapitalizm çökecek!” diye mistik hayaller kurar, bunu yazarken de son donanımlı bilgisayar kullanmaya dikkat
ederler. Ama bilgisayarlarının üzerinde özel mülkiyeti gösteren birer markanın
bulunduğuna hiç dikkat etmezler.
Sol, bireyi kendi başına bir
değer olarak kabul etmediği için hayat, mülkiyet ve ifade hürriyeti haklarını
da reddeder. Sola göre birey, içinde yaşadığı toplumun ürünüdür. Dolayısıyla
kendi başına bir mana ifade etmez. Bundan dolayı da kendi başına hayat,
mülkiyet ve ifade hürriyeti haklarına da sahip değildir. Bunun ne önemi vardır?
Şu önemi vardır ki bireyin hayat,
mülkiyet ve ifade hürriyeti haklarını, ona değil de topluma ait şeyler olarak gördüğünüzde ekonomi denen faaliyeti
ortadan kaldırırsınız. Yani sosyalizm ile ekonomi bir arada olmaz! Neden olmaz?
İnsanlar birbirleriyle fayda mübadelesine giremediği için olmaz. Bundan önce insanların
kendilerine ait fayda kabulleri meydana gelemediği için olmaz. Bundan da önce
insanların kendilerine ait hayatları, fikirleri ve mülkiyetleri olmadığı için
olmaz.
Demek ki şunu bilmeliyiz. Kim ki
alışverişin, mübadelenin birileri tarafından düzenlenmesinden, komuta
edilmesinden bahsediyorsa; o kişi aslında size ait olanlar üzerinde hak iddia
ediyor demektir. Bu, “Senin özgürce
alışveriş etmene izin verirsem, ne yapacağın belli olmaz! Senin hırsızlık edip
etmeyeceğini bilemeyeceğime göre senin ne yapman gerektiğini benim söylemem,
emretmem gerekir!” demektir.
Bundan dolayıdır ki Türkiye’de
aslında sağ diye bir şey yoktur! Türkiye’de sağ sanılan partilerin tamamı,
bireyin özgür mübadele eylemine kuşkuyla bakan ve bireyin her türlü işinde
devletin tasallutunu savunan koyu otoriter sosyalist partilerdir. Türkiye’de
sağ denen kitle, temel haklara dayanan bir piyasa düzeninden yana olmayı ayıp,
günah sayan, mutaassıp bir kitledir.
Bu kitleye “muhafazakâr” demek
yanlıştır. Çünkü muhafazakârlar değişime toptan karşı değildir. Değişimin
kendiliğinden ve tedrici olmasından yanadır. Türkiye tam bir dil fakiri
memleket olduğundan bugün aslında muhafazakârlık diye bilinen şeyin tam adı “taassuptur”/
tutuculuktur. Türkiye’de bu yüzden sağ adı altında temel haklara düşmanlıkta mutaassıp/ tutucu bir kitle, ekonomiyi sürekli berbat eder.
Milliyetçilerle dinciler
muhafazakârlık asgari müştereğinden dolayı sağ gibi görünürler. Tek ortak noktaları dindir. Buna
mukabil bu iki grubun dine bakışlarını belirleyen de dincilerdir. Türkiye’de
sağcılık, sosyalizmin ekonomik muhalifi olarak değil genelde dine dayalı bir
sosyalizm karşıtlığı şeklinde gelişmiştir. Milliyetçiler “ esir Türkler”
söylemiyle sosyalist blok içindeki
Türkleri hatırlamışsa da sonradan hareketin rengi dinci eğilimlerce
belirlenmiştir, hâlâ da böyledir.
Dolayısıyla Türkiye’de temel
hakları ( hayat, mülkiyet, ifade hürriyeti) haklarını savunan, sosyalizm
karşıtı bir sağ falan yoktur! Türkiye dinine tutucu şekilde bağlı, bazıları
milliyetinin bilincinde olan ama kesinlikle ekonomiyi devletin icat edip
yönettiğini sanan sosyalist zihinli bir siyasal çoğunluk vardır. Türkiye,
ekonomiyi devletin yönetmesi gerektiğini sanan
bir siyasal anlayışın toptan egemenliğindedir. Yani aslında hepimiz
sosyalistiz, hepimiz Marksistiz! Olay budur!
2 yorum:
Aslında kendini sağcı veya solcu olarak nitelendiren birçok insan gerçekten neyi desteklemekte olduğunu bilmiyor o halde. Ya da tabirlerin kendi kafasındaki tanımlarına göre kendini bir tarafa ait hissediyor ki o durumda da zaten söylenecek bir fazla bir şey yok.Terimlerin Türkiye'deki algıları ile gerçek manaları uyuşmayabiliyor yani, bu sonucu da çıkarabiliyoruz.
Gerçekten birçok kavram oldukça şekillendi aklımda, çok çok teşekkür ediyorum Afşar Abi, eline yüreğine sağlık.
Aynen Yelizciğim, aynen... Gayet güzel ifade etmişsin, bu yorumu yorumlamaya gerek yok... hayır insanların neyin ne olduğunu fark ederek taraf tutması en sağlıklısı olurdu. insanlarımız önce taraf tutup sonra yarım yamalak bildikleri anlamı ona uydurmaya çalışıyor.
Fikirlerin bulanıklığı bir aşamada iyi başka bir aşamada kötüdür. Şöyle ki fikirler terimlerin bilinmediği zamanlarda bulanık olursa bu iyidir, çünkü bu durum, kelimeleri öğrenmek ihtiyacını doğurur.
Kelimeler netleştikten sonra fikirlerin bulanıklığı ise ya kasıtlı bir tahrikçilik veya inatçı bir cehaletin sonucudur. Sağolasın, varolasın... Her zaman beklerim...
Yorum Gönder